Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Büyük Daire'nin hakkında "derhal serbest bırakılmalı" kararı verdiği eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu'na yönelik "hakaret" suçlamasıyla bir kez daha hakim karşısında.
İstanbul 47. Asliye Ceza Mahkemesi'nde görülen duruşmaya Demirtaş SEGBİS (Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi) ile katıldı.
Gazeteci Yasin Kobulan'ın aktardığına göre avukat sayısının fazla olması nedeniyle duruşma Çağlayan Adliyesindek büyük salonlarından birine alındı.
"Başbakana hakaret" suçlamasıyla yargılanan Demirtaş 4 Aralık 2016'dan beri tutuklu bulunduğu Edirne F Tipi Kapalı Cezaevinden SEGBİS ile duruşmaya katıldı.
SEGBİS ile savunma yapan Demirtaş şöyle dedi:
"Pandemi nedeniyle SEGBİS'te avukat bulundurma hakkımda elimden alınmış durumda. Hukuki destek alamıyorum. Mart ayından bu yana avukatlarımla açık görüş yapamadım. Anayasa 83. Maddesi 'milletvekilleri yaptıkları konuşmadan sorumlu tutulamaz' diyor. Bunu süre ile de sınırlanıyor. Vereceğiniz karar ile Anayasa'ya, TCK'ya, yargıya bağlı olup olmayacağınızı göstereceksiniz. Galata kulesinin altında oturup, "Galata kulesi var mıdır yok mudur"u tartışmak gibidir. Bu kararı tartışarak yargıyı baskı altına almaya çalışıyorlar. Bu kararın bağlayıcı olduğunu da olmadığını da tartışmak yanlıştır. Siz 83/1'de tanınan hakkı mı esas alacaksınız yoksa Tayyip Erdoğan'ı mı, Mehmet Uçum'u mu yoksa Süleyman Soylu'yu mu esas alacaksınız?"
AİHM Büyük Daire'nin kararına da değinen Demirtaş "AİHM'in verdiği kararda en önemsiz maddesi benim serbest bırakılmamdır. Çünkü o beni ilgilendiriyor. Ama diğer 5 madde hepimizi ilgilendiriyor. Bu karar diyor ki tutuklama siyasi saiklerle yapılmıştır. Benim kararlarım altında imzası bulunan tüm hakim ve savcıların ağır suç işlediği kesinleşmiştir. Bir kişiyi siyasi saiklerle tutuklamak bir suçtur. Sizi de bu suça ortak etmek istiyorlar. Siyasi saiklerle tutuklu bulunduğum için savunma yapamıyorum. 'Selahattin Demirtaş bir siyasetçidir, tutuklu olduğu için duruşmaya getirilmedi' diye karar düşmeniz gerekiyor. Hakkımda 122 dava açılmış. Bu baskı kurmak içindir. Şu anda yargıda, siyasette, medyada, iş camiasında bir yapılanma var. Derin diyeceğim ama ortadadır, derinde değildir. Son olarak cezaevlerinde de sorunlar var, açlık grevinde olan arkadaşlarım var. Onları da selamlıyorum" diye konuştu.
Melih Bulu'nun rektör olarak atanma biçimine itiraz eden Boğaziçili öğrencilerini de selamladığını belirten Demirtaş "Anayasa ve yasalar hem gösteri yapma hakkını güvence altına almış durumda. Dün televizyondan izledik polislerin öğrencilere müdahalesini. 10 polis bir kişiye müdahale ediyor, biri de yumruk atıyor. Bunu dile getiren bana mı dava açılacak yoksa bu şekilde müdahale edenlere mi?" dedi.
Olayları takip ettiğini dile getiren Demirtaş "muhalefet başkanı Meclis'te konuştuğunda Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma açıyor. Sizden beklentim hukuku savunun. Bana ceza mı verirsiniz, vermez misiniz siz biliriz. Ama kendinizi esas alın" ifadesini kullandı.
Demirtaş'ın usul yönündeki savunmasından sonra avukatlar, söz alarak usul yönünden beyanda bulundu. Avukatların beyanlarının ardından mahkeme, bir sonraki duruşmayı 26 Mayıs'a erteledi.
Demirtaş'ın savunmasının tam metni şöyle:
Öncelikle herkese merhaba. Avukat arkadaşlarımı, milletvekillerimizi, mahkeme salonunda bizi izleyen tüm basın mensuplarını selamlayarak sözlerime başlamak istiyorum. Umarım hepiniz iyisinizdir.
"Şimdi savunma koşullarına dair birkaç hususu tutanağa geçirmek istiyorum. Her şeyden önce SEGBİS’le savunma yapmak zorunda bırakıldım. Çünkü pandemi koşulları nedeniyle sevkim uygun görülmüyor. Avukat arkadaşlarım size sağlık durumuma dair belgeyi sunacaklar zaten. Yüksek riskli grupta bulunmam nedeniyle sevkim yapılmıyor ama aynı zamanda pandemi koşulları nedeniyle SEGBİS’de avukat bulundurma hakkım da kısıtlanmış durumda. Normalde burada 3 avukat bulundurma hakkım var. Şu anda yanımda avukat yok. Duruşma salonunda avukatlarım var ama yanımda hali hazırda serbestçe konuşabileceğim, hukuki destek alabileceğim herhangi bir avukatım bulunmuyor. Bu, tespit tutanaklarına geçsin istiyorum.
Yine ayrıca avukatlarımla açık görüş, belge alışverişi yapma, dosya üzerinde kısıtlama olmadan savunma hazırlığı yapma koşullarım da yok. Geçen Mart ayından bu yana, neredeyse 10 ayı aşkın bir süredir avukatlarımla açık görüş yapamadım. Örneğin avukatlarımın bana bu davaya dair kapalı görüşme esnasında sundukları delil dosyası 4 gün Cezaevi İdaresinde bekletildikten sonra bana teslim edildi. Takdir edersiniz ki Cezaevi İdaresi yürütmeye bağlı bir resmi kurumdur. Yani Adalet Bakanlığına bağlıdır. Adalet Bakanlığı aynı zamanda Hakim ve Savcılar Kurulunun başkanıdır. Aynı zamanda hakim ve savcıların özlük işlerini düzenleyen bir bakanlıktır. Yani savunma evraklarım 4 gün, davanın karşı tarafında, tabiri caizse iddia makamında bekletildikten, incelendikten sonra bana teslim ediliyor. Oysa normal koşullarda açık avukat görüşü yapma koşullarım olsa, savunma evrakları avukat görüş odasında elden, müvekkil ve avukat arasında alışveriş ile verilebiliyor. Dolayısıyla savunma hakkım kısıtlanmış bir şekilde, pandemi koşulları gerekçe gösterilerek (ki ben de buna saygı duymak zorundayım, hem buradaki personelin hem avukat arkadaşlarımın hem de kendi sağlığım açısından bu koşulların zorlanmaması gerektiğini ben de biliyorum ama bunların da tutanağa geçmesi gerekiyor) bu koşullarda savunma yapmaya zorlanmam da adil yargılanma ilkesi ve savunma hakkımın kısıtlanması ve ihlali anlamına gelmektedir. Bunları da belirtmiş olayım.
Daha önceki duruşmalarda da belirttim. Aslında ben duruşma salonunda bizzat savunma yapmayı istiyorum. Fakat benim buradan herhangi bir adliyeye veya herhangi cezaevine sevkim olağanüstü koşullarda gerçekleşiyor. Örneğin yaklaşık 60 personelle birlikte ben sevke tabi tutuluyorum. Uçağa bindirildiğimde uçağın yarısı jandarma görevlisi oluyor. 59 kişi onlar bir de ben 60 kişi geliyoruz, 60 kişi dönüyoruz uçakla. Aynı şekilde adliye giriş çıkışlarında her seferinde personel değişikliği gerçekleşiyor. Adliyeye getirildiğimde oradaki adliye personeline görev değişikliği nedeniyle teslim ediliyorum. Yeni personel bu defa güvenliğimi sağlıyor. Duruşma salonuna gelinceye kadar çok sayıda güvenlik personeli ile muhatap oluyorum. Bu koşullarda sevkimin uygun olmayacağı düşünülüyor. Yüksek risk grubunda, yüksek tansiyon ve kalp hastası olduğum için sevkim uygun görülmüyor. Yoksa ben bugün orada olmak isterdim. Savunmamı da bizzat mahkeme huzurunda yapmak isterdim. Ama pandemi koşullarına rağmen, bazı mahkemeler diyelim, hepsi değil ama bazı mahkemeler, ısrarla savunma hakkımı, delil toplama hakkımı, avukatlarımla görüşme hakkımı hiçe sayarak bir şekilde yargılıyormuş gibi yapmak istiyor. Umut ediyorum mahkemeniz öyle yapmayacaktır. Bunları da tutanağa geçirelim.
Bahsettiğiniz iki iddianamedeki söz konusu konuşmaların ikisini de Diyarbakır’da yaptım. Birini Diyarbakır Havaalanı çıkışında yaptım. Kamu görevlisine hakaret davası diye açılan konuşmayı Diyarbakır Havaalanı çıkışında yaptım. TCK 301’den açılan davada ise o havaalanında yaptığım konuşmadan bir gün sonra partimin, Halkların Demokratik Partisi’nin Diyarbakır İl binasında basın toplantısı yaptım. Dolayısıyla Diyarbakır’da yaptığım iki açıklama nedeniyle İstanbul’da yargılanıyorum. Avukatlarım 4 yıldır anlatmaya çalışıyor, ben de 4 yıldır söylüyorum: Ceza Muhakemeleri Kanunu (CMK), yetki hususunu herhangi bir mahkemenin, Yargıtay’ın, hakimin inisiyatifine bırakmış değil. Yoruma açık değil. Yetki kamu hukukundandır. “Suçun işlendiği iddia edilen yer mahkemesi adliye çevresi kesin yetkilidir”. Bu konuda hiçbir yargı organı tarafından, birkaç istisna hariç o da güvenlik nedeniyle nakil gibi ya da olağanüstü durumlarda nakil gibi, istisnalar dışında yetki konusunda bir inisiyatif kullanılamaz, yorum yapılamaz.
Şimdi soruyorum; Diyarbakır’da yaptığım bir açıklama nedeniyle, neden 4 yıldır İstanbul Başsavcılığı ve mahkemeleri beni yargılamaya çalışıyor? Anlamaya çalışıyorum ben de. Siz, bir duruşmada demiştiniz; “Ben de çok meraklı değilim sizi yargılamaya.” İnanıyorum meraklı olmadığınıza, peki neden ısrarla bu yetki hususu aleni bir şekilde ihlal ediliyor? İstanbul Başsavcılığı açıklamayı, İstanbul’un eski hava alanında yapılmış gibi açıyor. Farz edelim ki, velev ki ben açıklamayı orada yaptım. Peki, İstanbul Havaalanı hangi yargı çevresinde? Bakırköy alanında. Fakat şu anda duruşmayı Bakırköy Adliyesinde değil yine İstanbul Adliyesinde görüyorsunuz. Yani İstanbul havaalanında yapmış olduğum kabul edilse dahi -ki öyle değil zira İstanbul Emniyetine yazdığınız yazılarda ortaya çıktı. Açıklama bu havaalanında yapılmamış- niye yetki Bakırköy’de değil? 4 yıldır biz bu hususta tartışıyoruz. Sizler de bana ve avukatlarımıza; dosyayı uzattığımız, efendim savunma yapmadığımız, işte duruşmaları uzatmaya yönelik taleplerde bulunduğumuz şeklinde ara kararlara gidiyorsunuz, görüş beyan ediyorsunuz.
Şimdi Hakim Bey merak ediyorum; Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devleti mi Anayasa’nın ilkesine göre? Evet, orada öyle yazıyor. Peki, bu anayasa bir tek Selahattin Demirtaş’ı mı bağlıyor? Benim dışımda 83 milyon insanı bağlamıyor mu? Ya da mahkemeleri hiç mi bağlamıyor? Hükümetin başından, bakanlarından, sözcülerine kadar hepsinin beyanları ile netleşti ki; Anayasa, yasalar Selahattin Demirtaş’a uygulanmayacak talimatı doğrultusunda hareket ediliyor. Şimdi siz benim hakkımı koruyacak mısınız, korumayacak mısınız merak ediyorum. Hatırlatmak açısından soruyorum.
Diyor ki yürütmenin başı ve AKP’nin genel başkanı; “Selahattin Demirtaş denilen kişinin varsa da sözde hakkını koruyacak değiliz ve ben inanıyorum ki mahkemelerimiz de bu konuda bu şahsın hakkını korumayacaktır.” Bu adam siyasetçi. Ağzına geleni söylüyor, söyleyebilir, tamam. Denilebilir ki; “Bizi bağlamaz ki onun söylediği, yargıyı bağlamaz.” Normalde bu olur. Peki, ne oluyor? Dönüp yargı kararlarına bakıyorum. Yargı kendisini aleni talimatla yönlendirmeye, Anayasa’nın 138. Maddesine, Anayasa’nın hukuk devleti ilkesine, eşitlik ilkesine aykırı bir şekilde Anayasa’yı ihlal eden bu siyasetçiye karşı kararlarıyla, ara kararlarıyla bağımsızlığını gösteren bir tutum mu sergilemiş, hayır. Bizatihi bu açıklamalar doğrultusunda ara kararlar düzenlemiş. Mahkemeniz de, beni yargılayan diğer mahkemeler de verdikleri ara kararlarla aynen bu talimata uyduğunu göstermiştir. Demişlerdir ki; “Evet, bizatihi senin dediğin gibi, Selahattin Demirtaş denilen kişinin hiçbir hakkını korumuyoruz, varsa da sözde bir hakkını koruyacak değiliz”. Nedir peki benim hakkım: Adil yargılanma hakkı, savunma hakkı, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı, ifade özgürlüğünün güvence altına alınması hakkı. Benim başka CMK’den kaynaklı nasıl haklarım olabilir ki zaten. Ama Anayasa’nın yasama, yürütme ve yargı erkinin birbirinden bağımsız olması gerektiği temel ilkesine rağmen, şu anda yürütmenin başındaki şahıs, bizatihi yargıya talimat vererek “Bu kişinin hakkını korumayacaksınız” diyor.
Şimdi, benim ve avukatlarımın bu dosyada ve benzer başka dosyalarda ısrarla dile getirmeye çalıştığımız “dosyaların birleştirilmesi hususu” bir adil yargılama ilkesidir. Eğer benzer suçlamalar, benzer tarihlerde söz konusu iddianamede belirtildiği şekilde suçlamaya dönüştürülmüşse, CMK açıkça bunların birleştirilmesi gerektiğini söylüyor. Hem yargılanan açısından adil yargılanma ilkesi ve cezanın içtiması söz konusu olursa değerlendirilmesi için önemli hem delillerin bütünlüklü tartışılması hem savunmanın bütünlüklü tartışılması hem de yargıcın dosyaları bütünlüklü ele alarak karar verebilmesi açısından önemli, bir de usul ekonomisi açısından şarttır. Ceza Mahkemesi Kanunu bunu maddeye yazmış ama adam diyor ki; “Varsa da hakkını korumayacağız”. İşte korumuyor mahkeme de.
Ya Diyarbakır’da yapılmış bir açıklama, başka bir gerekçeyle, güvenlik gerekçesiyle nakil edilmemişse nasıl İstanbul’da görülebilir? Üstelik aynı açıklamadan dolayı hem İstanbul Başsavcılığı hem de Diyarbakır Başsavcılığı soruşturma açıp iddianame düzenledi. Aynı açıklamadır. İstanbul Başsavcılığı zannetmiş ki ben açıklamayı İstanbul Atatürk Havaalanında yapmışım, dolayısıyla kendini görevli kabul edip iddianame düzenlemiş. Diyarbakır Başsavcılığı da zaten her iki açıklamayı da Diyarbakır’da yaptığım için o da iddianame düzenlemiş. Yani aynı konuşmadan iki iddianame düzenlenmiş. Biliyorsunuz hepsi sizin mahkemenizde birleşti ama mahkemeniz de demedi ki “Arkadaş, bu açıklamalar benim yetki çevremde yapılmamış, suç isnadı benim yetki çevremde gerçekleşmemiş, Diyarbakır’da gerçekleşmiş”. Direnmeniz gerekirdi bu karara. Yargıtay 5. Ceza Dairesinin verdiği karar yetkiye dair değil birleştirmeye dairdir. Ayrıca eksik bilgi ve belgelerle Yargıtay’a gönderilmiştir bu dosya.
Burada çok daha zor bir şekilde veya en azından savunmayı zora sokacak şekilde bir engelle karşılaşmış olacağız. Dolayısıyla yetki meselesi kamu hukuku açısından önemlidir. İtirazlarımızın başına bunu eklemek istiyoruz. Bunu mutlaka gözetmeniz lazım. Sizin yetki çevrenizde, yargı çevrenizde yapılmamış bir açıklamadan dolayı mahkemenizin yargılama yetkisi yoktur. Yetki açısından dosyanın kesinlikle Diyarbakır’a gönderilmesi lazım. Bunu birinci usul itirazımız olarak tutanağa geçmiş olalım. Ben bütün bu usul itirazlarımı ifade edeceğim. En son siz hangisini nasıl değerlendirirseniz bir kere daha ara karar vermenizi talep ediyorum. Tek tek sıralayıp her biri için ayrı ara karar talep etmiyorum. Mahkemeniz kendini yetkili kabul ediyor. Yargıtay’a da eksik bilgi belge gönderdi. Yargıtay’da birleştirme hususunu sadece değerlendiriyor. Çünkü dosya Ankara’dan geldi. Ankara’ya güvenlik gerekçesiyle gönderdi Diyarbakır, yetkisizlikle değil.
Şimdi bakın bir başka önemli husus. Bir parlamenter yaptığı bir konuşmadan dolayı yargılanacaksa öncelikle milletvekilinin yaptığı konuşma Anayasa 83/1’inci maddesinde düzenlenen yasama sorumsuzluğu kapsamına girer mi girmez mi? Soruşturma aşamasında savcılığın buna bakması gerekir. Savcılık bunu ihmal etmiş ise veya bilerek kasten incelememiş ise kovuşturma aşamasında mahkemenin veya yargıcın bu hususu gözetmesi gerekir. Şimdi size şu belirteceğim husus bir anayasa hükmüdür. 83/1 diyor ki “Milletvekillerinin parlamento çatısı altında yaptıkları konuşmalar, kullandıkları oylardan dolayı sorumlu tutulmaları mümkün değil. Bu konuşma veya düşünceleri parlamentonun dışında açıklar iseler bunlar da sorumsuzluk kapsamındadır.” Ayrıca diyor; “Sorumsuzluk milletvekilinin yaşamı boyunca devam eder. Yani süreyle de sınırlı değil, mekanla da sınırlı değil. Herhangi bir suç istisnası da yok.” Yani Meclis’te yaptığı konuşmanın içeriği Türk Ceza Kanununda hangi suçla tekabül ederse etsin herhangi bir sınırlama koymamış. Diyor ki; sorumlu tutulamaz. Bakın sorumlu tutulamaz. Yargılanamaz demiyor. Yani savcı onu sorumlu dahi tutamaz. Yani bununla ilgili iddianame düzenlenemez. Velev ki iddianame yanlışlıkla veya kasten düzenlendi, milletvekilinin yüzüne bu iddianame okunarak sen bundan sorumlusun buyur savunmanı yap denilemez. Bu bir anayasa hükmü. Peki siz anayasa hükümlerini uygulayacak mısınız, tanıyacak mısınız?
Benim ortaya koyduğum, avukatlarımın ortaya koyacağı savunmalar doğrultusunda benim hakkımı mı koruyacaksınız yoksa Tayyip Erdoğan’ın dediği gibi “Varsa da sözde Selahattin Demirtaş’ın herhangi bir hakkını koruyacak değiliz”i mi esas alacaksınız? Dolayısıyla biz ara kararımızda bunu görmek istiyoruz. Çünkü mahkemeler, yargıçlar düşüncelerini kararları ile açıklarlar. Basın toplantısı yaparak ya da miting yaparak, basın açıklaması yaparak bunu beyan etmezler davaya dair. Biz onların görüşlerini düşüncelerini ara kararlarından okuruz ve anlarız. Bugüne kadar Tayyip Erdoğan ki başka bir partinin genel başkanı kendisi ve ben de başka muhalefet partisinin önceki dönem eş genel başkanıyım. Şimdi bu iki siyasi parti temsilcisi arasında bir taraf mı tutacaksınız? Yürütmenin kendi gücüne yargı gücü üzerinde oluşturmaya çalıştığı taassuba, baskıya boyun eğerek siz de “Selahattin Demirtaş’ın varsa da sözde hakkını koruyacak değiliz” mi diyeceksiniz. Yoksa anayasayı, CMK’yı, yasaları mı esas alacaksınız. Biz bunu görmek istiyoruz. Bu duruşmalarda vereceğiniz ara kararlarla bu düşüncenizi Anayasaya, hukuka, CMK’ya bağlı olup olmadığınızı görmek istiyorum. Çünkü 83/1’de düzenlenen sıradan ve alelade bir kural değildir. Demokratik toplum düzeninin, demokratik parlamenter sisteminin olmazsa olmazıdır.
Milletvekillerinin yani milletin temsilcilerinin siyaset yaparken ellerindeki en güçlü araç olan söz söyleme hakları en üst derecede güvence altına almıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10’uncu maddesinde düzenlenen ifade özgürlüğünün çok daha geniş ve sınırları çok geniş kapsamlı güvence maddesidir 83/1. Yine anayasa düzenlemesinde yapılan ifade özgürlüğünün çok çok daha geniş hakkı milletvekillerine verilmiştir. Burada amaç şudur: Halkın sorunlarını dile getirirken herhangi bir baskı, yargı, idare, hükümet ve parlamentonun bizzat baskısı altında kalmadan özgürce ve korkmadan düşüncelerini dile getirmesi Anayasamız tarafından güvence altına alınmıştır.
Peki, neden milletvekillerine bu şekilde sınırları çok geniş bir düşünce özgürlüğü hakkı tanınmıştır. Neden? Çünkü hükümeti denetleyecek olan milletvekilidir. Yani yürütmeyi denetleyecek olan yasama gücüdür. Yasama, yürütme yargı güçleri arasındaki denge denetleme mekanizması Anayasamızda bir kaç noktada güvence altına alınmıştır. Bunlardan biri de 83/1’deki yasama sorumsuzluğudur. Yargı kararları ile hükümet denetlenir. Bir toplumun ve medyanın gücü ile hükümet denetlenir ve yasama organının gücü ile hükümet denetlenir. Eğer ki hükümeti denetleyecek, sınırlayacak bir güç yok ise parlamento, yargı, sivil toplum ve medya devre dışı bırakılmışsa orada otoriterizm gelişir, tıpkı bugün olduğu gibi.
Dolayısıyla açılan dava tam da hükümetin kurmak istediği tek adam rejimi otoriter sistemi inşa etme açısından hükümete kolaylık sağlayacak bir davadır. Bunun gibi açılmış Türkiye’de yüzlerce dava vardır. Muhalif milletvekilleri, muhalif medya mensupları, muhalif barolar… Muhalif dediğimde hükümetin yürütme organının eylem ve sözlemlerine karşı gelen, Anayasa ve hukuka aykırıdır diyenleri kast ediyorum. Öyle muhalif partileri kast etmiyorum sadece. Şimdi Sayın Hakim, sizin işiniz de yürütme organının eylem ve işlemlerini denetlemektir. Ben de ben bunu yaparken hükümetin herhangi bir kararını, eylemini veya uygulamasını Anayasaya, yasalarımıza uygun görmediğimi belirtmişim ve bazı açıklamalar yapmışım. Bu benim denetim hakkım. Anayasadan kaynaklı denetim hakkım. Milletvekili olarak. Yasama organı olarak denetim hakkım. Velev ki yürütme herhangi bir anayasaya aykırı pratik gerçekleştirir ve bu da bir suç konusu olur huzurunuza gelirse - ki geliyordur böyle davalar. Bir tarafın idare olduğu, bir tarafın vatandaş olduğu davalar önünüze geliyor asliye ceza mahkemelerine. Burada da siz yargı olarak yürütme organını denetliyorsunuz. Aynı zamanda Danıştay denetliyor, Sayıştay denetliyor, yargının birçok mercii yürütmeyi denetliyor.
İşte hepimizin işi millet olarak yetki verdiğimiz iktidarın sınırsız davranarak, sorumsuz davranarak, devlet gücünü kontrole alarak yurttaşı, bireyi, özgürlükleri ezmesi engellemektir. Biz bu sisteme demokrasi diyoruz. Demokratik sistem diyoruz. Bu sistemde herhangi bir denetim mekanizması baskı altına alınırsa kontrolsüz güç ortaya çıkar. Kontrolsüz güç de beraberinde otoriterizmi, yasa dışılığı getirir ve arkanızda yazılı olan “Adalet mülkün temelidir” ilkesini ortadan kaldırır. Mafya düzenine geçirir. Şimdi bu yargılama o yüzden basit bir yargılama değil. Başından beri ısrarla biz bu yüzden önemsiyoruz.
Bakın ben en son sizinle bir önceki duruşmada konuştuğumda demiştim ki binlerce yıl hapis cezası ile yargılanıyorum. Bu arada uyduruk yeni bir iddianame daha hazırlandı, kumpas iddianamesi. Hakkımda istenen cezalar on binlerce yıla çıktı. On binlerce yıl! Sizin mahkemenizin bana ceza verip vermemesi fiili açıdan beni etkilemez. Ama bu yargılamanın kendisi demokratik hukuk düzeni açısından çok önemlidir. Çok hassas. Mahkemeniz demokratik hukuk düzenini çoğulcu demokratik sistemi düşünerek koruyarak kararlar almak zorundadır. O nedenle 83/1 de düzenlenmiş olan parlamenterlerin ifade özgürlüğü hakkını son derece net ve somut bir şekilde mahkemeniz dikkate almalı, savcının bugüne kadar yapmadığını 4 yıldır gerçekleşmemiş olanı mahkemeniz şu anda gerçekleştirmelidir. Peki, bunu bir tek ben mi söylüyorum. Birazdan avukatlarım daha geniş beyanlarda bulunacaklar. En son Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Dairesi de bu konuda karar verdi.
Avrupa Konseyi’ne bağlı 47 ülkenin 17 üye yargıcı şu ifadeyi kullandı mahkeme kararında dediler ki; Anayasa’nın 83/1. maddesinin başvurucu Selahattin Demirtaş açısından sulh ceza yargıçları, savcılar, orta kademe mahkemeleri ve Anayasa Mahkemesi dahil hiçbir aşamada incelenmemiş olmasını hayretle karşılamaktadır mahkememiz. Yani Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi diyor ki, size diyor bunları “Anayasa’daki bu açık hükme rağmen şu ana kadar incelememiş olmanızı hayretle karşılıyoruz”.
AİHM kararının açıklandığı günden bu yana Türkiye’de bu tartışılıyor. Az önce ifade ettiğim gibi, kim tartışıyor bunu; yürütme organı tartışıyor. “AİHM kararları bağlayıcı değildir, AYM kararları bağlayıcı değildir” diyorlar. Bunu Cumhurbaşkanı söylüyor, İçişleri Bakanı söylüyor, Saray’da hukuk danışmanlığı bilmem neyi yapan bir şahıs söylüyor, Grup Başkanvekili söylüyor, Genel Başkan Yardımcısı söylüyor. AKP’nin ve hükümetin bilumum yetkili, etkili mercileri hatta Cumhur İttifakının öbür küçük ortağının genel başkanı söylüyor. AİHM ve “AYM kararları bağlayıcı değildir” diyorlar. Şimdi öncelikle AİHM veya AYM’mizin kararlarının bağlayıcı olup olmadığını tartışmak utanç vericidir, utanç! Bu başlıkla televizyonlarda benim ismim veya Osman Kavala, Enis Berberoğlu üzerinden bu kararlar bağlayıcı mı, değil mi tartışması yürütenler bir utanca imza atıyorlar. Şunu tartışıyorlar bence aslında, İstanbul’da Galata Kulesi’nin altında oturup “Galata Kulesi var mıdır, yok mudur”u tartışıyorlar. Vardır diyenler de saçma bir konuyu tartışıyor, yoktur diyenler de zaten saçmalığın daniskasını yapıyor. Ve bunu da Galata Kulesi’nin altında oturarak yapıyorlar. Hiç utanmadan, sıkılmadan tartışma dışı olan bir konuyu iki aydır tartışıyorlar.
Peki, neden tartışıyorlar? Sizin üzerinizde baskı kurmak için tartışıyorlar işte. Herhalde kimse gelip bir hâkimin odasına “Ben hükümet tarafından gönderildim, Demirtaş dosyasında Demirtaş’ın hiçbir hakkını hukukunu korumayacaksın çünkü hükümetin emri, talimatı var” diyecek değil. Kimse bu küstahlığı size yapamaz. Yapsa da herhalde kapı dışarı kovarsınız, eminim. Yani en azından yaşınızdan başınızdan yola çıkarak, hukuk değerlerinize saygı gereği bunu kabul etmeyeceğinizi tahmin ediyorum. E peki üstünüzde nasıl baskı oluşturacaklar? İşte her gece yandaş kanalizasyon televizyonlarında bu tartışmaları yürüterek sizin üzerinizde baskı oluşturmaya çalışıyorlar. Diyorlar ki, demiş oluyorlar ki: “Ey hâkim, ey savcı bak AİHM kararları bağlayıcı değil ha! Orada yazan kararları veya tespitleri dikkate alırsan, HSK bize bağlı HSK Başkanı Adalet Bakanı, HSK’nın bütün üyelerini biz atadık, HSK’nın bütün üyeleri bizim partizanlarımızdır, partililerimizdir. Biz HSK’dan istediğimiz kararı çıkarırız, bak gerekirse seni FETÖ’cü ilan ederiz, gerekirse seni sürgün ederiz, gerekirse efendim seni tenzil-i rütbe ile başka yere atarız, açığa alırız, tutuklatırız.” E yapmadılar mı, yaptılar. Yaptılar, tahliye kararı verdi diye heyet görevden alındı bu ülkede heyet. Ahmet Altan dosyasında tahliye kararı verdi diye heyet açığa alındı, soruşturuldu. İşte baskı böyle oluşturuluyor.
O yüzden adam rahatlıkla çıkıp diyebiliyor ki, ya ismimi vererek ismimi, ya bir ülkenin cumhurbaşkanı dosyası şu anda hali hazırda, derdest olan, yargılanan bir kişinin ismini vererek “Biz bu kişinin hakkını koruyacak değiliz mahkemeleriz de inanıyorum ki bu kişinin hakkını korumayacaktır”. Bunu diyebilir mi ya? Bundan daha büyük suç olabilir mi? Anayasa ihlal ediliyor, Anayasa’nın 138’inci maddesi açıkça ihlal ediliyor. Anayasa askıya alınmış durumda, ortada bir anayasa yok. Anayasayı takan yok, uygulayan yok, yasaları uygulayan yok, mafya düzeni. En azından bizim açımızdan bu böyle uygulanıyor, mafya düzeni uygulanıyor. Muhalefet yargıyla herhangi bir husumet oluştuğu anda Anayasa, yasalar askıya alınır diyebiliyor. Şimdi, avukatlarımın da size sunacağı belgeler doğrultusunda, siz 83/1’de ifade özgürlüğü hakkımı en geniş şekilde koruyan mutlak sorumsuzluğu tanıyacak mısınız, tanımayacak mısınız?
Hukuku mu esas alacaksınız, Recep Tayyip Erdoğan’ı, Mehmet Uçum’u, Süleyman Soylu’yu mu esas alacaksınız? Birazdan vereceğiniz ara kararda biz bunu göreceğiz. Çünkü diyoruz ki benzer konuşmaları ben Meclis’te de yaptım, parlamentoda bu konuşmaları yaptım. Aynı şekilde hatta daha ağır şekilde grup konuşmasında, parlamentodaki basın toplantılarında en ağır şekilde eleştirdim. Bu benim denetim hakkımdır, frenlemeye çalışıyorum hükümeti, yanlış yapıyor diye kendi söylemlerimle. Her siyasetçi kendi tarzıyla hükümeti frenlemeye çalışır.
Örneğin bir örnek vereyim ki daha iyi anlaşılsın Hâkim Bey; şu anda Boğaziçi öğrencilerine - ki onları buradan selamlıyorum - sokakta kötü muamele yapılıyor, sert müdahale ediliyor. Kamunun, kamu otoritesinin güvenliği tesisi açısından, efendim polis müdahale yetkisi var mı, var evet, fakat bunu hangi durumlarda kullanabileceği de yasa tarafından belirlenmiş. Anayasa, yasalar hem gösteri hakkını güvence altına almış hem gösteri “yasadışı veya kamu güvenliği” tehdit eder hale geldiğinde nasıl müdahale edileceğini tanımlamış. Ama dün biz burada, televizyonda görüntülerini izledik, yakaladıkları bir öğrenciyi 10 tane polis kolundan, bacağından tutmuş, 1 kişi de alttan çocuğu yüzünü yumrukluyor. Görüntülerini izledim. Peki, ben şimdi bir milletvekili olsam dışarıda, bunu eleştirsem, desem ki “Ey İçişleri Bakanı, ey Başbakan sen işkenceci misin? Nasıl çocuklara işkence yapıyorsun?” desem suç mu işlemiş olacağım? Yargının işkence yapan o polisin peşine mi vermesi lazım, beni mi soruşturması lazım?
Peki, ben bunu bir milletvekili olarak dile getirirken amacım nedir; kamuoyunun dikkatini çekmek, hükümet üzerinde baskı oluşturmak, toplumun, bireyin hak ve özgürlüklerini korumak ve işkenceyi, kötü muameleyi önlemektir. Denetimdir. Milletvekilinin yetkisi değil sadece sorumluluğudur, bunu yapmayan milletvekili suç işlemiştir. Seçmenlerine karşı sorumluluğunu yerine getirmemiş olur.
O nedenle altını çizerek belirtiyorum; milletvekillerine dönük yargı baskısı, medya baskısı, idare baskısı ancak otoriter düzenlerin istediği, arzuladığı bir durum olur. Sizin mahkeme olarak tarihleriyle birlikte vereceğimiz konuşmaları TBMM’den müzakere ile isteyip ya bizzat inceleyip ya da anayasa hukukçularından oluşan bağımız bir bilirkişi heyetine inceletip, bunlar 83/1 kapsamında sorumsuzluk bağlamında değerlendirilecek konuşmalar mıdır, değil midir diye bakmanız gerekir. Dolayısıyla ikinci talebimiz parlamentoya yazılarak ilgili konuşmalarımın dökümünün çözümünün istenmesidir. Bizim değil, sizin yapmanız lazım, savcının yapması lazım. Bakın Adalet Bakanlığı’nın 2010/100 sayılı genelgesi, cumhuriyet başsavcılıklarına yazılmış bir genelgedir. Diyor ki bu genelge; milletvekilleri ile ilgili konuşmalarından dolayı soruşturma yapmadan önce 83/1 kapsamında olup olmadığına mutlaka özen gösterilmeli, dikkatle incelenmelidir. İmza: Adalet Bakanı Sadullah Ergin. 10 yıldır bu genelge yürürlükte ve geri de çekilmemiş. Bunu savcı yapmak zorunda.
Ama bakın şu anda ben takip ediyorum muhalefet liderleri Meclis’te, genel kurulda veya grup toplantılarında konuştuktan sonra Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Parlamenter Suçlar Bürosu soruşturma açıyor. İlgili genel başkan, muhalefet genel başkanı, Meclis’te konuşuyor, herkesin canlı yayında izlediği bir vaka ve başsavcı Meclis’teki konuşmaya doğrudan soruşturma açıyor. Bu kadar komikleşmiş bir yargıdan söz ediyoruz. Savcıların birçoğu maalesef, maalesef, hükümete yaranabilmek için elinden geleni yapıyor. Durum bu. O yüzden benim bir yargıç olarak, saçını mahkeme kürsülerinde ağartmış bir yargıç olarak, sizden beklentim hukuku savunun. Sonuçta bana ceza mı verirsiniz beraat mı ettirirsiniz, takdir sizin, ama bizim içimiz rahat olsun, biz inanalım ki kürsüdeki yargıç sadece dosyaya baktı, döndü kanunlara baktı, vicdanını yokladı da bu kararı verdi. Bundan emin olalım, vereceğiniz karar ne olursa olsun baş göz üstüne deriz. Siz hukuk dışında hiçbir şeyi esas almayın istiyoruz, bekliyoruz.
Şimdi AİHM kararının, tanımayız, kiminin de takmayız tabirini kullanarak yok saymaya çalıştığı ama eninde sonunda uygulanmak zorunda olduğu ve uygulamamış olan yargı mensuplarının da ağır suç işleyerek gelecekte bağımsız yargı önünde bunun hesabını verecekleri bir süreci yaşıyoruz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin hakkımda verdiği kararın en basit en önemsiz maddesi bana göre derhal serbest bırakılmama dairdir. O sadece beni ilgilendiriyor. Ancak geri kalan 5 ihlal hepimizi ilgilendiriyor, 83 milyonu ilgilendiriyor. Bütün yargıçları, savcıları ilgilendiriyor.
Uygulanır mı uygulanmaz mı göreceğiz. Türkiye’de hukuk düzeni yargı bağımsızlığı inşa edilecektir. Bağımsız ve tarafsız bir hakim savcılar kurulu teşekkül edecektir. Adaleti savunan bir parlamentomuz mutlaka oluşacaktır. Ben veya avukat arkadaşlarım veya partim hiçbirimiz olmazsak çocuklarımız hakkımızı arayacaktır. Bu kararı uygulamamış, siyasetçinin verdiği açık talimatlar doğrultusunda bu kararı yok saymış bütün hakim ve savcılar Anayasa Mahkemesi Üyeleri dahil herkes suç işliyor. Hem de ağır bir suç işliyor. Çünkü bu karar diyor ki tutuklama siyasi saiklerle yapılmıştır. Kesinleşmiş karar artık. Türkiye’de aralarında AYM Üyelerinin de olduğu bir grup savcı ve yargıcın -benim kararlarımın altında imzası bulunanları kastediyorum- hepsinin ağır bir suç işlediği AİHM kararlarıyla kesinleşmiş oldu. Tanımıyoruz, takmıyoruz demelerinin, paniklemelerinin nedeni budur. Çünkü orada basit bir ihlalden söz etmiyor Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi. Örneğin evet “ifade özgürlüğü hakkı ihlal edilmiştir, seçme seçilme hakkı ihlal edilmiştir, kişi güvenliği hakkı ihlal edilmiştir” diyor, tek tek anlatıyor tespit ediyor.
Şimdi ifade özgürlüğü ihlali hakimin yorum hatasından da kaynaklanabilir. Konjektürü, siyasal atmosferi mahkemenin doğru yorumlamamasından da kaynaklanabilir ama bu sonuçta yorumdur ve ihlale yol açmıştır, bir kasıt yoktur. Mahkeme o gün o şekilde bir karar inşa etme gereği duymuştur. Ama siyasi tutuklama alelade bir ihlal değil, bir suçtur. Bir kişiyi siyasi saiklerle tutuklamak suçtur. Yargı görevini kötüye kullanmaktır. Kişi güvenliği hakkını ihlal ederek kişiyi zorla alıkoymak bunlar en basit suçlamalardır. Peki, bunları niye yapmıştır, niye beni içeride alıkoymuştur. Anayasa Mahkemesi de benimle ilgili verdiği ihlal kararında da söylüyor AİHM de daha açık söylüyor, diyor ki “Cumhuriyet tarihinin en önemli referandumu ve seçiminde iktidar -ismini vererek diyor ki Recep Tayyip Erdoğan- kendine üstünlük sağlamak ve en önemli rakiplerinden birini tasfiye etmek için bunu yapmıştır” diyor. Çünkü ortaya koyduğumuz belgelerle bunu ispatladık. Biz seçimden evvel içeride tutulduk ki referandumda evet çıksın Cumhurbaşkanlığı seçiminde de Tayyip Erdoğan kazansın. Bakın az önce belirttik, bizi siyasi saiklerle içeride tutmak demek ki daha büyük bir suça tekabül ediyor. Siyasete ve seçimlere müdahale etmek, gayri meşru yollarla parlamentoya müdahale etmek bunun Türk Ceza Kanunundaki karşılığı darbe suçudur.
Biz ölürüz kalırız ama bu ülke var olacak, Kürdüyle Türküyle barış içinde kardeşlik içinde yaşamayı bir arada başaracak ve ben avukatlarımdan rica ediyorum bu kararda imzası bulunan bizi ilk tutuklayan savcı ve hakimden başlayarak AYM Üyelerine kadar bu darbeye teşebbüs suçunu işlemiş veya darbe suçunu işlemiş tüm yargıçları önümüzdeki dönemde parlamentoya ve HSK’ya mutlaka şikayet etmelisiniz. Hakkımızı, hukukumuzu aramalısınız. Biz aramaya devam edeceğiz. Yargıç olarak sizden ricam şu; sizleri de bu suça ortak etmek istiyorlar, suç ortağı olmayın çünkü şu anda siyasi olarak tutukluyum. AİHM kararının tespit ettiği şekilde siyasi saikle tutuklu olduğum için mahkemenizde savunma yapamıyorum, cezaevindeyim yanımda avukatımı bulunduramıyorum ve size açıkça baskı yapılıyor ve deniliyor ki bunun hakkını hukukunu tanımayın.
Siyasi saiklerle tutuklandığı netleşmiş bir kişiyi yargılarken sizler bunu gözetmelisiniz ve demelisiniz ki “Dosyamın sanığı Selahattin Demirtaş AİHM kararında da belirtildiği gibi siyasi saiklerle tutuklanmış bir kişidir, siyasetçidir bu nedenle duruşmamız da hazır edilememiştir.” Çünkü dışarıda olsaydım tıpkı oradaki milletvekili arkadaşlarım gibi veya izleyici avukatlar gibi kendi sağlık güvenlik tedbirimi alarak duruşmaya gelecektim, ama yapamıyorum neden? Çünkü siyasi saiklerle tutukluyum. Siyasi saiklerle tutukluyum da bununla mı sınırlı peki? Hayır, hakkımda 122 tane soruşturma açıldı. Önünüzdeki üç soruşturmada da bunlardan üçüdür sadece. Bunların hepsi bir yargı baskısı oluşturmak, yargı üzerinden benim üzerimden arkadaşlarım, partililerimiz ve genel olarak demokratik toplum işleyişine yönelik bir baskı oluşturmak amacıyla yapıldı.
Bir ülkede siyasi rekabet demokrasi meşruiyeti çerçevesinden haktır. Herkes için haktır muhalefet için de iktidar için de haktır. Ama bir iktidar mevcut halihazırdaki anayasayı bile çiğneyerek, yasama yürütme ve yargı erki tek elde birleştirip anayasaya karşı darbe suçunu işliyorsa; devleti ele geçirip büyük usulsüzlüklerin, ihalelerde büyük yolsuzlukların tartışıldığı bir ortamda kendini denetim dışı bırakıyorsa tam da liyakate dayalı olmayan kadrolaşmayla partizanca devleti ele geçiriyorsa ve yargı buna sessiz kalıp muhalefetin ezilmesine ortak oluyorsa bu suça ortak olmuş demektir. Bu suçların hepsi önümüzdeki dönemde parlamentoda kurulacak araştırma-soruşturma komisyonlarında mutlaka tartışılacaktır. Kim bu suça ortak oluyorsa parlamento onları çağıracak, komisyonda ifadesini savunmasını yapmaları istenecektir. Bugün bizimle ilgili televizyonlarda atıp tutan yandaş gazeteciler gece gündüz bizimle ilgili hüküm kuruyorlar. “Suçlu, katil, terörist eli kanlı” bilmem ne ilan ediyorlar. İşte bunlar da medya ayağı ve asıl sizin üzerinizde baskı kurmak kamuoyunda algı oluşturmak için gizli bir örgütlenme içerisindedirler.
Hepsi bir yapıdır. Bakın bunlar ortaya çıkacak yakın zamanda FETÖ denen Cemaat üzerinden tasfiye oldu çıktı. Yine çıkacak şu anda devlet içerisinde, yargıda, bürokraside, siyasette, medyada ve iş dünyasında gizli bir yapılanma vardır. Derin devlet yapılanması diyeceğim ama derin de değil ortadadır. Aleni bir şekilde yapılıyor ama bunlar ağır suçlardır. Türkiye toplumu bu gidişatı kabul etmeyecek düzeltecektir. Toplum el ele verip düzeltecektir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararına mahkemenizin uymasını istiyorum. Hem siyasi tutuklu olduğumun burada tescili ve duruşmada olamamamın nedeninin siyasi tutuklu olarak hapishanede tutulmam olduğunu tespit etmesini aynı zamanda 83/1 nedeniyle de ifade özgürlüğümün kısıtlandığını, parlamentodan konuşmalarımın istenmesi gerektiğini karar altına almanızı istiyorum.
Aslında doğru olan şu, sizin ihlal edilen soruşturmaya bakıp şunu demeniz lazım: Bu konuşmaların parlamentoda yapılıp yapılmadığına bakılmaksızın “siyaset özgürlüğü” olarak görüyorum. Nitekim İstanbul’da bir mahkeme bu kararı verdi. Hiç parlamentodan istemedi bile. Dedi ki; “Burada bir siyasetçinin sert eleştiri hakkı var.” Ve anayasa 83/1 diyor ki parlamentoda yapılmış konuşmalar dışarıda da tekrar edilmekle sorumsuzluk kapsamına girer. Bunun parlamentoda yapılıp yapılmadığına ben bakmam bile. Bu bir siyaset hakkıdır. Bir parlamenter, parlamento içinde de dışında da birbirini eleştirir, hükümeti özellikle eleştirir. Özellikle bunlar muhalefeti korumak için konulmuş bir maddedir dedi. Dolayısıyla davanın düşmesine karar verdi mahkeme beraat da değil düşme kararı verdi. Biliyorsunuz aslında sizin yapmanız gereken de buydu. Böyle bir eleştiri hakkını kullanmış bir muhalefet liderinin konuşmalarından dolayı yargılanması kabul edilebilir değil. Kim olursa olsun. Boğaziçi öğrencilerinin düşüncelerinden yargılanmasını, burada gerçekten öfkeyle izliyoruz. Ülkenin pırıl pırıl gençlerinin dövülmesini öfkeyle izliyoruz, kabul edemiyoruz. Kim olursa olsun düşüncesi, kimliği, inancı, efendim cinsel yönelimi ne olursa olsun bu ülkenin güvenlik ve yargı bürokrasinin temel görevi o insanların gösteri hakkını korumaktır. Olmuyor ama işte denetleyemiyor. Yürütmeyi denetleyemeyince kontrolden çıkıyor. Kontrolden çıkmış güç de sokaklarda insanlara zulmediyor. Soğan, patates üreticisi terörist ilan ediliyor. Neden çünkü denetleyemiyoruz. Beş tane firma ülkenin en büyük ihalelerini alıyor, yüzde 80’ini alıyor denetleyemiyoruz. Varlık Fonunu denetleyemiyoruz, oraya giriş yapan parayı denetleyemiyoruz. Neden çünkü sizin üzerinizden bize baskı kurmaya çalışıyorlar.
Neden denetlenmiyor onu anlatmaya çalışıyorum. İşte bu davaların amacı budur, bağlantıyı böyle kuruyorum. Yoksa konu dışı başka bir şey söyleyip sizleri zora sokmak istemiyorum. Yani korkuyorum da inanın biz sizi korumaya çalışıyoruz. Ne diyelim yani çünkü yargı çökerse, tuz kokarsa düzeltemeyiz. Bu ülkenin yargısını korumak zorundayız, yargıçlarını korumak zorundayız. Başka türlü nasıl düze çıkacağız? Ama sizlerin de bu konuda hiç değilse cesur olması, kararlarıyla yürütmeye, hükümete dur demesi lazım. Orada dur demesi lazım.
“Bu devlet bu ülke hepimizin malı ve biz de bu ülkeyi millet adına denetlemekle, ülkenin hukukunu millet adına korumakla yükümlü yargıçlarız” demeniz lazım. Şimdi dokunulmazlıklarımıza ilişkin Avrupa insan Hakları Mahkemesi (AİHM) Büyük Daire kararı başka bir ihlal maddesiyle tespit ediyor ve diyor ki “Başvurucunun ve diğer milletvekillerinin dokunulmazlıkları Anayasaya aykırı bir şekilde kaldırılmıştır.” Yani Anayasa ek 20’inci madde Mayıs 2016 anayasa değişikliğinden söz ediyor. Diyor ki “Dokunulmazlıklar Anayasa’ya aykırı bir şekilde kaldırılmıştır. Öngörülemez bir şekilde milletvekillerinin dokunulmazlıklarını ve konuşma özgürlüklerini sınırlandırıcı bir düzenleme yapılmıştır Anayasa’da” tespitini yapıyor. Büyük Daire kararını belki okumamışsınızdır. Çünkü davamız ile belki doğrudan bağlantılı değil. Ancak her bir kararı bütün yargı mensuplarını etkilediği için avukatlarım Türkçe çevirisini ve özetini de eminim ki size sunacaklardır. Oradan da bakmanızı istirham ediyorum. Ne diyor? Burada diyor ki, bu dokunulmazlık kaldırılma biçimi Cumhuriyet tarihinde görülmemiştir, kişiye özeldir ve geriye doğru yürütülerek açıkça Anayasa ihlal edilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bunu ifade ediyor. Şimdi sizin mahkeme olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) verdiği bu karara dayanarak şunu yapmanız gerekir. Davanın hemen durdurulması, Anayasa Mahkemesine söz konusu değişikliğin iptali için başvuru yapması ve bekletici sorun kabul ederek Anayasa Mahkemesinden karar çıkana kadar duruşmaya ara vererek davayı bekletmesi gerekir.
Neden? Çünkü mahkemenizin, herhangi bir hakimin şu kararı okuduktan sonra gereklerini yerine getirmesi lazım. Demesi lazım ki AİHM bize diyor ki Anayasa 90’ıncı madde gereğince de bir çelişki doğduğundan ulusal hukukla, bu karar esastır diyor. Anayasa 90. maddesi nettir. Mahkemenizin demesi lazım: Ben bu kararı okudum, inceledim baktım ki -işte yetki itirazımızı belirttik 83/1’de belirttik, hepsini dikkate almamız lazım aslında ama hangisini dikkate alırsanız anayasa değişikliği Anayasa’ya aykırı yapılmıştır, ek 20’inci AİHM kararında belirtildiği gibi Anayasa’ya aykırıdır. Bu durumda benim dosyamın sanığını bu durum netleşmeden yargılanmam mümkün değildir. Bu dokunulmazlık Anayasa’ya uygun kaldırılmamıştır. Eğer ben bu kişiyi yargılamaya başladığımda dokunulmazlığı kaldırılmamış idiyse - ki AİHM bunu söylüyor, demek ki siz beni tam 2 buçuk yıldır hukuka aykırı bir şekilde yargılıyorsunuz- o dönem yapılmış işlemlerin tamamı geçersiz sayılır.
Dokunulmazlığım varken yani 80/2’den söz ediyorum, 80/1’den değil. Bir sorumsuzluk anlattım. 80/2 diyor ki dokunulmazlık kaldırılmadıkça “tutulamaz, yargılanamaz, gözaltına alınamaz.” Ama yaptınız, yargıladınız. Çünkü dediniz Anayasa’ya ek 20’inci madde gereği dokunulmazlık kalkmış dediniz. Ama AİHM diyor ki “Hayır, kalkmamış dokunulmazlık.” Bu da çok önemli dolayısıyla bunu tanımanız lazım. Ya Anayasa Mahkemesine başvurun ek 20’inci maddeyi iptal edin ya da siz kendiniz doğrudan kabul edin AİHM kararını ve deyin ki ben bu kararı esas alıyorum.
“2018, 24 Haziran Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar da milletvekilliği devam ediyordu. O tarihten önceki bütün işlemleri geçersiz sayıyorum, yenileyeceğim o tarihten sonra milletvekili seçilmediği ve dokunulmazlığı otomatikman kalktığı için o tarihten sonra yapılmış yargılama faaliyetlerini geçerli sayıyorum” deyin yargılamayı baştan başlatın. Hatta tebliğ etmeden önce 83/1 incelemesi yapın, bu sorumsuzluk kapsamında mı değil mi konuşma bakın. Eğer 83/1 kapsamında ise düşme kararı verin veya iddianameyi iade kararı verin. Buna göre yargılama yapın. Dediğim gibi meseleyi Selahattin Demirtaş ve Asliye Ceza Hakimi arasındaki bir yargılama faaliyeti olarak düşünmeyin. Türkiye'nin demokratik geleceği ile ilgili bir kararı sizden talep ediyoruz.
Ha diyebilirsiniz ki kardeşim bütün bu memleketin yükü benim omuzlarıma mı düştü? Vallaha sizin omuzlarınıza düştü, kararları veren sizlersiniz. Bizi içeriye atan; muhalifleri, gazetecileri, basını, televizyonları kapatan yargı. Ne yapalım? O yüzden derdimizi size anlatıyoruz. Çözüm yolu da tarafsız ve bağımsız yargıdadır diyoruz. Ben şimdilik usule dair itirazlarımızı bu başlıklarla sınırlandırıyorum. Avukatlarım da bu konuda beyanlarda bulunacaklar.
Son olarak cezaevlerinde de sorunlar var, sıkıntılar var hem tecride karşı hem cezaevlerindeki uygulamalara karşı açlık grevi yapan arkadaşlarım var. Onların da taleplerini buradan dile getirmiş olayım. Selamlıyorum onları da. Teşekkür ediyorum hepinize. "