BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘Silahsız çekilme olmazsa güvenlik güçlerinin müdahale etmemesi yasal olarak mümkün değil’ şeklindeki söylemini değerlendirdi. Demirtaş, PKK'nın geri çekilmesi için yasal düzenlemeye karşı bu sürecin kerhen, çaktrımadan yürütülmesi ya da sadece kişisel güven duygusu üzerinden yürütülmesi anlamına geliyor. Bu sağlıklı bir yöntem değil" dedi.
BDP Eş Genel Selahattin Demirtaş, ‘Hükümetin bir kaç günde bir bu konulara ilişkin görüşünü değiştirmesi anlaşılır gibi değil’ dedi. . Başbakan Erdoğan’ın ‘Silahsız çekilme olmazsa güvenlik güçlerinin müdahale etmemesi yasal olarak mümkün değil’ şeklindeki söylemi Demirtaş’a göre denklemi değiştirme riski taşıyor.
Abdullah Öcalan'nın serbest bırakılmasının gündemde olmadığını da belirten Demirtaş, Abdullah Öcalan'nın İmralı görüşmelerinde bu konuyla ilgili ne söylediğini aktardı. Demirtaş, Öcalan'nın ‘Mesele benim özgürüğüm değil. Devlet bana bu hafta, bu ay serbest kaldın dese bile buradan çıkmam. Ben politik bir insanım ve politik düşüncelerim nedeniyle buradayım. Eğer bir gün çıkacaksam toplumun özgürlüğü ve demokrasi sağlandığında çıkarım. Ama mesele gelip benim özgürlüğüme kilitlenirse bu doğru olmaz’ söylediğini ifade etti.
BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın, Hürriyet gazetesinden Cansu Çamlıbel'le söyleşisi şöyle:
PKK’lıların sınır dışına çekilmesi meselesinde tam neredeyiz? Geçen hafta hükümetten gelen ısrarlı ‘yasal değişiklik olmayacak’ açıklamaları kafa karıştırdı. Bu sadece geri çekilecek PKK’lileri ilgilendiren bir konu değil aslında. Bugüne kadar parlamento defalarca sınır ötesi tezkeresi çıkardı. Savaşla ilgili defalarca karar almış bir parlamento, bir defacık olsun barışa dair bir karar almakta niye tereddüt gösteriyor? Bu barışa destek olma kararı, parlamentonun bu yönde Türkiye toplumuna karşı sorumluluğudur. Bu işin aleniyet kazanması, şeffaflaşması parlamentoya mal edildiği sürece sağlanabilir. Yüzyıllık bir sorunun, Türkiye’nin demokratikleşme meselesinin nasıl çözüleceğine dair, hangi takvimle nelerin yapılacağına dair bir yol haritası açıklamak herkese güven verir. Parlamento ayağı da bu yol haritasını destekleyecek yasal düzenlemeleri yapmaktır. Bu yasanın çıkmasını istememek veya böyle bir yasal düzenlemeye karşı çıkmak bu sürecin kerhen yürütülmesi, bu sürecin çaktırmadan yürütülmesi gibi bir anlama geliyor. Ya da sadece kişisel güven duygusu üzerinden yürütülmesi anlamına geliyor ki bu hiç kimse açısından sağlıklı bir yöntem değil. Bu yasa meselesi BDP’nin bir dayatması falan değil. Bu konuşulmuş bir durum olduğu için biz ifade ediyoruz. Biz süreç bu en kritik aşamasında tıkansın istemiyoruz.
Konuşulmuş derken, yasal düzenlemenin Öcalan’ın sizden evvel MİT ile yaptığı görüşmelerde konuştuğu bir unsur olduğunu söylüyorsunuz.
Evet, öyle anlaşılıyor ki bu Sayın Öcalan ile heyet arasında konuşulmuş bir konu. Ama buradan hükümet bu konuda taahüt ya da garanti vermiştir anlamı çıkmıyor tabii. Hükümet bu konuları biraz kapalı yürütmeyi bir taktik olarak sürdürüyor. Ama bunun giderek değişmesi gerekir. Ortada kaygılanacak bir durum yok, gayrı meşru bir iş yapılmıyor, ahlak dışı bir iş yapılmıyor. Hükümet, varsa planını, projesini toplumla paylaşırsa herkes açısından daha rahatlatıcı bir süreç olur. Hükümette biz bu noktada bir sıkıntı görüyoruz.
Ama bir yandan da Adalet Bakanı, Bekir Bozdağ, Yalçın Akdoğan ve tabii Başbakan ‘Yasal düzenleme yok’ derken çok kesin ifadeler kullanıyor. BDP heyetinin üçüncü İmralı ziyaretinin ardından Öcalan ile devlet arasındaki görüşmelerde bu yasal düzenleme konusunda başka bir anlaşmaya varılmış olabilir mi? Sizin bilmediğiniz bir anlaşma.
Bir anlaşma demeyelim de yeni bir durumla ilgili bir konuşma yapılmış olması mümkündür. Olasılık dışı değil tabii ki. Bu birinci aşama için yani geri çekilme aşaması için tarafların bu konudaki mutabakatı siyaseti de bağlar. Bizim ‘Yasa çıkmadan geri çekilmeyin’ gibi bir baskımız olmaz. Ama en makulü, en gerçekleşebilir olanını hepimizin bu aşamada savunması lazım. Ama dediğiniz durum ihtimal dahilindedir.
‘Biz süreci tıkamayız’ diyorsunuz ama Murat Karayılan’ın son açıklamalarına bakılırsa Kandil yasal düzenleme için epey direnecek gibi gözüküyor. O zaman nasıl bir tabloyla karşılaşırız? Herşey başa mı döner?
Tabii ki bu aşamanın ve bu çağrının birinci derecede muhatabı olarak Kandil ve Sayın Karayılan şunu belirtiyorlar; ‘Biz önderliğimizle varılan mutabakata bağlıyız. Öcalan’ın kararı bizim kararımız’. Bunu söyleyenlerin bundan sonraki yaklaşımının da farklı olacağını düşünmüyorum. Ama kendilerinin kaygılarını, hassasiyetlerini belirtiyorlar. Şöyle bir zorluk yaşanıyor; devlet Abdullah Öcalan ile istediği zaman görüşüyor, Kandil sadece BDP aracılığıyla yine devletin istediği zaman görüşebiliyor. Bu diyalog mekanizmasının biraz daha kolaylaştırılması lazım. Ayda yılda bir yapılan Ada ziyaretleriyle bu güvensizlikleri aşmak zor gibime geliyor. Ama yine de Sayın Öcalan bir mektup yazdığında, bir çağrı yaptığında KCK yönetiminin bu ciddiyetle değerlendireceğini düşünüyorum. Tabii yine kararı kendileri verecektir.
Karayılan “30 yıldır savaşanlar gel derseniz de hemen gelmezler” diyor.Velev ki Öcalan ‘yasal düzenlemesiz çekilme’ dedi, Karayılan da yine mutabık kaldı. “Gel desek de gelmezler” dediği PKK’lılar arasında süreci sabote edecek kesimler olabilir mi? Farklı kanatlar sıkıntı yaratır mı?
Bunların hepsi olasılık tabii ama Ada’da sayın Öcalan ‘Yasa değişikliği olmadan da çekilme başlayabilir’ gibi bir çağrı yaparsa bu KCK içinde bir bölünmeye veya bir ayrışmaya yol açması ihtimalini çok zayıf görüyorum. Bugüne kadar KCK tümüyle Öcalan’ın arkasında oldu. Bu saatten sonra yeni bir tartışmanın çıkacağına hiç ihtimal vermiyorum. Burada Kandil şunu anlatmaya çalışıyor; bizim de bir örgütsel yapımız var ve bu örgütsel yapı da bir şekilde doğrudan temas kurmak istiyor Ada’yla. Bunun yolu yöntemi bulunursa bu bizim işimizi kolaylaştırır demeye getiriyor. Yoksa sözümüzü dinlemeyecek gruplar var şeklinde bunu ifade etmiyor.
Bu hafta BDP yönetiminin tekrar bir İmralı ziyareti gündeme gelebilir mi?
Olabilir, bu güçlü bir olasılıktır ama şu saate kadar bize iletilmiş herhangi bir bildirim yok. Eğer süreç hızlı ilerlesin isteniyorsa bu konuda hızlı hareket etmekte fayda var.
Yasal düzenleme konusundaki tartışmaya Başbakan Erdoğan başka bir boyut daha ekledi. Silahını bırakmadan geri çekilen PKK’lılara güvenlik güçlerinin müdahale etmemesinin söz konusu olamayacağını söyledi. Bu yaklaşım süreci nasıl etkiler?
Hükümetin bir kaç günde bir bu konulara ilişkin görüşünü değiştirmesi anlaşılır gibi değil. Eğer silahlarını bırakıp gitmeyi bir şart olarak şu andan itibaren ortaya koyarlarsa, bu durum yeni bir durum olabilir ve yeni tartışmaları beraberinde getirir. Sayın Başbakanın bu açıklaması önümüzdeki döneme dair risk yaratan bir açıklama olmuştur. Yarın bir gün askeri bir birlik geri çekilmekte olan silahlı PKK’lileri vurursa bu Sayın Başbakanın bu açıklamasına dayandırılmış olacak. Bu konuların çok daha açık ve şeffaf bir şekilde konuşulması ve hukuki güvencelerle yürütülmesinde biz her halükârda fayda görüyoruz.
Tutanaklarda gördüğümüz kadarıyla TBMM’nin sürece müdahil olması Öcalan’ın da altını çizdiği unsurların başında geliyor. Hükümet Parlamentosuz biz bu işi çözeriz havasında. CHP ve MHP zaten şu haliyle işin tam karşısında. Hal böyle iken bu süreç nasıl işleyecek? Daha başlamadan tıkanırsa nasıl olacak? Bu kilidi bir şekilde açmamız lazım tabii, daha başındayken böylesi bir aşamada sürecin tıkanması ya da bitmesi tartışmalara katkı sunmaz.
Bitebilir mi? Böyle bir risk var mı?
Hayır, bu aşamada süreç tıkandı bitti gibi bir değerlendirmeyi doğru bulmam. Ama bu tür süreçlerin beklenen krizleridir, öngörülebilir krizleridir bunlar. Siyasetin işi de bütün bunlara çözümler üretmektir. Yoksa daha ilk tartışmada yelkenleri suya indireceksek hiç kimse bu barış sürecine girmesin o zaman. Daha yaşanan ilk tartışma herkeste hayal kırıklığı yaratıyorsa bu siyasetin eksikliğidir. Siyasetin bu işin olacağına dair kamuoyuna daha güçlü bir mesaj vermesi lazım. Biz bu işi hep birlikte aşmak, süreci sağlıklı bir rotaya sokmak zorundayız.
Başbakan kişisel olarak insiyatif almalı mı? Liderlerle görüşme turları mesela. Bunların faydası olur mu?
Tabii Sayın Başbakanın kendi takdiridir ama hem kamuoyunun bilgilendirilmesi hem muhalefet partilerinin bilgilendirilmesi tabii ki bazı kriz noktalarının aşılmasında etkili olabilir. Direnç noktalarının önemli bir kısmı belki de sürece dair bilgisizlikten veya bilgi eksikliğinden kaynaklıdır. Bunu gidermekte birinci derecede hükümetin yetkisi ve sorumluluğundadır.
MHP nasıl ikna edilir ki?
Öcalan’ın 1999’ta yaptığı geri çekilme çağrısı üzerine MHP Meclis Grup Başkanvekili Ömer İzgi bakın ne demiş: Bu demeç karşılık bulursa ülke için iyi olur. Böylece oradaki insanlarımızın daha fazla mağdur olması önlenir. Meclis İdare Amiri MHP’li Ahmet Çakar, ‘Bu çağrıya uyulursa yeni cinayetlerin işlenmesi önlenir. BU çağrı akan kanın durmasına katkı sağlar’ demiş. Bugün de parlamento bu sürece gerçekten sahip çıkarsa ve akan kanın durması konusunda ciddi rol oynarsa, ikinci aşamada yani Türkiye’nin demokratik standartlarının yükseltilmesi aşamasında çok daha fazla katkı sunabilir. Parlamentonun bu tarihi rolünü oynamasına engel olan partiler ilerde halka karşı hesap vermek zorunda kalırlar.
Kürt hareketine yakın isimlerden, hatta kendisi Kürt olan bazı yazarlar ve aydınlardan da Mithat Sancar, Bejan Matur, Cengiz Çandar. ‘Bu iş o kadar kolay olmaz’ yorumları yapınca barış karşıtlığıyla suçlandılar. Siz bu yorumları nasıl değerlendirdiniz?
Bunların çok önemli bir kısmı, neredeyse tamamına yakını dostça eleştiriler. Aslında bu çevrelerin yaptığı uyarılar barışa duyulan özlemin ve sorumluluğun bir gereği gibi algılanmalı. ‘Demokratik sol kesimler, Aleviler, liberal kesimler, barış istemiyorlar, barış karşıtılar’ gibi değerlendirmeler çok büyük haksızlık olur. Bu çevreler barışı öylesine istiyorlar ki bu süreç bozulmasın diye yerinde uyarılar yapma sorumluluğu hissediyorlar. Barış için, akan kan dursun diye yıllarca yazıp, çizmiş, uğraşmış, mücadele etmiş çevreleri yaptıkları ilk eleştiride barış düşmanı ilan etmek çok büyük haksızlık olur. Biz onların eleştirilerini dikkatle izliyor ve uyarılarını tartışıyoruz. Haklı olanlar var, haksız olanlar var ama hiçbirini elimizin tersiyle itmiyoruz.
Başbakan Erdoğan’ın ‘tartışmalıyız’ dediği eyalet sisteminin sizin demokratik özerklik dediğiniz kavramla örtüşen herhangi bir yanı var mı?
Sayın Başbakan’ın eyalet (federatif) sistemini tartışmaya açmış olmasının süreçle doğrudan bağlantılı olduğunu düşünmüyorum. Hangi yetkileri içeren bir federatif model önerdiğini bilmediğimiz için bizim özerklik modelimizle karşılaştırmasını yapmamız imkânsızdır. Ama şu da bir gerçektir ki; şu andaki devlet yönetim modeli toplumun ihtiyaçlarını karşılamıyor. Yeni ve daha demokratik bir model üretmek gerektiği açıktır.
Başbakan Osmanlı’daki Lazistan, Kürdistan eyaletlerine atıfta bulundu. Siz BDP olarak bu konuyu hükümet ile ya da Öcalan ile tartıştınız mı?
Hayır, ne bizim ne Sayın Öcalan’ın gündeminde bu tartışma yoktur. Devlet heyetiyle konuştuğunu da sanmıyorum. Bu tartışma sürecinden ve diyalog aşamasından bağımsız bir tartışmadır.
Başbakan Erdoğan’ın tarif ettiği akil insanlar komisyonu sizin bugüne kadar savunduğunuz perspektife uyuyor mu?
Doğrusu Sayın Başbakan’ın ortaya koyduğu akil insanlar perspektifi bizim önerimizle örtüşmüyor. Bir defa akil insanları tek başına Sayın Başbakan’ın belirlemesi gibi durum bu komisyonun ruhuna aykırı olur. Böylesi bir komisyonu destelemek isteyen bütün partiler bu komisyona öneri yapabilmelidir. Ve bütün partiler komisyona meşruiyet sağlayacak bir siyasi destek sunmalıdır. Ancak bu komisyon, meşruiyetinin asıl gücünü toplumsal vicdandan almalıdır. Ve komisyonun tek görevi de süreci kamuoyuna anlatmak olmamalıdır. Bu komisyon aynı zamanda geri çekilme aşamasında bir gözlem gücüdür, olası provokasyonlara karşı bir müdahale gücüdür, müzakerelerde olası tıkanmalara karşı da bir arabulucu güçtür. Ve siyasi angajmanı olmayan bir komisyon olmalıdır. İçinde eşit temsil hakkına sahip kadınlar, farklı etnik kesimlerin temsilcileri ve zamanını bu işe ayırabilecek, emek harcayabilecek gönüllü kişilerden oluşmalıdır diye düşünüyoruz.
300 kişilik bir Türk aydın grubu da tam ters istikametten Türk milletine bir çağrı yaptılar. Vatandaşlık tanımında kesinlikle bir değişiklik olmaması gerektiği yönünde güçlü vurgu var o çağrıda. Tabii bu çevreler kendi düşüncelerini açıklıyorlar, buna hakları var. Ama bu çağrıyı yapan çevrelerin bu sorunun çözümüne dair fikirlerini de dinlesek çok daha değerli olur. Tamam, öyle olmasın da nasıl olsun? Mevcut durumla gitmiyor bu iş. Bu barışı nasıl sağlayacağız? Kendileri de bir çıkış yolu önersinler. Çözüme katkı sunan bir yaklaşım değil.
‘Türk milleti kavramının bir üst kimlik olarak muhafazası’ diye bir vurguları var. Bu Kürt siyaseti açısından kabul edilebilir bir şey olur mu?
Bunu söyleyen akademisyenler, aydınlar bunun gerçekten böyle olduğuna inanıyorlar mı? Kendilerini imzaladıkları bildiriyle birlikte Hakkari’ye davet ediyorum. Hakkari meydanında o bildiriyi okusunlar. Acaba o Türk milleti üst kimliği oradakileri kapsıyor mu yerinde bir görsünler. Bu olmamış, başarılamamış bir şeydir. Türk milleti kavramı bu ülkede bir üst kimlik haline gelmemiştir, gelememiştir. Halen bu ülkede yurt dışındaki soydaşlarımız derken etnik olarak Türklerden söz edilir. Bu ülkede halen yurt dışındaki Türklerle işbirliği kurumu vardır ki sadece dış dünyadaki etnik Türklerle ilişki kurar. Dolayısıyla devletin kendisi de etnik Türk anlayışı üzerine kuruludur. Milletin kendisi de etnik Türk anlayışı üzerine kuruludur. Bir etnisite alt yapısı oluşturulmuş, kurumsallaşmış bir kavramı ‘Bugün üst kimlik olarak tanımladık ve bunu da imzaladık’ deyip işi çözmek mümkün değil. Bu çevreler, başka öneriler de yapsınlar biz de anlamaya çalışalım. Bu haliyle olmuyor ama.
Öcalan’a özgürlük ya da ev hapsi meselesi sürecin kaçıncı aşamasıdır?
Bu konuda İmralı’da yaptığımız görüşmede kendisinin somut olarak söylediği hiçbir şey yoktur. Sadece oranın çalışma ve görüşme koşullarında çalışmalarını yürütmesinin neredeyse imkansız olduğunu söyledi. Hatta şunu söyledi: ‘Mesele benim özgürüğüm değil. Devlet bana bu hafta, bu ay serbest kaldın dese bile buradan çıkmam. Ben politik bir insanım ve politik düşüncelerim nedeniyle buradayım. Eğer bir gün çıkacaksam toplumun özgürlüğü ve demokrasi sağlandığında çıkarım. Ama mesele gelip benim özgürlüğüme kilitlenirse bu doğru olmaz’.
Öcalan’ın Nevruz mektubundaki ‘İslam bayrağı altında yaşama vurgusu’ özellikle sol çevrelerde çok eleştirildi. Sizler açısından da kıymetli bir isim olduğunu bildiğimiz İsmail Beşikçi bunun Ak Parti’nin tezlerine yakın durmak adına yapılan ve neo-Osmanlıcılığa da çalan bir vurgu olduğunu söylüyor. Kürt hareketine hiçbir katkısı olamayacağını savunuyor.
Bir defa Beşikçi Hoca değerli bi aydındır, çok bedel ödemiş, düşüncelerini hakkıyla yaşamıyla ortaya koymuş bir aydındır. Elbette ki bu konuyla ilgili hepimiz kadar, belki bizden daha fazla konuşma hakkı vardır. Ama oradaki eleştirilerini bir yanlış anlama sonucunda yaptığını düşünüyorum. Bir yanlış anlama üzerine belki Beşikçi hoca bunları söylüyor. Sayın Öcalan mektubunda bir gelecek sunma perspektifi adına onu belirtmiyor. ‘Gelin Türkler ve Kürtler İslam bayrağı altında yaşayalım’ demiyor. Tarihi bir referans atfı olarak onu belirtiyor. O dönemin hukukunda katliam yoktur, İslamın hukukunda zorla asimilasyon yoktur. Fakat bu hukuka uyulmadığını ve sorunların da aslında buradan çıktığını mektubun başka paragraflarında ifade ediyor. Yoksa bir vizyon olarak bunu ortaya koymuyor.
Öcalan’ın o mektupta PKK’nın çıkış noktası olan bağımsız ve birleşik bir Kürdistan yerine önerdiği yeni model nedir?
Sayın Öcalan çağrısında ‘Geçmişimize bir sünger çekelim’ demiyor, ‘Geçmişteki hatalarımızdan ders çıkartalım’ diyor. Bunu sadece Kürtlere ya da Türklere söylemiyor. Bu coğrayada yaşamış, yaşamakta olan, acı çekmiş, egemenlik kurmuş, kurmamış herkese çağrı yapıyor. ‘Gelin Mezopotamya’daki köklerimize uygun olarak birlik olalım’ diyor. Yoksa bir devlet modeli önermiyor. Bağımsız ya da federatif bir devletten önce bunun felsefi alt yapısını anlatıyor. ‘Bizim köklerimizde bunlar var, 21. yüzyılda bunu güncelleyelim. Bunun yönetim modeli olarak da Avrupa Birliği’ne benzer bir Ortadoğu birliği, esnek sınırlar, esnek vergi politikaları ve yoğun sosyal kültürel ilişkilerle bir yönetim modeli ortaya çıkarabiliriz. Dicle, Fırat su havzası bunun başlangıcı olabilir’ diyor.
Bu Ortadoğu birliği modeli Türkiye’nin üniter yapısı korunarak söz konusu olabilir mi?
Elbette, buna aykırı bir şey değil. Katı merkezi devlet anlayışının, sınır anlayışının esnetilerek biraz daha AB modeli esas alınarak yapılabileceğini düşünüyor. Bunu öneriyor aslında. Bunu bir talimat olarak da söylemiyor. ‘Tartışalım, sadece silahların bırakılması çağrısı olarak kalmasın, buna da vesile olsun. Kalıcı olarak bölgedeki bütün çatışmaların bitmesine yol açacak bir süreci birlikte başlatalım’ diyor. Bir vizyon sunmaya çalışıyor. Sayın Öcalan’ın ilk defa ortaya koyduğu bir şey değil ya da ilk defa Öcalan’ın ortaya koyduğu bir şey değil.
Ortadoğu birliği meselesini devletle yaptığı görüşmelerde de konuşmuş gibi bir izleniminiz oldu mu?
Onu bilemiyorum. Net olarak evet de hayır da diyemeyeceğim. Biz kendi görüşmemizde konuştuk, tartıştık. Ama heyetle konuşup konuşmadığını bilemiyorum.
Hükümetin dış politikasında da bölge liderliği söylemi, komşularla sınırları kaldırma hedefi önemli unsurlardı. Sizce o açıdan kesişen bir taraf var mı hükümetin çizgisi ile Öcalan’ın önerdiği bu model arasında?
Sayın Davutoğlu’nun buna benzer, bunu çağrıştıran açıklamaları oldu. Diyarbakır gezisinde buna benzer şeyler söyledi. Ama Sayın Başbakan Şangay Beşlisi’nden bahsetti. O yüzden hükümetin kafasındaki ile net bir bağlantı kurmak zor.
Sürecin en büyük riskleri nelerdir?
İçerde ve dışarda bu süreçten memnun olmayanlar vardır, olacaktır. Bu süreçten rahatsız olan uluslararası güçler de olabilir. Bunlar bu süreci bozmak için şok etkisi yapacak suikastlerden, katliamlara kadar herşeyi yapabilir. Paris’teki katliamlar bir örneğiydi. Bunun benzeri önümüzdeki dönemlerde de yaşanabilir. Ne kadar şok edici olursa olsun işin tarafları ilerleme iradesini bozmuyorsa, kesinlikle yürümek gerekir.
Uluslararası güçler derken tam olarak hangi ülkelere işaret ediyorsunuz?
Hiçbir devlet resmi politika olarak Türkiye’deki süreci bozma kararı almaz. Ama her ülkenin kendi içinde farklı güçler olabilir. Bu Amerika’da da olabilir, Avrupa’da da olabilir. Uluslararası sermaye kesimleri, siyaset üstü güçler vardır. O nedenle sürece karşı kimin nerede, nasıl bir provokasyon yapacağını kestirmek zordur. Her ülkede bu potansiyel olabilir. Çünkü bölge halklarının lehine gelişecek bir çözüm Türkiye’nin güçlenmesine yol açar. Kürtlerin ve bugün resmi olarak var olan Kürdistan bölgelerinin güçlenmesine yol açar. Bunlar birbirine düşman değilse buradan çok büyük bir güç ortaya çıkar. Ortadoğu’da böyle bir süper gücün oluşmasından herkes memnun olmayabilir.
Sayın Öcalan’ı daha yaşlı bekliyordum, fiziken daha çökmüş olabilir gibi düşünüyordum ama beklediğimden daha dinç ve dinamikti. Gözleri sürekli yaşarıyor. Siliyor mendille, kapalı tutuyor gözlerini. Uzun süredir bu problemi var zaten. Onun dışında başka bir sağlık problemi yok. Düşünce sistematiği açısından da inanılmaz derecede zihin açıklığı içindeydi, hafızası son derece güçlü. İki üç yıl önce ben kızım Delal’i Kürtçe dil kursuna göndereceğim demiştim ve andımızı okutmayacağım demiştim. Bunu hatırladı. Çocuklarla ilgili konuşurken Sırrı Sakık’ın oğlu nedeniyle baş sağlığı diledi. Onun üzerinden de çocukların kültüründen, tarihinden koptukça intihara daha meyilli hala geldiklerini anlattı.