HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın "Türkiye Cumhuriyet hükümetini, yargı organlarını, askeri veya emniyet teşkilatını alenen aşağılama" iddiasıyla yargılandığı davada ifade verdi. Edirne Yüksek Güvenlikli F Tipi Cezaevinde tutuklu bulunan Demirtaş, duruşmaya Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) üzerinden katıldı. Demirtaş'ın yanında avukatları da hazır bulundu.
Demirtaş, hakkındaki davanın ciddiyetsiz olduğunu ifade ederken "Bu yargılamada biz hiç savunma yapmasak, avukatlarım ve ben hiç konuşmasak belki beraat kararı verebilirsiniz" dedi. Demirtaş savunmasında "Ama madem 102 dosya birleştirilmek suretiyle hakkımızda yaygara koparıldı, biz gerçekten azılı teröristmişiz gibi tutuklandık, madem bu kadar ciddi bir şekilde Türkiye siyasi krize girdi, o halde biz de bu dosyalarda çok ciddi savunmalar yapacağız" ifadelerini kullandı.
Demirtaş, 4 Kasım'da tutuklanan 10 milletvekilinin tek kişilik hücrelerde tutulduğunu belirterek "Adeta intikam alır gibi cezalandırılmak isteniyoruz. Biz bunu kabul edemeyiz" diye konuştu. "Biz halkın, milletin temsilcileriyiz" diyen Demirtaş "Türkiye’nin parçasıyız. Bizim düşüncelerimizi beğenseler de beğenmeseler de eleştirseler de onların hepsine saygı duyarız" ifadelerini kullandı.
Demirtaş’ın ifadesi şöyle:
Ben şu anda Edirne F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi İnfaz Kurumu’ndayım. Hakkımda 20’ye yakın şehirde, 102 civarında soruşturma ve dava var. Bu soruşturma ve davalar nedeniyle savunmalarımı SEGBİS vasıtasıyla yapmak zorundayım. Zira tutukluyum ve tek başıma 45 gündür hücrede tutuluyorum.
Burası bir tutukevi değil, bir ceza infaz kurumudur. Avukatlarımla yaptığım görüşmeler dahi ses kaydına alınıyor ve avukatımla görüştüğüm sırada yanımızda bir ceza infaz memuru hazır bulunuyor. Ayrıca tutuklanmadan önce başlayan sağlık sorunlarım devam ediyor ve burada sağlıklı tedavi imkanım da bulunmamaktadır. Ben ve tutuklu tüm milletvekili arkadaşlarım aynı durumdayız. Tüm bu hususlar nedeniyle yüz yüze mahkemede bulunarak savunma hakkımı kullanamıyorum.
Çok istismar edildi, denildi ki; “HDP milletvekilleri yargıya kafa tuttu, ifade vermeyeceğiz dediler”. Burada açıklığa kavuşması için belirtmek istiyorum; bizim yargıya kafa tutmamız söz konusu değil. Tam tersine yargısız infaza karşı, hukuksuzluğa karşı, siyasi olarak AKP’ye kafa tutmamız söz konusu. Denildi ki; “siz yargıyı hiçe sayıyorsunuz, Anayasa’yı hiçe sayıyorsunuz”. Biz, “yargının onurunu korumak adına bu hukuksuzluğa alet olmayacağız” dedik. Dolayısıyla biz, “ifade vermeye gitmeyeceğiz” derken, “yargıyı tanımıyoruz” demedik, “sizin yargıya müdahalenizi tanımıyoruz” dedik.
AKP’nin yargıyı nasıl ayaklar altına aldığı, duruşma esnasında hakimleri nasıl tutuklattığı, yargıç ve savcıları gece lojmanlarda çocuklarının gözü önünde tartaklayarak nasıl gözaltına aldıklarını, benim bulunduğum cezaevi dahil, birçok cezaevinde yargıç ve savcılara nasıl kötü muamele yaptıklarını görüyor, tanık oluyorum.
Yargıya kafa tutan, yargının onurunu ayaklar altına alan, Anayasa'yı hiçe sayan biz değiliz. Biz yargıya kafa tutmak için “ifade vermiyoruz” demedik. Bu bir siyasi operasyondur ve biz, AKP’ye kafa tutuyoruz. Bunun için kurulmuş bir muhalefet partisiyiz. Bizim yargıya, bizim adil ve bağımsız yargıya saygımız sonsuzdur.
Siz şu anda cübbenizle oturduğunuz koltukta, yargı erkini temsil ediyorsunuz. Ben de şu anda tutuklu bulunduğum cezaevinde devletin başka bir erkini, yasamayı temsil ediyorum. Evet, siz yargılama hakkınızı savunacaksınız ama ben de halkın bana verdiği yetkiyi kullanmak açısından kendi hakkımı savunmak durumundayım. Benim dokunulmazlığım şu anda devam ediyor. Parlamento’da konuşma yapma hakkım var, Genel Kurul’a katılma hakkım var, soru önergesi verme hakkım var. Fakat yargının gücü mü önemli, yasamanın, milletvekilinin halktan aldığı yetki mi önemli tartışması yapmak durumunda kalıyoruz. Bana göre güçler ayrılığı ilkesi gereğince, evet yargının adil bir şekilde Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı başta olmak üzere, sıradan yurttaşa kadar herkesi yargılama hakkı vardır, ama yasamanın da, halkın verdiği yetkiyle, halkın hakkını korumak ve hükümeti denetlemek hakkı vardır.
Bizim dokunulmazlığımız geçmişe doğru kalktı. Geleceğe doğru kaldırılmadı. Usul budur. Fakat bize bu hak verilmedi. Dokunulmazlık geçmişe doğru kaldırıldığı için, bizi ancak geçmişte yargılayabilirsiniz. Şu anda Anayasa’nın 83. maddesi tümüyle yürürlüktedir. Deniliyor ki, sadece o tarihe kadar olan dosyalarla ilgili sizin yargılama yetkiniz var. Doğru, yetkiniz var, ama benim de yasama faaliyetimi yürütme yetkim var. Burada hangimizin yetkisi birbiriyle nasıl çelişecek ve bunu nasıl uzlaştıracağız?
Şunu ısrarla belirtmek istiyorum, bizler Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Parlamentosu’nun üyeleriyiz. Evet, iktidar partisi ve diğer partilerle siyasi düşüncelerimiz aynı değil, olmak zorunda da değil. Ancak sizler de yakından izliyor ve görüyorsunuz. Ülkemizin bu kadar kritik bir dönemden geçtiği ve gerçekten de büyük felaketlerin kapımıza dayandığı bir dönemde, biz sadece parlamenterler olarak siyaset yapma hakkımızı kullanmak istiyoruz.
Bakın şu kadar ciddiyetsiz bir davada bugün huzurunuzdayız. Ben isterdim ki, bizim gibi ciddi siyasetçilere karşı savcılık da ciddi bir iddianame hazırlasın, ciddi bir hazırlık yapsın. Böylesine gayrı ciddi bir soruşturma ve iddianameyle, böylesine gayrı ciddi bir soruşturma ve kovuşturmayla size gelmiş olmaları yargıya, mahkemeye hakarettir. Devletin enerjisini boşa harcamaktır. Bunlar bizim hak ettiğimiz, ülkemizin hak ettiği, toplumun hak ettiği uygulamalar değildir. Kaldı ki, biz hep şunu söyledik; yargıyı bağımsız, adil, rahat, hızlı çalışabilir kılmak hepimizin boynunun borcu ve görevidir.
Beni yargılayacak herhangi bir yargıcın benim politik kimliğim ve düşüncemden bağımsız bir şekilde, kanuna göre beni yargılamasını çok arzu ederim. Çünkü bütün vekillerimizle birlikte aklanacağımdan şüphem yoktur. Bizim çekindiğimiz şey, hali hazırda 3500 yargıç, savcının görevden el çektirildiği, tutuklandığı ve her hakim ve savcının “acaba beni ne zaman tutuklayacaklar” kaygısıyla duruşmalara çıktığı bir ortamda, ben nasıl adil yargılandığımdan emin, içim rahat bir şekilde savunma yapabilirim ki?
Anayasa'ya aykırı bir düzenleme yapıldı parlamentoda. Eğer dokunulmazlığın kaldırılması usulünde Anayasa’nın 83. maddesine riayet edilseydi, bu dosyayla ilgili öncelikle Adalet ve Anayasa Karma Komisyonu’nda savunmam alınacaktı. Ve belki de oradaki komisyon diyecekti ki; “Bu dosyada dokunulmazlığın kaldırılmasına hiç gerek yok. Bu çok uyduruk bir dosya, bunu bir kenara atalım”. Ya da benim Genel Kurul'da tek tek her dosyayla ilgili Parlamento’da savunma hakkım olacaktı. Ve ben bir hukukçu olarak diyecektim ki, “Değerli milletvekili arkadaşlarım, bakın bu dosya uyduruk bir dosya, bu fezleke gerçekten de çok iyi düzenlenmemiş, hazırlıksızdır, içeriği şudur, buradaki konuşmanın amacı şudur, takdir sizindir”. Ve belki milletvekili arkadaşlarım, “burada dokunulmazlığın kaldırılmasına gerek yok” diyeceklerdi. 102 dosyayla ilgili tek tek savunma yapma hakkım vardı. Diğer milletvekillerimizin de öyle. Bu elimizden alındı. Bu, başlı başına savunma hakkının ihlaliydi zaten.
Eğer bizim teklifimiz kabul edilseydi, tek tek dosyaları hızla ele alacak ve dokunulmazlıkları sonuna kadar kaldıracaktık. Gerçekten elinizde bilgi, belge, delil varsa da tutuklanmaktan asla korkmayacak, çekinmeyecek, buna itiraz bile etmeyecektik. Fakat maalesef Anayasa'ya aykırı, hukuku, Anayasa'yı ayaklar altına alan bir düzenleme yapıldı.
20 Mayıs’ta dokunulmazlıklarımız kaldırıldı, 4 Kasım’da tutuklandık. Bir gece yarısı 5 ayrı cumhuriyet başsavcısının yürüttüğü soruşturmada 10 milletvekilimizin evi aynı saatte basılarak, saat 01:20’de basılarak, aynı anda evlerimizden nezarete, gözaltına götürüldük.
Peki, 20 Mayıs’ta dokunulmazlığımız kaldırıldığında madem tutuklanmamız bu kadar elzemdi ve aceleydi, neden savcılar hakimler 4 Kasım'a kadar beklediler? Cevabı 3 gün önce Parlamento'ya sunulan başkanlık anayasa teklifindedir. Buna hazırlık yapıldı, psikolojik hazırlık. HDP’lilerin tutuklanmasıyla kamuoyunda milliyetçi oyların tırmanması, olası bir referandumda destek sağlanması için bir siyasi operasyona dönüştürüldü.
Tabii ki, sizler önünüzdeki dosyaya göre karar vereceksiniz. Ama bizim durumumuz budur. Ben ve arkadaşlarım 45 gündür psikolojik işkence altında tek kişilik hücrelerde tutularak, adeta intikam alır gibi cezalandırılmak isteniyoruz. Biz bunu kabul edemeyiz. Biz halkın, milletin temsilcileriyiz. Türkiye’nin parçasıyız. Bizim düşüncelerimizi beğenseler de beğenmeseler de eleştirseler de onların hepsine saygı duyarız.
Sadece bize oy verenlerin değil, tüm Türkiye’nin milletvekilleriyiz ve ülkemizin hem barışı için hem de bir arada yaşamak, birlikte özgür bir gelecek kurmak için kendi fikirlerimizi siyasetimizi hayata geçirmeye çalışıyoruz. Ülkemizde savaşı, şiddeti, bombayı, şehirlerde özellikle sivillere dönük terör de dahil her türlü eylemi durdurabilmek, önünü alabilmek için fikir üretiyoruz. Biz bunu hak etmedik.
Birileri saraylarda otururken, Türkiye’nin ilk cumhurbaşkanlığı seçiminde aday olmuş 3 kişiden biri olarak ben, burada 45 gündür tek kişilik bir hücrede tutulmayı halkım adına, onlara bir saldırı olarak görüyorum. Ben, Türkiye toplumunun Türk'üyle, Kürt'üyle barış içinde yaşaması için, ülkenin bütünlüğü içerisinde demokratik özgür çözüm bulabilmesi için canımı veririm. Değil 45 gün, 45 yıl tek başıma bir hücrede yaşayabilirim. Ama bize yapılan bu onursuzluğu asla kabul edemeyiz.
Bu yargılamada biz hiç savunma yapmasak, avukatlarım ve ben hiç konuşmasak belki beraat kararı verebilirsiniz. Bu dosyaya baktığınızda zannedersem bunu görebilirsiniz. Ama madem 102 dosya birleştirilmek suretiyle hakkımızda yaygara koparıldı, biz gerçekten azılı teröristmişiz gibi tutuklandık, madem bu kadar ciddi bir şekilde Türkiye siyasi krize girdi, o halde biz de bu dosyalarda çok ciddi savunmalar yapacağız.
Dolayısıyla avukatlarımın ve benim belirttiğim bu hususlar tarafınızdan dikkate alınır değerlendirilirse, bugün veya uygun gördüğünüz başka bir gün işin esasına dair de savunmalarımızı yapacağız.