Cumhurbaşkanı Selahattin Demirtaş, Trabzon ve Trabzonsporluların şike davası sürecinde ötekileştirildiğini belirterek, "Düşünün sizin ülkenizin parlamentosu, sizin oy verip seçtiğiniz milletvekilleri sizin aleyhinize çalışıyor, size haksızlık yapıyor, sizi ötekileştiriyor. Çaresiz hissederseniz kendinizi. Biz bu ülkeye ait miyiz değil miyiz? Başbakan yanımızda değil, meclis yanımızda değil, savcı-polis yanımızda değil. Bu duyguyu biz çok yaşadık" dedi.
Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş şike süreci ile Trabzonluların 'ötekileştirildiğini' belirterek, "Futboldaki kirlenme topluma zarar veriyor" dedi.
Cumhurbaşkanı Adayı Selahattin Demirtaş'tan spor, siyaset, şike süreci ve Karadeniz seçmeniyle ilgili olarak MedyaTrabzon'dan Cihan Arslan'a konuştu.
Demirtaş'a yöneltilen sorular ve yanıtları şöyle:
Sayın Selahattin Demirtaş, öncelikli olarak Karadeniz ve Trabzon halkına neler söylemek istersiniz?
Öncelikle sizler aracılığıyla sesimin ulaştığı her yere, tüm kardeşlerimize, tüm halkımıza bu Cumhurbaşkanlığı seçimleri süreci vesilesiyle en içten duygularımla selamlarımı ve sevgilerimi iletiyorum. Umut ediyorum ki Türkiye'nin Cumhurbaşkanlığı seçimi yeni bir yaşama; özlediğimiz birlikte, eşitçe, kardeşçe, barış içinde yaşamamıza vesile olur. Karadeniz halkı da buna katkı sunacak bir tutumla, bir dayanışmayla eminim ki tarihsel misyonunun gereğini yapacaktır.
Seçim süreci boyunca tüm toplumu kucaklayan bir tavır ortaya koydunuz. Karadeniz Bölgesi'nin yerel sorunları hakkında ne düşünüyorsunuz?
Karadeniz sert bir coğrafya, dağlık bir coğrafya. Tarım açısından çeşitliliğin az olduğu, tarımsal arazinin yetersiz olduğu ve nüfus artış oranının yüksek olması sebebiyle orada alternatif gelişme modeli uygulanmalıydı ama bu yapılmadı. Bu yapılmadığı için Karadeniz'de işsizlik oranı çok yükseldi ve dışarıya çok göç verdi. Türkiye'nin dışarıya en çok göç veren bölgesidir. Karadeniz'in bir çok ili neredeyse insansızlaştırıldı. İnsandan arındırdılar Karadeniz'i. Bu önemli ölçüde bilinçli olarak yapıldı. Çünkü; Karadeniz'in doğasına büyük sermaye kesimleri el koymak istiyor. Orada insanlar yoğun bir şekilde yaşadığı müddetçe bunu yapmak mümkün değil. Karadeniz'in coğrafyası termik santraller, HES gibi doğayı kirleten, yok eden, tahrip eden ama kâr getirisi yüksek yatırımlara uygundur fakat bunun önünde bir engel vardır. O da Karadeniz'in direnişçi insanıdır. Bu nedenle bilinçli olarak yıllardır devlet politikası gereği Karadeniz insanı metropellere göç ettirildi. Bunun yapılmasının bir başka nedeni de Karadeniz'in kendine has kültürünü, dilini tahrip edip asimile etmekti. Çünkü kendi toprağından kopan ve bunun da bilincinde olmayan topluluklar büyük metropollerde erirler. Kendi ana dilini, kültürünü, geçmişini unuturlar ve bir müddet sonra oradan koparlar. Bence Karadeniz devletin bilinçli bir politikasıyla, mücadele edilmesi gereken, tehlike olarak görülen bir alan olarak hedefe konuldu. Bilinçli şekilde ırkçılık orada geliştirilmek istendi. Karadeniz'in devrimci, demokrasiye sahip çıkan, direnişçi ruhu kırılmaya çalışıldı. Şimdi görüyorsunuz Karadeniz'in dereleri üzerinden özellikle yeni yapılacak HES'ler üzerinden bu saldırılar devam ediyor. Şimdi orada kalan köylüler kendi yaşam alanlarına dönük müdahaleyi haklı olarak kabul etmiyorlar. Buna karşı bir direniş gösteriyorlar. Düşünün ki Türkiye orada HES yapmasa batacak mı? Orada bir kaç tane HES yapılmazsa Türkiye ekonomisi ya da enerji sektörü çökecek mi? İnatla bundan vazgeçmiyorlar. Karadeniz'deki nineleri coplarla dövüyorlar ama HES'i yapmaktan vazgeçmiyorlar. Buradan yola çıkarak bu Cumhurbaşkanlığı sebebiyle biz şu mesajı vermek istedik. Türkiye'nin her yerinde insanlarımızın bu devlet anlayışıyla bu sistemle bir sıkıntısı, bir sorunu var. Bizler ayrı yerlerde mücadele ettiğimiz sürece birbirimize karşı düşmanlıklar, kinler, öfkeler ortaya çıkıyor ve hiçbirimiz de kendi sorunumuzu tam anlamıyla çözemiyoruz. O halde bütün zulüm görenler, haksızlığa uğrayanlar, ezilenler olarak bir arada durmamız gerektiğini bu Cumhurbaşkanlığı kampanyasında sadece hatırlatmak için kampanyamızın merkezine oturttuk.
Bu toplumsal uzlaşmada taraflara ne görevler düşüyor?
Bence herkesin bulunduğu yerden bir adım geriye atarak meseleye bakması lazım. Türkiye toplumu tek ırka dayalı tek millet, tek dile dayalı, tek mezhebe dayalı model ve sistem üzerine inşa edilmeye çalışıldı. Bu sanki iyi bir şeymiş ve bizi bir arada tutacak tek şey, ülkenin bölünmesini engelleyecek tek şeymiş gibi bize öğretildi. Yani tek dilden, ırka dayalı tek milletten, tek mezhepten vazgeçilirse paramparça oluruz gibi yanlış bilgi bize öğretildi. Herkesin geriye bir adım atarak düşünmesi lazım. Bizim dillerimiz farklı farklı, değişik ana diller var, değişik kültürlerimiz var. Bunlar şu anda toplum içerisinde de varlar. Bunları tekleştirmeye çalışmak gerginliklere sebep oluyor. Asıl sorun budur. Peki biz hem dillerimizi koruyalım hem de ülkenin birliğini koruyalım diye bir formül bulamaz mıyız? İşte biz o formülün peşindeyiz. Biz tek mezhep olmak zorunda değiliz. Bu ülkede başka inançlarda insanlar var. Alevi var, Süryani var, Yahudi var, Rum var, Ermeni var. Kimliği ve inancı farklı olan çok sayıda topluluk var. Karadeniz'de de var. Karadeniz'de de tek dil yok. Ama bizler hem bu dillerimizi koruyalım, geliştirelim, eğitimini yapalım ama aynı zamanda da aynı devletin sınırları içerisinde yurttaşlık kavramıyla birbirimize bağlı olalım. Bu işte başarılabilecek bir şeydir. Bunu başaran devletler var. Biz yeni yaşam önerimizde hiçbir dilin, kimliğin birbirine düşman olmadığı, birbirlerini tehdit olarak görmediği, aynı şekilde devletin de hiçbir dili düşman olarak görmediği, herkesin eşit haklara, statüye sahip olduğu bir yaşam tarzını ve yeni bir devlet modelini öneriyoruz. Bu Karadeniz için de uygulanması gereken bir modeldir. Çünkü orada da Gürcüceden Kafkas dillerine kadar bir sürü dil yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Bunların hepsi bu ülkenin değerleridir. Bir Kafkas dili yok olma tehlikesi altındaysa biz buna sessiz kalamayız. Biz sadece Kürtçeyi savunamayız. Her dil kıymetlidir. Bir tek kişi bile konuşuyorsa sahip çıkmamız lazım. O bir tek kişi eğitim yapmak istiyorsa ona devlet olarak kitap vermeliyiz, öğretmen vermeliyiz, sınıf vermeliyiz. Ki kendini bu devlete daha fazla bağlı hissetsin, kendini ayrımcılığa uğramış hissetmesin, ötekileştirilmesin. Kendisini bu topraklara bağlı hissetsin ama birisi çıkar kafasına vura vura tek dil olacak, konuşamazsın, eğitim yapamazsın, tek din olacak, tek mezhep olacak diye dayatırsa o insanlar kendilerine ait bir devlette yaşamadıklarını düşünürler ve ilk fırsatta ayrılmak için çaba sarfederler. İşte asıl bölücülük budur. Ben hep diyorum; tek dil, ırka dayalı tek millet dayatması bölücülüğün kendisidir. Ama siz insanlara kendi doğal, Allah'ın yarattığı haliyle toplumda yaşamasını, devlette yaşamasını garanti altına alırsanız bu insanlar neden başka yere gitsinler. Bu ülkenin yer üstü, yer altı zenginliği hepimize yeter. Karadeniz için de savunduğumuz model ve anlayış bence birebir örtüşüyor. Her insan bir adım geriye atarak, önyargılarını bırakarak, birbirine daha kardeşçe, sevgiyle bakmaya başlarsa sorunları çözmek çok daha kolay olur. Her kesime düşen bence budur. Birbirine temas ederek, kardeşlik hukukunu hatırlayarak ve hatırlatarak bu sorunları zorlu zahmetli süreci aşmak konusunda ve Türkiye'yi aydınlığa kavuşturmak konusunda herkes biraz daha çaba sarf etmeli.
Bu bakış açınızın toplumdaki yansımasını görüyor musunuz? Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turundaki beklentiniz nedir?
Elbetteki bir yansıması olacak. Ben bu mesajların toplumun vicdanında yankı bulduğunu görüyorum. Bu çok önemli bir iştir. Koltuk kazanmaktan daha kıymetli bir iştir. Ben koltuk kazanma sevdasıyla aday olmadım. Tam tersine bahsettiğimiz meselenin hepimiz için büyük bir sorun olduğunu; kutuplaşma, gerilim, kimlikler arası düşmanlığın artıyor olmasını görüyor olmak bizim açımızdan büyük bir sorundur. Bunu çözmeye çalışmak en büyük kazanımdır. Biz zaten bunu başarırsak Cumhurbaşkanı kim olursa olsun Türkiye toplumu demokratik bir bilince sahip olacak. Kim Cumhurbaşkanı olursa olsun tek adamlı bir otoriteye dayalı bir sistemi insanlara kimse dayatamayacak. Bunu başarırsak daha saygın bir ülke olacağız. Kendi iç sorunlarını çözdükçe dış dünyaya daha fazla yardım edeceğiz, yardımcı olacağız. Bugün Suriye'de, Filistin'de, Irak'ta yaşanan dramlar, katliamlar hepimizin içini parçalıyor ama Türkiye gibi güçlü olan bir ülke oralara yardım edemiyor. Niye? İtibarımız yok, itibarımız kalmamış. Bu itibarı ancak içeriden başlayarak yeniden kazanabiliriz. İçeride itibarımızı artırdıkça dış dünyada da saygınlığımız artar. Oy oranlarımız ne olur bilemiyorum ama önemli olan verdiğimiz bu mesajlara yeni bir yaşam mesajına Türkiye'nin her yerinden destek gelmesidir. Bu destekler tabii ki seçimi kazanacak kadar olması çok kıymetli olur ama seçimi kazanamazsak bile bence çok önemli bir şey kazanmış olacağız. Yeniden kardeşlik hukukumuzu o özlediğimiz sevgiyi, dayanışmayı, birbirimizden kopmadan ülkenin bölüneceği kaygısı taşımadan demokratikleşmeyi, insan haklarını ve özgürlüğü savunmak bu en büyük kazançtır.
Seçimin birinci turunda başarısız olsanız da ikinci turda kimseyi desteklemeyeceğinizi belirtmiştiniz. Yine aynı fikirde misiniz?
Şu anda benim ortaya koyduğum bu ilkeler diğer iki aday tarafından savunulmuyor. Bu iki aday bu ilkeleri savunacak kişiler değil. Keşke olsalardı da bende aday olmasaydım. Bence iki adayda şu anda toplumu geren, kutuplaştıran, mezhep-kimlik ayrışmasına vesile olan tekilcilik üzerinden siyaset yapıyorlar. Biz çok kimlik ve çoğulculuk üzerinden siyaset yapıyoruz. Bana oy veren hangi insana ben gidip şu adaya oy verin diyebilirim ki. Ben oy verin desem bana, “Oy ver diyorsun ama bunlar sana zıt şeyler söylüyorlar. Biz nasıl bunlara oy verelim” diyecekler. O nedenle yönlendirme yapmak bizim ilkelerimize haksızlık olur.
Futbolla aranız nasıl?
Gençlik yıllarımda amatör olarak çok oynadım lisede ve üniversitede ama profesyonel bir yaşantım olmadı. Özellikle lise yıllarımda çok takip ederdim futbol ve spor dünyasını. Bütün takımların oyuncularını, isimlerini, gelmişlerini geçmişlerini bilirdim. Bugünlerde gençler sadece ülke takımlarını değil başka ülkelerinin takımlarını da biliyorlar ama ben çok takip edemiyorum. Galatasaray taraftarıyım ama fanatik bir duruşum yok. Mümkün oldukça, fırsat buldukça maçlarını takip etmeye çalışıyorum. Fakat bir Galasatasaray taraftarı olarak şunu savunmuşumdur; Anadolu takımlarının başarısı beni daha çok mutlu eder. Trabzonspor da buna dahildir. Özellikle İstanbul'daki üç büyük kulübün başarısı çoğu zaman Anadolu'daki takımların ezilmesine, haklarının elinden alınmasına vesile olabiliyor ama Anadolu'nun herhangi bir takımının başarısı beni Galatasaray'ın başarısından daha çok sevindirir.
Şike yasasına diğer siyasi partilerden farklı baktınız. Ne düşünüyorsunuz şike süreci hakkında?
Doğrudur. Bence talihsiz bir dönemdi. Parlamentonun kişiler için gece gündüz çalışma yaptığı, halk için değil, halk çıkarları için değil, bir kaç kişinin kurtarılması için çalıştığı utanılması gereken bir süreçti. Bu kadar insan yoksulluk yaşıyor, açlık ve işsizlikle boğuşuyor. Bu kadar insan toplumda sorunlar yaşıyor. Taşeron işçi var; tarlada, bağda, madende çalışıp emeğini alamayan işçiler var. Sendikalı olmadığı için işten atılanlar var. Bunlarla ilgili bir düzenlenme parlamentoya geldiği zaman anında gündemden çıkarılıyor ama şikeden dolayı tutuklanmış birilerini kurtarmak için gece gündüz çalıştılar. Biz bunu ilkesel olarak doğru bulmadık, karşı çıktık, muhalefet ettik ve aleyhinde de oy kullandık ama gücümüz yetmedi bunu durdurmaya. Çünkü biliyoruz bu tür durumlarda Meclis'te de lobiler var. Kimseyi zan altında bırakmak istemiyorum ama bu da gizli kapaklı bir olay değil. Spor sektörünün özellikle futbolun muaazzam bir rantı var. Çok inanılmaz paralar dönüyor. Bunun siyasetle de ilişkisi var. İstedikleri yasayı parlamentoda lobi yaparak, yeri geldiğinde para ilişkisi kullanarak çıkartabiliyorlar. Parlamento, milletin iradesi dediğimiz ve kutsiyet atfettiğimiz bu mekan böyle işlere bulaşmamalı. Biz buna karşı çıktık ve şike yapanları kurtaran yasaya hayır oyu kullandık ve bugün de olsa aynı tavrı sergileriz.
Trabzonsporlular şike süreciyle kendilerini ötekileştirilmiş olarak hissettiler. Bu konudaki yorumunuz nedir?
Çok haklılar tabii ki. Düşünün sizin ülkenizin parlamentosu, sizin oy verip seçtiğiniz milletvekilleri sizin aleyhinize çalışıyor, size haksızlık yapıyor, sizi ötekileştiriyor. Çaresiz hissederseniz kendinizi. Biz bu ülkeye ait miyiz değil miyiz? Başbakan yanımızda değil, meclis yanımızda değil, savcı-polis yanımızda değil. Bu duyguyu biz çok yaşadık. Yani devlet her şekilde size haksızlık yapıyor ama siz şikayet edecek bir yer bulamıyorsunuz. Yanınızda Allah'tan başka kimseyi bulamıyorsunuz. Trabzonlular da bunları herhalde hissetmiştir. Her Trabzonlu kardeşim yalnızlık ve çaresizlik hissetmiştir ama şundan emin olsunlar Türkiye'nin bütün ezilenleri birbirini anlar. Empati yaparlarsa bunu anlarlar. Trabzon da yaşıyor bunu, Diyarbakır da, Edirne de, İzmir de, Antalya da... Herkes bu duyguyu yaşıyor. O duyguyu birbirimize karşı öfke yerine bir dayanışmaya çevirebiliriz.
Siyaset futbol ilişkisinde silah tüccarlarının spor kulübü başkanlığı yapmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Halktan insanlar, sıradan sporseverler spor kulüplerinde olamıyorlar, olamazlar da. Asıl olması gereken tribündeki taraftarların delege olup aday olduktan sonra yönetici olabilmesidir. O futbol kulübünü canı gönülden destekleyen, deplasmana giden, gece gündüz takımına katkıda bulunan taraftar yönetici olamıyor. Şansı yok, eşitlik yok. Kim yönetici oluyor? Parasal gücü kim elinde tutuyorsa, iktidarı kim elinde tutuyorsa, kim Uluslar arası şirketle ortaksa onlar yönetici olabiliyorlar. Size ait futbol kulübü, sevdalısı olduğunuz futbol kulübü o kulüple alakası olmayan kişilerce yönetiliyor. Bu siyasi çıkarlar, ekonomik ilişkilere alet ediliyor ve pazarlanıyor. Dolayısıyla futbol sevgisi dediğimiz ve barışa hizmet etsin dediğimiz o alan kirli bir alana peşkeş çekiliyor. Bundan herkes rahatsız. Biz de rahatsızız eminim ki Trabzonspor taraftarları da rahatsızdır. Ben kişiler üzerinden tartışmayı yürütmüyorum ama büyük futbol kulüplerinden hangisinin yöneticisi işçi, emekçidir. Trabzon'da bir balıkçı, bir emekçi Trabzonspor yöneticisi olabiliyor mu? Ya da çay bahçesinde, fındık bahçesinde alın teri döken emekçi gönül verdiği bir kulübün yöneticisi olabiliyor mu? Mümkün değil olamaz. O yüzden para babaları geliyor parasını koyuyor ve katlarca fazlasını kazanıyor. Büyük bir sektör. İddia sektörü var, şikeler var. Ona göre çok büyük rantlar elde ediliyor. Futbol sektörünün kirlenmiş olması topluma büyük zarar veriyor. Her sokağın başında kumar şeklinde iddia bayisi var. İnsanlar evlerini orada kaybediyorlar. Öylesine insanları sömürüyorlar ki hem kültürel olarak hem de ekonomik olarak çöküntüye yol açıyor. Bu işin servetini de bir kaç kişi kendi aralarında paylaşıyorlar.
Güneydoğu Anadolu'dan Spor Toto Süper Lig'de bir takım olmamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben Hakkari milletvekiliyim. Benim kentimin bir stadyumu bile yok. Vardı bir stadyum onu da yıktılar Spor Bakanlığı şimdi inşaat yapıyor. Hakkari'nin daha üst liglerde temsil edilmesini isterdim. Onlarda da adaletsizlik var. Anadolu takımları reklamdan yeteri kadar pay alamıyorlar, devlet desteklemiyor, alt yapıları yok. O yüzden başarılı olmaları çok zor. Bence her bölgenin Süper Lig'de takımı olması lazım.
Güneydoğu'da Trabzonspor'a karşı büyük bir sempati var. Güneydoğu ile Karadeniz arasında yaşanan gerginlikler bir kopmaya neden olmuş mudur?
Genelde ikinci takım Trabzonspor'dur. Anadolu'dan çıkan güçlü bir takım herkes tarafından sempati görür. İnsanlar arasında kopma değil ama karşılıklı olarak bir önyargı oluşmuştur. Zaman zaman Karadeniz'de Kürt işçilere saldırılar oluyor Kürt oldukları için, Kürtçe konuştukları için. Fındık ve çay için çalışmaya gidenlere münferit saldırılar oluyor. Bu da karşılıklı olarak bir inanılmaz duygu kırılmasına yol açıyor. Bunların telafisi daha fazla birbirine dokunmakla oluyor. Bence Karadeniz insanı imkanı varsa tatilini bir sene Antalya gibi yerlerde geçirmek yerine Mardin'de, Van'da, Diyarbakır'da geçirmeli. Keza Güneydoğu'daki kardeşlerimiz de Antalya'ya gitmek yerine bir yıl Karadeniz turu yapmalı. Bu tatil, eğitim, iş, alışveriş, ticaret ile temas daha fazla olur. İnsanlar birbirlerine dokunsunlar. Dokundukça bence bu ırkçılığın azalacağını, korkuların ve kaygıların en az seviyeye düşeceğini düşünüyorum. Karadeniz insanı Türkiye devrim ve demokrasi mücadelesinde öncülük yapmıştır. Fatsa, Samsun, Trabzon... Şimdi milliyetçi, ırkçı söylemle tanınır hale geldi. Bence bu Karadeniz insanına haksızlıktır. Karadeniz insanı da bu ırkçı dalganın herkese zarar verdiğini görmeli. Ben insanlar düşüncesinden vazgeçsin demiyorum ama başka bir düşünceye hakaret etme, saldırma, onları yok etme şeklindeki tutum başta Karadeniz insanı olmak üzere herkese zarar verir.
Trabzonlu bazı insanlar Selahattin Demirtaş son dönemde bize olumlu bir görüntü verdi ama PKK ile olan ilişkisi kafamızı karıştırıyorlar diyorlar. Bu konuda ne söylemek istersiniz?
Benim PKK ile bir ilişkim yok. Evet PKK bu ülkenin gerçeğidir, 30 yıldır bu devletle çatışma yaşamıştır, 30 bin Kürt genci 15 Bin Türk insanı bu çatışmalarda hayatını kaybetmiştir. Şimdi biz bu saatten sonra o senin acın bu benim acım diyerek acıları yarıştıran bir tutuma girmemeliyiz. Acıları ortaklaştıran bir bakış açısıyla bu sorunu çözmeliyiz. Dağdaki PKK'lılar da dağdan inmeli, TSK da orada bir savaş pozisyonu almaktan vazgeçmeli. Bizler sorunlarımızı siyasetle, diyalogla çözebilmeliyiz. Bütün bu acıların içinden gelmiş bir siyasetçi olarak savaşın bitmesi için uğraşıyorum, acının bitmesi için uğraşıyorum. Biliyorum ki ölen biz öldüren biz. Hep birlikte kaybediyorsak hep birlikte kazanacak bir yol bulmalıyız. O da barışçıl, konuşarak çözüm üretmektir. Ben Trabzon'daki kardeşlerime de bizi destekleyen, sempati duyan, eleştiren herkese saygı duyduğumu belirtmek istiyorum. Bizim oralarda il teşkilatlarımız yok o yüzden etkinlikler düzenleyemiyoruz. Ama zannetmesinler ki gönüllerimiz birbirimize uzaktır. Oradaki sıcak mesajları, selamları ben hissediyorum. Ben de oradaki kardeşlerime sıcak mesajları, selamları sizler aracılığınızla iletmek istiyorum. Oy verirler vermezler kendi tercihleri saygı duyarım. Karadeniz'in her insanı mutlaka değerlendirme yapıp kararını verecektir ama bizler barış ve kardeşlik için uğraşıyoruz. Oydan daha kıymetli olan gönülden bir duadır. Dualarını bizden esirgemesinler. Zor bir iş yapıyoruz. Kardeşlik mücadelesi kolay iş değil. Her kesimden hem destek hem eleştiri alıyoruz. Koltuk sevdamız ve bir kişisel kaygımız olmadığı için gerçekten de kutsal bir çalışma yürüttüğümüz inancındayız. Karadeniz insanının duası bizimle olsun. Bu bizim için şu anda oydan, sandıktan, koltuktan daha önemlidir.