4 Kasım 2016'dan bu yana Edirne F Tipi Kapalı Cezaevi'nde tutuklu bulunan HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile selefi Abdullah Gül arasında yaşanan tartışmayı yorumladı. Demirtaş, "Gül, Erdoğan'ın alternatifi olabilir mi" sorusuna "Kim Erdoğan’ın karşısına ben senden daha iyi tek adam olurum diye çıkarsa, o kaybeder. Hiç kimse Erdoğan’dan daha iyi tek adam olamaz gerçekten" yanıtını verdi.
Demirtaş, 2019'da yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimleri için de muhalefete önerilerde bulundu, "Kolektif yönetim anlayışı ile bütün bu farklı kesimlerin temsilcilerinin yönetimde görev almaları. Yani, bir nevi ülkeyi yönetecek kadroların seçimler esnasında da toplum tarafından bilinmesi gibi" ifadesini kullandı.
Evrensel'den Çağrı Sarı'nın sorularını yanıtlayan Demirtaş'ın açıklamalarının ilgili bölümü şöyle:
Dönem dönem gündeme getirilen Erdoğan-Gül ayrılığı düne göre daha keskin. Gül, Erdoğan’ın alternatifi olarak sunuluyor. Erdoğan’ın alternatifi Gül olabilir mi? Bu durumu ‘sıkışmışlık’ olarak değerlendirenler de var...
Sayın Gül’ün ne yapacağına kendisi karar verir. Bizlerin görevi halkı bu türden maceracı beklentiler içine sokmak değildir. Muhalefet en geniş demokratik birlikteliği sağlayarak, kolektif bir yapı oluşturarak seçimlere gitmelidir. Tek adamın alternatifi yine başka bir tek adamın arkasına dizilmek olamaz. Erdoğan zihniyetinin alternatifi, toplumun farklı kesimlerinin demokrasi paydasında bir araya geldiği büyük demokrasi gücüdür. Bu gücü de tek bir kişi temsil edemez. Emin olun ki, Erdoğan’ın en fazla arzulayacağı şey kendisinin karşısına bir başka tek adamın rakip olarak çıkmasıdır. Çünkü kimse bu konuda kendisinin eline su dökemez, bunu kendisi de iyi biliyor. Belki muhalefetin aday/ları da “bir kişi” olacak, olmak zorunda, ama bu kişinin seçim kampanyasının sağındaki, solundaki farklı kesimlerin temsilcileriyle eş güdüm halinde ve eşitler arası bir hukukla yürütmesinde hiçbir yasal engel yoktur. Muhalefetin adayı (en azından 2’nci turda) kazanırsa, kolektif yönetim anlayışı ile bütün bu farklı kesimlerin temsilcilerinin yönetimde görev almaları önünde hiçbir engel yoktur.
Erdoğan’ın karşısında kimse kazanamaz! Abdullah Gül tartışmaları üzerinden iktidara yakın siyasetçi ve yazarların yarattığı bu algıyı nasıl değerlendirirsiniz?
Evet, az önce de ifade ettim bunu, kim ki Erdoğan’ın karşısına ben senden daha iyi tek adam olurum diye çıkarsa, o kaybeder. Hiç kimse Erdoğan’dan daha iyi tek adam olamaz gerçekten.
Bir söyleşinizde “Erken seçim olur mu” yönündeki soruya, “Şu anda ülkede seçim koşulları var mı? Yok ise bunun için nasıl bir mücadele yürütülmeli? gibi soruları ve cevaplarını tartışmamız daha anlamlı ve elzem olandır” yanıtını vermiştiniz. Nasıl bir mücadele yürütülmeli?
Bir defa çok etkili ve kitlesel kampanyalarla OHAL ve KHK’lerin kaldırılması için örgütlü çalışmalar yapmak lazım. Miting, yürüyüş dahil en güçlü ve ses getiren demokratik bütün yol ve yöntemlerin kullanılması ile kesintisiz bir mücadele programı oluşturulmalıdır. İşçi, işsiz, çiftçi, esnaf, gençlik, kadın, akademi ve basın alanı, sanat, edebiyat çevrelerinin bütün örgütlü kesimleri ortak bir mücadele programı oluşturmakta çok geç bile kaldılar. Mücadeleyi halka taşımayan, direnişin öznesi olarak doğrudan halkı tanımlamayan hiçbir programın başarı şansı yoktur. Sadece parti, sendika, oda genel merkezlerinin cılız, etkisiz muhalefeti ile bu baskı sürecine karşı konulamaz. Bu mücadele programı aynı zamanda seçim stratejilerine entegre bir program olmalıdır tabii ki.
Demokrasi ve barış talebiyle hareket eden, bu talep üzerinden muhalefeti birleştirmek üzere yola çıkan platformları nasıl izliyorsunuz? “Muhalefeti birleştirmeyi” kolaylaştıracak temel şartlar/kriterler neler olmalı?
Mümkün olduğunca genel ilkeler ve sınırlı bir program oluşturulmazsa, en geniş çevreleri katmak mümkün olmayabilir. Herkes kendinden doğru “Ben ne alabilirim” diyerek değil, “Ben ne verebilirim” diyerek böylesi birliklere dahil olursa, elbette daha sonuç alıcı olur. Birleşelim, ama en çok benim partim ya da en çok benim çizgim kazançlı çıksın diye bir hesap içine girilirse sıkıntı olur. Kazanan halk olsun. Kazanan öncelikle demokrasi olsun demek gerekir kanımca. Bir de hiyerarşik bir anlayışla bir araya gelmeyi dayatmak yerine eşitler arası bir hukukla, yuvarlak masada bir araya gelmek daha kazandırıcı olur. Bu, demokrasi kültürünün gelişmesine de katkı sunar.
HDP kurulları ve parti tabanındaki eğilim, yeniden aday olmanız yönündeydi. Aday olmama kararınız, siyaset yasağı gelmesi ihtimaline karşı partiyi zor duruma sokmamak şeklinde değerlendirildi. Kararınızda “partiyi koruma” saiki de etkili oldu mu?
Elbette, aldığım ve alacağım bütün kararlarda öncelikli saik olarak partimi ve dolayısıyla mücadeleyi koruma düşüncesi başat rol oynuyor. Ben HDP’yi ve halkımı bu zorlu süreçte yalnız bırakmıyorum. Mücadeleyi terk etme kararı almıyorum tabii ki. Türkiye siyasi tarihinin en kapsamlı siyasi-yargısal-fiziki saldırısına maruz kalmış, ama buna rağmen bırakın dağılmayı, dimdik ayakta durmuş bir partiyi daha fazla nasıl büyütebiliriz kaygısı dışında hiçbir kaygım yoktur.
Bir defa şunu herkesin iyice anlaması ve idrak etmesi lazım; HDP tek kişi partisi olmaz, olamaz. Ne örgütlenme modeli, ne karar alma mekanizmaları, ne ilkeleri, ne de tabanı buna asla izin vermez. Bunu hayal eden veya buna yeltenen her kim olursa olsun HDP onu kusar. Bu nedenle HDP için böyle bir tehlike yoktur, çünkü çok sayıda emniyet supabı vardır partide.
HDP’de kolektif bir liderlik ve onun eş sözcüleri vardır. Benim ve Sayın Yüksekdağ’ın (ki kendisi 11 Şubat’taki kongreye kadar meşru eş genel başkandır) misyonu ve rolü de budur. Sözcünün etkili olması “tek adamlık” falan değildir, sadece etkili bir sözcülüktür, o kadar. Gerisi spekülasyondur. Benim tutuklu olmam hem parti kolektif liderliğini koordine etmemi hem de sözcülüğünü yapmamı engelliyor. Bu rehinelik durumu belirsizliğini koruduğu için de ben, parti yönetiminin elini rahatlatmak ve her türlü tartışmayı özgürce yapabilmesinin önünü açmakla sorumluyum.
Tutuklu olduğum dönemde dahi HDP yönetiminin yaşadığı eksik ve yetmezliklerin ilk sorumluları eş genel başkanlardır, ki bunlardan biri de benim. Sanki hiçbir eksik, hata ve yetmezliğimiz olmamış gibi, sırf tutukluyum diye, bundan adeta istifade eder gibi, çıkıp ‘Ben adayım’ demem ne kadar ahlaki-politik bir tutum olabilirdi ki? Bana düşen ilk şey, kongre sürecinde bütün yönetim adına ilk öz eleştiriyi halkımıza vermek adına aday olmayacağımı samimi, tereddütsüz bir şekilde ifade ederek partiyi özgürce kongreye götürmektir. Kapsamlı öz eleştirimi de imkanlar ölçüsünde kongre zemininde yazılı olarak yapmaya çalışacağım.
Siyaset yasağı gelmezse 2019 seçimlerinde Cumhurbaşkanı adaylığı için hazırlanabilir misiniz? Belirli bir kesimde böyle bir beklenti de var. Adaylığınız söz konusu olur mu?
Ben halkım ve mücadelem için, demokrasi ve barış için her türlü fedakarlığa gönüllü olarak adayım. Bunun dışında hiçbir şeye kendiliğinden aday olmadım, olmam da. Bu nedenle ne böyle bir düşüncem, ne de bir hazırlığım vardır. Koşullar, mücadele, ihtiyaçlar, siyasal gelişmeler bu kadar hızlı ve sarsıcı şekilde değişip ilerlerken, kendimle ilgili bu tür kararlar almam doğru olmaz. HDP yönetimi bu meseleye dair tabanla istişare içinde, yetkili kurullarında gerekli değerlendirmeyi yapacaktır. Benim HDP’de bu tartışmalar yapılmadan çıkıp bir şey söylemem doğru olmaz. Ama ben kişi olarak kendimi cumhurbaşkanlığı adaylığına kesinlikle hazırlamıyorum, bunun bilinmesi lazım.