Ufuk Coşkun
(Taraf/HerTaraf - 16 Aralık 2012)
Modern ulus devletlerde eğitim kurumlarının birer ideolojik endoktrinasyon kurumu olarak işlev gördüğü bir gerçektir. Bu tür sistemlerde hâkim/resmi ideolojinin bireye daha küçük yaşlardan itibaren kazandırılması esas tutulmuştur. Bu bakımdan “çocuk eğitimine” paternalist bir zihniyetle yaklaşılır. Ve ders kitapları da bu yaklaşımla hazırlanır. Kısacası eğitim kurumları kurumsallaşan milliyetçilik anlayışının içselleştirildiği ve resmi ideolojinin sorgulanmadan, eleştirilmeden aşılandığı birer ideolojik aygıtlara dönüştürülmüştür. Tek parti döneminde okullarda okutulan ders kitaplarına baktığımızda bu bakış açısını daha net bir biçimde müşahede etmekteyiz. Kuşkusuz dönem itibariyle bu tür bilgilerin ders kitaplarında yer alması kaçınılmazdı. Ancak burada mühim olan eğitimin hâkim ideoloji lehine bir dönüştürme işlevi üstlendiği ve bu anlayışın yer yer günümüzde de etkisini sürdürmeye çalıştığı gerçeğidir. Son yıllarda ders kitaplarının içeriği mümkün olduğunca revize edilmeye çalışıldı ne var ki hala eksikliklerin olduğu görülmektedir. Bu yıl okutulan bazı ders kitaplarına bakıldığında hala farklı kesimlere karşı bir önyargının olduğunu, 60 darbesine yönelik naif bilgilerin yer aldığını, kavramların resmi ideoloji ve dar bir milliyetçilik ekseninde tanımlandığını ayrıca tek parti döneminin gerekli olduğu gibi bilgilerin yer aldığını görmekteyiz.
Sayın Başbakan bazı konuşmalarında haklı olarak tek parti dönemini eleştirmektedir. Ne var ki bu yıl çocuklara okutulan demokrasi dersinde tek parti döneminin gerekli olduğu vurgulanmaktadır. Kuşkusuz bu durum başbakanın haklı olarak eleştirdiği tek parti dönemi uygulamalarını meşrulaştırmıyor ancak öğrenciler ders kitaplarından edindikleri bilgilerin doğruluğu konusunda hemfikirdirler. Çünkü ders kitapları hem MEB onaylı hem de onlara bu bilgileri aktaran güvenilir öğretmenleri vardır. Demokrasi ve İnsan Hakları ders kitabının 55.sayfasında “ Ülkemizin çağdaş, demokratik bir devlet olması için gerekli bütün atılımlar, tek parti düzeni içinde gerçekleşti” denilmektedir. Burada tek parti döneminin demokrasiye geçişte sağladığı avantajlar tartışmalı değil midir? Kitabın 56.sayfasında ise “15 yıl süren çok partili dönem, Türkiye’de köklü bir demokrasinin kurulması için yeterli olmadı. Bu dönemde hükümetin bazı icraatları Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından şiddetle eleştirildi. 27 Mayıs 1960’ta Türk Silahlı Kuvvetleri, bir darbeyle yönetime el koydu.1961 yılında ise çağdaş ve güçlü bir demokratik düzenin kurulabilmesi için yeni bir anayasa hazırlandı” denmektedir. Ne var ki bu “eleştiri” kelimesi de tartışmalıdır. Çünkü demokrasinin anlatıldığı bu ders kitabında 14 Mayıs 1950 seçimlerinden, cuntanın kurduğu, “uyduruk” Yüksek Adalet Divanın keyfi cezalandırdığı; Cumhurbaşkanı Celal Bayar’dan, bakanlardan, genelkurmay başkanından, milletvekillerinden, asılarak katledilen, Başbakan Adnan Menderes’ten, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’dan, Maliye Bakanı Hasan Polatkan’dan hiçbir şekilde bahsedilmemektedir. Bu bilgilerin revize edilmesinin gerekliliği ortada değil mi? 11.sınıflar İnkılâp Tarihi ders kitabında da bazı bilgilerin yanlış ve abartılı verildiği görülmektedir. Örneğin 106.sayfada “Osmanlı Devleti’ndeki medreselerde Tanzimata kadar sadece İslam tarihi okutuluyordu” deniliyor oysa Osmanlı’da medrese sisteminde çok farklı alanlarda derslerin okutulduğu bir gerçektir. Ayrıca Şapka İnkılâbı bahsinde de Türk halkının hemen şapkayı benimsediği ve kısa sürede kendiliğinden şapka giymeye başladığı bilgileri verilmektedir. Oysa İskilipli Atıf hoca örneğinde olduğu gibi halkın bu tür inkılâpları hemen benimsemediğini bugün tarihçiler ifade etmektedirler. Farklı diller ve medeniyetler dışlanıyor; 11.Sınıflar için hazırlanan İnkılâp Tarihi kitabın 149.sayfasında Ziya Gökalp’ın LİSAN adlı şiiri konulmuştur. Şiirde geçen Güzel dil, Türkçe bize, Başka dil, gece bize, Başka dil var diyenin, Başka bir emeli var, Türklüğün Dini bir, vatanı bir. Fakat hepsi ayrılır. Olmazsa lisanı bir” dizelerine ayrıca 12. sınıflar için hazırlanan Dil ve Anlatım kitabında geçen Türk yurdu daha çok büyüktü, yakın ve uzak zamanlar düşünülürse Türk’e yurtluk etmemiş bir kıta yoktur. Bütün dünyada; Asya, Avrupa, Afrika ve hatta Amerika Türk atalarına yurt olmuştur.” “Yurt toprağı! Sana her şey feda olsun. Kutlu olan sensin. Hepimiz senin için fedaiyiz. Fakat sen Türk milletini sonsuza kadar yaşatmak için verimli kalacaksın. Türk toprağı! Sen, seni seven Türk milletinin mezarı değilsin. Türk milleti için yaratıcılığını göster” gibi ifadelere bakıldığında çocuklara farklı dillerin ve medeniyetlerin neredeyse yok sayıldığı, dışlandığı bir anlayışın kazandırılmaya çalışıldığı görülmektedir. Artık vatan ve millet duygusunun bilimsel alanda yeni icatlar üreterek ya da sanat, edebiyat ve teknoloji alanlarında yeni eserler meydana getirerek verilmesi gereklidir.
Ders kitapları farklılıkların birer zenginlik olduğu gerçeğinden yola çıkarak ciddi bir analize tabi tutulmalıdır. Ve mutlaka sürekli gelişen, değişen ve yenilenen demokratik dünyaya ve Türkiye’ye uyumlu hale getirilmelidir. Dünyanın geldiği bu noktada çocuklarımıza artık daha evrensel değerler temelinde bir dünya görüşünü kazandırmak mecburiyetindeyiz. Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşayan farklı inanç, kültür ve anlayışa sahip bireyleri bir arada tutabilecek, her kitleye, düşünceye ve inanca hitap edebilecek bilimsel, özgür en önemlisi özgür-demokratik dünyayla bütünleşmiş bir eğitim politikasına ve anlayışına muhakkak ihtiyaç vardır. Özgürlükçü bakış açısı kişisel iradeye ve tercihlere hem saygı duyar hem de bireyin sağlıklı gelişimine ciddi oranda katkı sağlar. Aksi durumda bireyler etrafında yaşayan farklılıklara karşı ciddi bir önyargı beslerler.