Demokrasi İçin Birlik Platformu, 16 Nisan'da yapılacak halk oylamasına ilişkin olarak basın toplantısı düzenledi. İçişleri Bakanlığı verilerine göre şubat ve mart aylarında 606 kişinin tutuklandığı hatırlatılan toplantıda, "kamu kaynaklarının 'evet' için kullanıldığı" ifade edildi.
Platform tarafından yapılan açıklamada "Devlete ait 12 uçak ve 3 helikopter ile 26 bakan, 18 meclis komisyon başkanı, 13 meclis başkanlık divanı üyesi, 5 AKP grup başkanvekili ve 800 AKP'li belediye başkanının makam araçları referandumda iktidarın hizmetine sunuldu" dendi. Açıklamada, uçak ve helikopterlerin Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Başbakan Binali Yıldırım ve bakanlar tarafından kullanıldığı belirtildi.
Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) 15 Şubat 2017 tarihli 109 No’lu kararında ise 9 Nisan'a kadar başbakan ve bakanlarla, milletvekillerinin yurt içinde yapacakları propaganda faaliyetleri ile ilgili gezilerini, makam otomobilleri ve resmi hizmete tahsis edilen vasıtalarla yapabilecekleri ifade ediliyor. Söz konusu kararda cumhurbaşkanı ile ilgili olarak bir hüküm bulunmuyor.
Taksim’de gerçekleşen toplantıya; Demokrasi İçin Birlik kurucularından Rıza Türmen, eski HDP milletvekili Hasip Kaplan ve Levent Tüzel, anayasa hukukçusu İbrahim Kaboğlu, Basın Konseyi Başkanı Pınar Türenç, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Turgay Olcayto, DİSK Basın-İş Başkanı Faruk Eren, gazeteci Ayşenur Aslan, hukukçu Turgut Kazan ve ekonomist Mustafa Sönmez’in de aralarında bulunduğu çok sayıda kişi katıldı.
Tilbe Saran’ın sunduğu toplantıda sahnede “Neşeyle, yaratıcılıkla, cesaretle hayır sokakta”, “Hayır biz varız” yazılı afişler asıldı. “Hayır” kampanyası şarkılarının ve kampanyadan fotoğrafların yer aldığı video gösterildi.
"Yapılan anayasa değişikliği, halktan kopuk"
Rıza Türmen: Referandum kampanlayalarında her türlü korkutma taktiğini uyguluyorlar. Ne basın özgürlüğünden ne toplantı özgürlüğnden söz edebilirsiniz. Korku, sindirme yöntemleri geçerli ve öyle anlaşılıyor ki 'evet'i savunanlar, içeriğini anlatmak yerine 'hayır'cıları susturmayı yeğliyorlar. Devletin bütün olanaklarını kullanıyorlar. İşte en son Demokrasi için Birlik'in RTÜK çalışması var. Oradan bir örnek bermek gerekirse televizyon ekranlarda 'Evet' için 485, 'Hayır' için 45 dakika ayrılmış.
Önemli olan şu; hayır hâlâ önde ve hayır mücadelesi yapılıyor. Alana baktığınız zaman 'evet' kampanyası 1.5 siyasi parti içine sıkışmış durumda. Ama hayır kampanyası çok geniş bir halk hareketi. Referandum büyük bir halk hareketi başlattı. Geziden bu yana hep görmek istedğimiz bir halk hareketini başlattı. Bu halk hareketinin içinde 'evet'in getireceği keyfi, tek adam yönetimine itirazı olan, demokrasi içinde yaşamak isteyen herkes var. Bu istek, önüne geçilemez bir istek hale geldi.
Bu halk hareketi, baskılanan bir buharın fışkırması haline dönüştü. Bugün ortaya çıkan halk hareketinin bence en büyük özelliği bu. Bu halk hareketini ekranlarda görmüyorsunuz. Bizim elimizde kaymakam, vali de yok. "Vatan haini", "Darbeci" diyenlere yanıt verme olanağımız yok, ama bu 'hayır' rüzgarını hissediyorsunuz. Bu dipten gelen bir hareket. Bütün toplum bunu ensesinde hissediyor. Bu halk hareketinin böyle çıkmasının temel nedeni, yapılan anayasa değişikliğinin halktan kopuk olması bir kere.
Anayasaları halk yapar, hükümetler değil. Halk yaparsa bir anayasayı ancak o halkın malı olur. Oysa bugün yapılan anayasa değişikliği içinde halkın olmadığı bir değişikliktir. Halkın çıkarlarının korunmadığı bir değişikliktir. O nedenle bu anayasa değişikliği hareketi böyle bir halk hareketine toslamıştır. Referandumda oylanan Türkiye'nin geleceğidir. Bu referandumda mutlaka doğru bir sonuç çıkarmalıyız. Referandum bittikten sonra bu hareketin devamı söz konusudur. Bu hareket devam etmelidir ki, hayır sonrasında, daha demokratik daha çoğulcu bir Türkiye'nin yolu açılsın. Bu Türkiye'yi yaratılmak için bu halk hareketinin dinamiğini sürdürmek lazım. Hayır kampanyası sonuç verirse, ki böyşe olacağını tahmin ediyorum, bu hayır kampanyası sadece anayasa değişikliğinin reddi değil, bu tahakkümcü zihniyetin de reddidir. Onun için bu hareketi muhafaza etmek lazım.
Bu 'hayır' sonucu ortaya çıkarsa tabii ki yeni bir anayasa yapmak gerekir. Düzeltilmiş bir parlamenter sistem kurulması gerekir. Cumhurbaşkanlığı'nın Meclis'ten çıktığı ve yetkilerinin sembolik hale getirildiği bir anayasa. Katılımcı ve çoğulcu bir sistem getirilmesi lazım. Hayır çıktıktan sonra bugünkü durum muhafaza edilemeyecektir. Bugünkü durumdan daha farklı bir anayasa yapmak lazım. Bu proje yeni bir demokrasi tartışması başlatabilir. Bu tartışma yeni kapılar açabilir. Hayır sonucunun çıkması böyle bir Türkiye'nin çıkması anlamına gelecektir. Bu referandum ile birlikte yeni bir günün ışıkları doğacaktır. Böylesine bir kampanya Türkiye'de görülmemiştir. Böylesine yaratıcı, cıvıl cıvıl bir kampanya görülmemiştir.
İbrahim Kaboğlu: Rıza Bey çok olumlu, pozitif bir çerçeve çizdi. Ben onun açtığı yoldan ilerlemeye çalışacağım bazı belirlemeler yapmak suretiyle. Bu işin bir devlet tarafı var ve bir muhalefet partisinin katkılarıyla hazırlanan bir metin söz konusu. "Halk bunun neresinde?" sorusunu Güneydoğu'da çok soruyorlar. Kürt halkı da soruyor, Batı'da Türkler de soruyorlar. Bu metinde Türkiye de yok aslında. Toplumsal ihtiyaçlardan kaynaklı bir metin değil. Bunun kamuoyuna sunulmasında izlenen yöntem dikkate alındığında üç ayak saptanabilir; 1) İktidar, muhalefet partisi ve bütün devlet organları... 2) Medya 3) Halk Birincisi savaş seferberliği görünümünde. Bu savaşa "Hayır" diyenler terörist olarak ilan edilebiliyor. Öyle bir medya ki bu metnin tartışılması bir yana, bu metnin çıplak olarak sunulması bile söz konusu değil. Yani sadece cumhurbaşkanının yasama yetkileriyle ilgili maddeler okunsa, bu bile yaterli bir mesaj olur. Bu metnin çıplak tanıtımı yapılamıyor, tam tersine çarpıtılarak sunulması söz konusu. Anayasal bilgilendirilme hakkı, en öne çıkan haklardan biridir.
Uzmanların görüşlerine başvurulmadığı bir süreçte, bu hak da ihlal edilmektedir. Şu söylenebilir; referanduma iki hafta kala, bu metin yeterince işlenilebilmiş değil ve yeterince bu konuyla ilgili kesimler arasında bile paylaşılabilmiş değil. Bir anayasa metni değil, adeta sonradan eklemeler yoluyla yazılmış bir metin. Bütün yetkiler bir kişiye veriliyor, belirsiz yetkiler bunlar, birçok yasama yetkisi hem de doğrudan doğruya anayasa ile aynı kişiye verilmiş bulunuyor. Bunun başında devletin tüm örgütleri bulunuyor. Bu metin, cumhurbaşkanının parlamentoda çoğunluğa sahip olabilmesi amacıyla yazılan bir metin. Bu metnin sistemle ilgisi bulunmamaktadır.
Burada esasen halk çok canlı ve benim hiç görmediğim bugüne kadar bir sahiplenme söz konusu. Hayırın terörize edilmesi Anadolu halkının zoruna gitmiş bulunuyor. 'Anadolu isyanı' denebilecek bir süreç içindeyiz. Bence savaş projesinin kırılması, barış projesinin geliştirilmesine bağlıdır. Bu nedenle bu metni tekrar tekrar okuyup bunun çelişkilerini çevremizle paylaşmamız gerekiyor. Bu metni hazırlayan AK Parti ve MHP'nin tabanı da çok rahatsız. "Hayır" diyenleri terörize ederek kendi tabanlarını kurtarmak istiyorlar. Bunları münferit olarak, bireysel olarak, birlikte olarak yapabileceğimize inanıyorum. Bu bir savaş projesi. Salonlar iptal ediliyor, üniversitede öğrencileri bile konuşturulmuyor. Bu sürdürülebilir bir kampanya değildir.
Pınar Türenç: Bu yaratıcılık, bu neşe sizin olsun ama cesaret bizim olsun. Bu işe sahip çıkmamız gerekiyor. 150 arkadaşımız tutuklı. 150 hayat, aile, onların haber hakkının elinden alınması... 15 Temmuz'dan sonra 2 bin 500 gazeteci işten çıkarıldı. 700'ü aşkın sarı basın kartı iptal edildi. Arkadaşlarımızın, mesleklerinin onuru olan basın kartları ellerinden alındı. Cumhuriyet gazetesinin 10 yazar ve yöneticisi 5 aydır tutuklu. Tutuklu gazetecilerin aileleriyle, avukatlarıyla görüşmeleri kısıtlanıyor.
Biz gazetecilik kuruluşları ise, bakanlığa bu son dalgadan önceki dönemlerde başvururduk. İzin isterdik ve anında görüş verilirdi. Şimdi ise görüş izni alamıyoruz. Arkadaşlarımızla görüşemiyoruz. Israr etmemize rağmen yanıt yok. Bir daha, bir daha sorduğunuzda yanıt şu: "Talebiniz bakanın masasında beklemekte". Sadece görüşlerini açıkladıkları için gazetecilerin işlerine son verilmekte.
Bakanlar "Gazeteciler ayağını denk alsın" türünde tehditler savurmakta, Başbakan, mesleğimizi AB ile pazarlık malzemesi halinde getirmekte, Cumhurbaşkanı içerideki 150 gazetecinin adi suçlar nedeniyle tutuklu olduğunu iddia etmekte. Ama tutuklu gazetecilerin hiçbiri için de iddianame hazırlanmamakta. Tabii burada susacak mıyız? Hayır. Demokratik bir ülke için milyonların sesi olmaya devam edeceğiz. Korkunun egemen kılınmadığı, tutuklu gazeteci ve aydınların serbest bırakıldığı bir Türkiye için, olabildiğince gazete sayfalarında ve televizyon ekranlarında olmaya devam edeceğiz.
Turgay Olcayto: Ben daha çok kişisel konuşacağım. Çok önemli bir dönemeçteyiz. Bir referandum yapılıyor aslında Rıza Hoca'nın da açık ve seçik bir şekilde anlattığı gibi, anayasada hiç katkısı olmayan bir halkın oyuna sunulan bir anayasa var. 'Evet' için büyük paralar harcanarak bir kampanya yürütülüyor. Buna karşılık biz de pırıl pırıl genç arkadaşlarımızın çalışmalarıyla 'hayır'ı tutturmaya çalışıyoruz. Şöyle bir şey var; Türkiye gibi düşünce ve ifade özgürlüğünün olmadığı, yine Türkiye gibi temel hak ve özgürlüklerine saygı gösterilmeyen, insan haklarının işlemediği bir ortamda referandumdan nasıl bir sonuç beklenir? Yaşayıp göreceğiz.
Bizim halkımız zaman zaman çok acayip işler yapar. Bazen umudu kesersiniz ama bazen de çok güç sahibi olan insanları poposunun üstüne oturtuvermiştir. Bu defa da umuyorum ki toplum, elini vicdanına koyacak. Şimdiye kadar olanları görmeye çalışacak. Bunda da sizlerin, hala ayakta kalabilen gazetecilerimizin ve yazarlarımızın katkısı olacak.
Mustafa Sönmez: HDP, Vatan Partisi ve CHP "Hayır", MHP ile AKP "Evet" diyor. Devlet imkanlarıyla AKP ses kirliliği yaratıyor ama karşı taraf da hiç sessiz kalmıyor. Bu da bize şunu gösteriyor; bu toplumun önemli bir kesimi bir arada yaşama ve bunu parlamentoda ifade etme gerçeğinde birleşti. Bu şer, böyle bir hayrı ortaya çıkardı. Bu bence önemli. Bunun sürdürülebilmesi gerekiyor. Buradan 'hayır' çıkacak ben inanıyorum. Bütün bu ses, bu görüntü kirliliği aslında bir çaresizliğin dışa vurumu. Şimdi bu cinnet haliyle bunu nasıl tersine çevireceklerinin hesabındalar ama boş. Toplumda "Hayır önde ama hileyle hurdayla evet öne geçer" deniyor. Bunu yenmemiz lazım. Bu 'hayır'ın karşısında hiçbir cinnet halinin duramayacağını söylememiz gerekiyor.
Öte yandan arkadaşlar bir şey daha var ve bunu görmezden gelemeyiz. Yüzde 45'lik bir kesimin bu açık faşizme "Evet" demesi üzerinde düşünmemiz gerekiyor. Demek ki biz demokrasi kültürünü yeşertenemişiz ki, faşizm kendini devlet yönetiminde yeniden gösteriyor. Demokrasiyi yaşamaya başlamak, temelden, yeni baştan başlamak... Ancak bu şekilde faşizme 'evet' diyenlerin azalmasını sağlayabiliriz