Demokrasi İçin Birlik (DİB) tarafından 1 Eylül Dünya Barış Günü'ne yönelik yapılan açıklamada; "Savaşlar; milyonlarca insanın savaştan kaçarak insanlık dışı koşullarda yaşamaya çalışması, kadınlara yönelik şiddet ve tecavüzlerin artması, kadın bedeninin çatışma alanına dönmesi demek. Savaşlar ekmeğimizden, hayatımızdan çalıyor!" ifadeleri kullanıldı.
DİB tarafından yapılan açıklama şu şekilde:
Pandemi ve ekonomik krizlerle sarsılan, yoksullaşan dünya, barış gününün kutlandığı 1 Eylül’e askeri ve güvenlik harcamalarını rekor seviyede artırarak girdi.
Stockholm Uluslararası Barış Enstitüsü’nün (SIPRI) son raporuna göre Küresel askeri harcamalar İlk defa 2 trilyon doları geçti.
Dünya halklarına yıkımdan başka bir şey getirmeyen bu savaşların nedeni:
-Dünya enerji kaynaklarına sahip olmak.
-Enerji ve gaz nakil hatlarını denetim altına almak.
-Her biri güç kaynağı olan yeni teknolojiler için ihtiyaç duyulan madenlerin bulunduğu coğrafyaları kontrol altına almak.
-Sermayeye yeni pazarlar açmak.
Savaşlar emperyalist güçlere, NATO gibi savaş örgütlerine, savaş sermayesine yarıyor. Halklara düşen yoksulluk, güvencesizlik, kölelik, göç ve ölüm.
Rusya ve Amerika’nın savaş alanı haline gelen Ukrayna; yıkılan şehirleri, başka ülkelere sığınan milyonlarca insanı ve doğasıyla gözümüzün önünde yok ediliyor. Suriye’ye yönelik işgal ve saldırganlık politikasının bedeli milyonlarca insanın yerinden yurdundan edilmesi oldu.
Yoksulluk ve işsizlikle boğuşan ülkemiz dünya barış gününe ‘tek adam saray rejiminin’ iktidarda kalma, seçimlere savaş ortamında gitme stratejisinin bir parçası olarak gündeme getirdiği sınır ötesi operasyon tehdidiyle giriyor.
Türkiye bütün yoksulluğuna rağmen bütçesinde savaşa ve güvenlik harcamalarında dev boyutlarda bütçe ayıran ülkelerden biri. Yani halkın boğazından kesilen savaşa yatırılıyor.
SIPRI’ye göre Türkiye’nin askeri harcaması 2012-2021 arasındaki dönemde yüzde 63 yükseldi.
Savunma, güvenlik harcamaları egemenlerin lehine artarken, halkın yoksulluğu da arttı. Tarım çöktü, doğal zenginlikler yağmalandı. Barış içinde, insani ve toplumsal gelişme için eğitime, sağlığa, yoksullukla mücadeleye, kültürel gelişmeye, hak ve özgürlüklerin korunmasına ve geliştirilmesine ve diğer toplumsal ihtiyaçların karşılanmasına ayrılması gereken kaynaklar, güvenlik ve kamu düzeni harcamaları adı altında savaşa ve otoriterleşmeye harcanıyor.
2022 savunma ve güvenlik bütçesine, savunma sanayi alanı ve bu alanda faaliyet gösteren beş büyük şirketin gelirlerinin/yatırımlarının ve Savunma Sanayi Destekleme Fonu için ayrılan kaynak da dahil edildiğinde güvenlik için ayrılan toplam kaynak 350 milyar TL. Yani, savunma harcamalarına ayrılan kaynak bütçenin yüzde 20’sini aştı.
Savaşlar:
-Otoriterleşmenin artarak, demokratik hak ve özgürlüklerin tümüyle yok edilmesine neden olarak faşizmin kurumsallaştırılması demek.
-Yoksulluğun önlenmesi, halkın artık ulaşamadığı eğitim, sağlık, barınma gibi kamusal hizmetlerin ucuz, nitelikli ve yaygın halde sağlanması bugün en yakıcı toplumsal ihtiyaçken, kaynakların bombaya mermiye harcanarak savaş sermayesi palazlandırılması demek.
-Milliyetçilik ırkçılık ve ayrımcılığın yükselmesi demek. Mültecilere, Alevilere, LBGTİ+ bireylere yönelik şiddet artması demek.
-Milyonlarca insanın savaştan kaçarak insanlık dışı koşullarda yaşamaya çalışması demek.
-Kadınlara yönelik şiddet ve tecavüzlerin artması, kadın bedeninin çatışma alanına dönmesi demek.
-Ekolojik yıkım, canlı yaşamın yok edilmesi demek.
-Engelsiz yaşamı kurmak yerine binlerce insanın engelli olması demek.
Erdoğan’ın yarı aç, yarı tok insanlara ikide birde müjdelediği sınır ötesi operasyonda bu ülkenin halklarının bir çıkarı yok.
20 yıldır bu ülkeyi yağmalayan, emperyalizme göbekten bağımlı saray rejiminin herhangi bir milli meselesi olamaz. Ama yağma- rant meselesi, çıkar meselesi var. Ne olursa olsun iktidarda kalma meselesi var.
Bu operasyonların ülke için en yıkıcı sonuçlarından biri, kırk yıldır ülkeye insani, toplumsal ekonomik ve ekolojik yıkım getiren Kürt sorununda çözümsüzlüğü artıracak olması. Oysa bu sorun, dünya örneklerinde olduğu gibi diyalog ve müzakere koşulları yaratılarak, yerel demokrasi, anadilinde yaşam ve eşit yurttaşlık gibi evrensel hakların hayata geçirilmesiyle çözülebilir. Ülkemiz bu yıkımdan kurtulabilir. Ancak ‘tek adam saray rejimi’ yağma düzenini sürdürmek için çözümsüzlükten medet umuyor.
Kapitalizmin kâr, çıkar ve güç hırsı nedeniyle dünyayı tehdit eden savaş politikalarına karşı güçlü bir duruş ortaya koymak insanlık görevidir.
İpliği pazara çıkmış, ülkenin sırtına yük haline gelmiş ‘tek adam saray rejiminin’ iktidarını sürdürmek için giriştiği sınır ötesi operasyon, saldırganlığa izin vermek, demokrasiden vazgeçmek demektir.
Başını sokacak ev bulamayacak duruma gelmiş, açlık ücretleriyle güvencesiz çalışan ya da işsiz, yarınını göremeyen ezici çoğunluğun bu ölümcül politikaların karşısına dikilmesi için gerekli meşru mecraları yaratmak, demokratik barışçıl bir çıkış yolu ortaya koymak bütün demokrasi güçlerinin görevidir."