Prof. Yasemin İnceoğlu
Bilindiği üzere, nefret suçunu diğer suçlardan ayıran en temel özellik; önyargılı bir motivasyonla birlikte suçun işlenmiş olmasıdır. Suçun faili, mağduru temsil ettiği ya da temsil ettiği sanılan temel ve vazgeçilmez özelliğinden dolayı kasıtlı olarak hedefi seçmiştir. Suçun maddi konusu, bir ya da birden fazla kişi veya belli özellikleri paylaşan bir grupla özdeşlemiş mülkiyet de olabilir.
Nefret suçlarında mağdurla aynı özelliklere sahip toplumsal grup da korkutulur ve gözdağı verilir. Hedeflenen grubun diğer üyeleri sadece gelecekteki yeni saldırılar riskini değil sanki saldırının mağduru kendileriymiş gibi hissederler. Eğer hedef alınan grup tarihsel olarak ayrımcılığın mağduruysa bu etkiler katlanır.
Mağdura ya da mağdurun ait olduğu gruba ilişkin önyargıdan kaynaklanan şiddet içerikli eylemler olan nefret suçlarının cezasız kalması, toplumsal gerginliklerin artmasına ve toplumsal güvenliğin bozulmasına yol açmasının yanı sıra, demokratik bir toplumda olması gereken farklı olan saygı, diyalog ve hoşgörü kültürüne de zararı büyüktür.
Sübjektif saikle işlenen bu suçların diğer suçlardan farkı olağan şartlar altında işlenen suçlardan farklı bir saikinin daha olmasıdır. Bir kişinin belli özellikleri nedeniyle failin psişik dünyasında oluşan suç kastı, sıradan suç kastından daha yoğun bir kusurluluğa işaret etmektedir. Yakın tarihimizde yaşanan Malatya Zirve Yayınevi, Rahip Santoro, Hrant Dink Cinayetleri, Kürtlere karşı girişilen linç kampanyaları, LGBT Bireylere karşı hunharca işlenen suçlar vs. den yola çıkıp Nefret Suçları Yasası’nın gerekliliğinin bilincinde, 2009’da kurulan Sosyal Değişim Derneği’nin öncülüğünde içinde 70’i aşkın STK'nın bulunan Nefret Suçları Yasa Kampanyası Platformu kuruldu. AGİT ve tüm STK’ lar ile devamlı temas halinde olan platform STK’lardan gelen talepleri dikkate alarak hazırlanan ve TBMM’ye sunulan nefret suçları yasa taslağında nefret saiki kavramı üzerinden nefret suçlarını açıkça belirtilmişti (Nefret saikiyle kasten adam öldürme, adam yaralama, işkence etme, tehdit, cinsel taciz, eziyet, cinsel saldırı, çocuk istismarı, kişinin hürriyetinden yoksun bırakılması, inanç, düşünce ve kanaat hürriyetinin kullanılmasını engelleme, mala zarar verilmesi, haksız arama, yağma gerçekleştirilmesi, konut dokunulmazlığının ihlali, ibadethane ve mezarlıklara zarar verilmesi, genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması, korku ve panik yaratmak için tehdit)
Bunun nedeni de; nefret suçlarının mağdura ya da mağdurun ait olduğu gruba ilişkin önyargıdan kaynaklanan nefret saikiyle yapılan şiddet içerikli eylemler olmasıydı.
5.12.2013 tarihinde TBMM’ye gönderilen “Temel Hak ve Hürriyetlerin Geliştirilmesi Amacıyla Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının” 15.maddesinin, 5237 sayılı kanunun 122.maddesi başlığıyla Nefret ve Ayrımcılık olarak değiştirildiğini görüyoruz. 15. madde başlığında yapılan değişiklikte ayrımcılık ibaresinin yanında nefret ibaresinin yer verilmesinin gerekçesinin, nefrete dayalı ayrımcılık olduğunu vurgulamak olduğuna dair bir açıklamanın sunulması de pek anlamlı kaçmamış. Demokratikleşme paketinde nefret suçlarından ziyade, nefrete dayalı ayrımcılığı düzenleyen, amacına hizmet etmeyen bir madde ötesine geçememiş. Zaten a-b-c-d bendinde zikredilen işe alınma, ekonomik etkinlikte bulunma, kamuya arz edilmiş belli bir hizmetten yararlanma, mal satımı, devri veya kiraya verilmesi vs. nefret suçları değil ayrımcılığa işaret ediyor.
Platformun hazırladığı yasa tasarısında; ırk, etnik köken, renk, dini inanç veya inançsızlık, dil, cinsiyet, cinsel yönelim, cinsiyet kimliği, fiziksel veya zihinsel engellilik, sağlık durumu veya yaş unsurları vardı. 15.maddede ise etnik köken, cinsel yönelim, cinsiyet kimliği unsurları yok sayılmış. Türkiye’nin “AGİT katılımcı ülkesi” olarak AGİT’in nefret suçları yasasında “olmazsa olmaz” olarak kabul ettiği bu ölçütleri görmezden gelmesi, kabul edilemez olduğu kadar, bu dışlanan gruplara karşı işlenen suçları onaylayıcı ve özendirici bir tavır içine girdiğinin de göstergesidir aynı zamanda.
Yasada hem cinsel yönelim hem de cinsiyet kimliği kavramları farklı grupları (homoseksüel ya da biseksüellik cinsel yönelime, travesti ya da transseksüellik ise cinsiyet kimliği) işaret ettikleri için ayrı ayrı yer almaları gerekirken, ikisine de birden yer verilmemesi, iktidarın “eşcinsellik hastalıktır, günahtır” söylemleri ile örtüşmekte ve adeta bu söylemleri de meşrulaştırmaktadır.
Mağdura ya da mağdurun ait olduğu gruba ilişkin önyargıdan kaynaklanan şiddet içerikli eylemler olan nefret suçlarının cezasız kalması, toplumsal gerginliklerin artmasına ve toplumsal güvenliğin bozulmasına yol açmasının yanı sıra, demokratik bir toplumda olması gereken farklı olan saygı, diyalog ve hoş görü kültürüne de zararı büyüktür
2009’dan bu yana Nefret Suçları ile yürütülen mücadelede, iktidarın “Müslümanların Masumiyeti” filmi yayınlanana kadar açık ve gönüllü bir destek vermediği ancak daha sonra da İslamofobi vurgusunu ön plana çıkararak büyük bir hızla bu suçları düzenleyen bir maddenin demokratikleşme paketine konduğu hatırlardadır.
Şu gelinen noktada; farklı etnik kökenlere sahip vatandaşlara ve LGBT bireylere karşı işlenen suçlar için caydırıcılık gösteren bir düzenlemeyi içermediği gibi, dine inananlara / inançsızlara, Müslümanlara/Gayri Müslümlere, heteroseksüellere/ LGBT’lere, Türk/Türk olmayanlara eşit uzaklıkta durabilecek bir yasa olamayacağı ve hatta bu yasanın nefret söylemi ile mücadele bahanesiyle ifade özgürlüğünü kısıtlamaya yönelik yorumlanacağı yönünde birçok haklı endişe bulunmaktadır.