Darbeleri Araştırma Komisyonu'nda bağlı 28 Şubat sürecine ilişkin alt komisyona ifade veren eski CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'la milletvekilleri arasında tartışma çıktı. Baykal, yazılı bir açıklama yaptıktan sonra durumun içtüzüğe aykırı olduğu gerekçesiyle salonu terk etti.
İşte Deniz Baykal'ın yapmış olduğu yazılı açıklama:
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Darbe ve Muhtıraları incelemek üzere kurulmuş bir Araştırma Komisyonu olarak yapmış olduğunuz 30 Ekim 2012 tarihinde saat 17.00’de Komisyon toplantısında hazır bulunma çağrınızı almış bulunuyorum.
Bilindiği gibi Komisyonunuz Anayasamızın 98/3 ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 104 ve 105. maddelerine göre oluşturulmuş ve yetkilendirilmiştir. Buna göre Meclis Araştırması, Anayasamızda ‘‘belli bir konuda bilgi edinilebilmek için yapılan bir inceleme’’ olarak tanımlanmıştır. Araştırma Komisyonlarının yapacakları araştırma ve incelemelerde kimleri muhatap alabilecekleri Türkiye Büyük Millet Meclisi içtüzüğünün 105. maddesinde 10 kalemde sayılmıştır. Bunlar;
Bakanlıklar
Genel ve Katma Bütçeli Daireler
Mahalli İdareler
Muhtarlıklar
Üniversiteler
Türkiye Radyo Televizyon Kurumu
Kamu İktisadi Teşebbüsleri
Özel kanun ile veya özel kanunun verdiği yetkiye dayalı olarak kurulmuş banka ve kuruluşlar
Kamu Kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları
Kamu yararına çalışan derneklerden ibarettir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Araştırma Komisyonları bu çerçeve içinde kalan kurum ve kuruluşlardan;
Bilgi istemek
Bu kurum ve kuruluşlarda inceleme yapmak
Bu kurum ve kuruluşların ilgililerini çağırıp bilgi almak yetkisine sahiptir. Elbette alınacak olan bilgi ilgilinin şahsıyla ilgili değil kurum ile ilgili olacaktır. Ayrıca uzmanların bilgilerine de başvurulabilir. Elbette bu durumda komisyon toplantılarına katılma çağrısı ile uzmanlığa başvurma konusu iki farklı yöntemdir.
Anlaşılıyor ki, Araştırma Komisyonları, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yürütme organından bilgi isteme, yerinde inceleme yapma, kamusal kurum ve kuruluşların ilgililerini çağırıp bilgi alma ihtiyacına göre yetkilendirilmiştir. Bu konuda, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ve onun adına görev yapan Araştırma Komisyonları’nın muhatabı kamudur, yürütmedir, genel idaredir.
Açıkça anlaşılmaktadır ki Araştırma Komisyonları, kamu kurum ve kuruluşlarının ilgilisi durumunda bulunmayan vatandaşları, sivil toplum kuruluşlarını, basın mensuplarını, televizyoncuları, eğlence dünyasının şöhretlerini, özel banka ve şirket sahip, yönetici ve mensuplarını, siyasi parti mensup ve yöneticilerini, siyasetçileri ve genel olarak tüm vatandaşları komisyon toplantılarına çağırıp bilgi talep etme yetkisine sahip değildir. Araştırma Komisyonu marifeti ile milletvekilleri, bazı vatandaşları; ya da bazı milletvekilleri başka bazı milletvekillerini sorgulayamaz.
Bütün bunlar dikkate alınınca, bir yazı ile Komisyonunuzun 30 Ekim 2012 tarihli toplantısına saat 17.00’de katılma ve bilgi verme çağrısının, bana, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 105. maddesinde sayılan, hangi kamu kurum ve kuruluşunun ilgilisi kimliği ile yöneltilmiş olabileceğini anlayabilmiş değilim.
Bu komisyonda görev yapan değerli arkadaşlarımın, askeri darbeler ve demokraside yaşanan tıkanıklıklar konusunda bir rapor hazırlarken benimle de istişare etmek, bilgi alışverişinde bulunmak ihtiyacını hissetmiş olmalarını doğal karşılarım. Ben de farklı siyasi görüşleri olan arkadaşlarımla ülkemizin bu temel sorunlarını müzakere etmekten mutluluk duyarım.
Bu çerçevede, 12 Eylül Askeri Darbesi, Türkiye Büyük Millet Meclisini ve siyasi partileri kapatarak nasıl hala telafi edilemeyen bir siyasi tahribata ve etnik çatışmalara kadar yansımaları olan bir temel siyasi istikrarsızlığa yol açmıştır? Bu dönemde, hukuku kullanarak ya da hukuk dışı uygulamalarla topluma yaşatılan travmaların insanlarımıza ve topluma ödettiği bedeller, siyasal hayatımızı nasıl derinden sarsmıştır ve sarsmaya devam etmektedir? Elbette bu konularda hepimizin yapacağı katkılar vardır.
Bilindiği gibi, 12 Eylül sonrası dönemde, ilkesiz koalisyonlarla ortaya çıkan, soruşturma şantajları ve siyasi pazarlıklara dayalı aklamalarla ve kirli milletvekili transferleri ile şekillenen bir siyasi çürüme, ahlaki yozlaşma ortamına girilmiştir. Bu ortamın her aşamasında, muhtıra öncesinde de, muhtıra sonrasında da, çözümün, parlamentonun seçim yoluyla yenilenmesinde olduğunu ısrarla söyleyen, yalnız kalmış tek bir ses vardır. Muhtıra öncesinde de muhtıra sonrasında da çürümüş ya da dayatılmış koalisyon tertiplerine bulaştırılmayı, bilinçli olarak reddedip, çözümün ısrarla seçim yoluyla yenilenmiş bir Meclis’te olduğunu söyleyerek tek başına seçim talep etmiş olan bu anlayışın, Türkiye’de darbe tartışmalarına elbette ciddi katkı yapabileceği açıktır.
Bu bunalım döneminde, hem askeri muhtıraya yol açan yozlaşma ve çürüme sürecinin içinde hiçbir sorumluluğu bulunmayan, üstelik, yaşanan bu siyasi yozlaşma ve siyasi çürümeye karşı mücadele vermiş, hem de koalisyona katılma önerilerini reddederek muhtıraya itibar etmeyi, ondan yararlanmayı aklından bile geçirmemiş insanların bu dönemle ilgili söyleyecek çok sözü vardır.
Fakat böyle bir görüşmenin gerçekleştirileceği ortam herhalde Türkiye Büyük Millet Meclisi içtüzüğüne aykırı bir çağrı ile oluşturulacak bir komisyon toplantısı ve onun ifade alma ve sorgulama yöntemi değildir.
Sizlerle ve ilgi duyan herkesle, askeri darbe ve demokratikleşme sorunlarının tümünü, resmiyetten uzak dostça bir ortamda müzakere edebilmeyi gerçekten isterim.
Gene, bugün yaşanmakta olan demokrasi ve hukuk-yargı sorunlarının da kapsamlı bir değerlendirmeye tabi tutulmasına ihtiyaç vardır. Geçmiş dönemlerdeki darbelere ya da darbe girişimlerine gösterilen hassasiyet, bugünkü demokrasi ve hukuk-yargı ihlallerine sergilenen duyarsızlıkla çelişmemelidir.
Darbe konusu, geçmiş dönemlerdeki komünizm ve irtica saplantıları gibi bir topyekûn suçlama, sindirme ve soruşturma mekanizmasına dönüştürülmemelidir.
Basın ve düşünce özgürlüğü ile ilgili sorunlar ne yazık ki artık, tutuklu gazeteci sayıları ile ölçülebilir olmaktan çıkmıştır. Uygulanan sindirme ve yıldırma yöntemleri sonuç vermiş, basın ve televizyonlar diz çökmüş, özgürce görevini yapamaz hale gelmiştir.
Siyasi hesaplaşma niteliğindeki davalar, yargılamanın her aşamasında ortaya çıkan hukuk zaaflarıyla artık inkâr edilemez hale gelmiştir. Belli davalar için özel yetkili mahkeme uygulamasının sürdürülmesi, çifte standartlı bir yargılama sistemi oluşturmuştur. Siyasi kasta dayalı uzun tutukluluk halleri ve tutuklu milletvekilleri uygulaması, savcı ve hâkimlerin aldıkları kararların iktidarın siyasi tercihlerine göre değerlendirilerek, terfilerinin, atamalarının ve soruşturmalarının yapılması, Deniz Feneri davasının acıklı görünümü Türkiye de yargının artık tarafsız da bağımsız da olmadığını ortaya koymaktadır.
Askeri darbelerden ve siyasi baskılardan arındırılmış bir demokrasi ve hukuk-yargı düzeni, hepimizin ortak özlemi olmaya ne yazık ki hala devam ediyor. Buna ulaşmak için birbirimizi daha çok dinlemeye ve anlamaya ihtiyacımız var. Bu amaçla yapılacak her türlü çalışmada sizlerle birlikte olmaktan mutluluk duyacağımı bir kez daha ifade etmeliyim.
Bununla birlikte, Araştırma Komisyonlarının, özellikle de Darbeleri ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu uygulamasının, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğüne uygun olmayan bir istikamette sürdürülmekte olduğunu görüyorum. Buna gerekçe olarak da, toplumda demokrasi bilincinin artırılması, darbelere karşı bir duyarlılık geliştirilmesi, yanlışlıkların hesabının sorulması gibi iyi niyetli bekleyişler ifade ediliyor.
Fakat unutulmamalıdır ki insanların kamu otoritesi ile ilişkilerinin hukukilik, öngörülebilirlik ve kesinlik taşıması, hukuk devleti ve demokrasi için yaşamsal önemdedir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi adına görev yapan bir komisyonun, içtüzük sınırlarını aşan keyfi çağrılar yaparak, sadece kamu kurumlarının temsilcileri için söz konusu olabilecek bilgi isteme yetkisini, sorgulama olarak kullanması ve bunun teşhir edilmesi suretiyle tek tek insanları, bireyleri fiilen suçlama ve yargılama kapsamına alması, hukuk devleti anlayışı ile de insan haklarına ve demokrasiye saygı anlayışı ile de bağdaştırılamaz.
Komisyonunuzun hazırlayacağı rapor, TBMMM genel kurulunda müzakere edilecektir. Yargıda halen sürmekte olan davalar ve Anayasanın 138. maddesi karşısında bu müzakere nasıl yapılabilecektir? Eğer Anayasanın 138. maddesine uygun bir rapor söz konusu olacaksa o ifadeler niçin alınmıştır, o sorgulamalar niçin yapılmıştır?
Eğer bu yöntemle, yargı organlarında yürütülmekte olan bazı davalara kamuoyu desteği sağlamak ve dava kapsamını belli kesimlere doğru genişletme çabalarına destek vermek amaçlanıyorsa bunun açık bir anayasa ihlali olduğu da bilinmeli, eğer biliniyorsa bu durum daha ciddiye alınmalıdır.
Bütün bunlar göstermektedir ki ister darbe ve askeri müdahale dönemlerinde olsun ister seçimle işbaşına gelen sivil iktidar dönemlerinde olsun siyaset-yargı ilişkisi olağanüstü önemlidir.
Siyasi güç sahipleri, seçimle işbaşına gelen iktidar dönemlerinde zaman zaman, darbe dönemlrinde daima, yargıyı, geçmiş dönemlerle hesaplaşmak onlardan intikam almak ya da kendi geleceklerini güvence altına almak için şekillendirmişlerdir.
Ne yazık ki bu çerçevede, Yassıada Mahkemeleri de Silivri Yargılamaları da adalet tarihimizin mahcubiyet sayfalarını oluşturmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki, siyasetimizi, hiçbir gücün adaleti kendi özel hesaplarına göre kullanmasına izin vermeyecek bir noktaya ulaştırıncaya kadar, mücadeleye devam etmek durumundayız.
Ne yazık ki dün de öyleydi, bugün de öyledir. Dün, hiçbir yargı kararı olmadan sürgüne gönderilmiş bir siyasetçi olarak yapılan hukuksuzlukları Zincirbozan’dan Kenan Evren’e yazılı olarak bildirmiştim. Bugün de, Darbeleri ve Askeri Müdahaleleri Araştırma Komisyonuna yetkisiz ve hukuksuz siyasi sorgulama girişiminin yanlışlığını ifade ediyorum.
Yargıyı, siyasetin, geçmişle hesaplaşma, kendi geleceğini güvence altına alma tasallutundan kurtarmak lazımdır.
Yargının siyasallaşması kadar, siyasetin yargılaşması da temel bir yanlıştır.
Bütün bunları, düne ve bugüne ait tüm demokrasi, hukuk ve insan hakları sorunlarını, elbette Komisyonunuzun yetki dışı çağrısı ile ifade-sorgulama ilişkisine girmeden, sizlerle konuşmaktan mutluluk duyarım.
Fakat bu fiili uygulamanın bir parçası haline gelmeyi kabul etmem mümkün değildir. Komisyonunuz bir siyasi heyet olarak, gazete yazarlarını, televizyoncuları, gazete patronlarını, eğlence dünyasının şöhretlerini ve diğer siyasetçileri çağırmadan önce kendi yetkisini sorgulamak durumundadır.
İyi dileklerle.