Sözcü gazetesi yazarı Deniz Zeyrek, AKP'li Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş'ın “30 Ağustos halkın genelini ilgilendiren bir bayram değil” sözlerini eleştirdi. Zeyrek, "Çok merak ediyorum, büyük taarruzun ve şanlı zaferin kahramanlarıyla aynı üniformayı yıllarca giyen Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar'ın Aktaş'a bir çift sözü var mıdır?" dedi.
TIKLAYIN: Sabah yazarı Şebnem Oruç: 30 Ağustos Kurtuluş Savaşı döneminde yeri olan bir tatil
Zeyrek yazısında, "Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş, demişti. Bu sözlerini “30 Ağustos'ta, 23 Nisan'da, 29 Ekim'de ya da dini bayramlardaki gibi bir ulaşım ihtiyacı oluşmuyor” mealinde cümlelerle açıklamaya çalıştı. Bu sözler, Aktaş'ın “milli bayram” kavramının ya da 30 Ağustos Zafer Bayramı'nın önemini yeterince idrak etmediğini, meseleyi bir günlük gelir kaybına indirgediğini gösteriyor. Aktaş'a da bu vesile ile yerel seçimlerden önce “devlet ve bayrak düşmanı” dediği Nâzım Hikmet'in “Kuvayi Milliye Destanı” şiirini (özellikle de 26 Ağustos gecesini anlattığı 8. bapı) okumasını öneriyorum" ifadesini kullandı.
TIKLAYIN: AKP'li Alinur Aktaş'tan '30 Ağustos' açıklaması: Sözlerim çarpıtıldı
Nâzım Hikmet -Kuvayı Milliye Destanı 8.bap 26 Ağustos Gecesinde Saatlarİki Otuzdan Beş Otuza KadarVeİzmir Rıhtımından Akdeniz’eBakan Nefer Saat 2.30.Kocatepe yanık ve ihtiyar bir bayırdır,ne ağaç, ne kuş sesi,ne toprak kokusu vardır.Gündüz güneşin,gece yıldızların altında kayalardır.Ve şimdi gece olduğu içinve dünya karanlıkta daha bizim,daha yakın,daha küçük kaldığı içinve bu vakitlerde topraktan ve yürektenevimize, aşkımıza ve kendimize dairsesler geldiği içinkayalıklarda şayak kalpaklı nöbetçiokşayarak gülümseyen bıyığınıseyrediyordu Kocatepe’dendünyanın en yıldızlı karanlığını.Düşman üç saatlik yerdedirve Hıdırlık-tepesi olmasaAfyonkarahisar şehrinin ışıkları gözükecek.Küzeydoğuda Güzelim-dağlarıve dağlarda tektekateşler yanıyor.Ovada Akarçay bir pırıltı halindeve şayak kalpaklı nöbetçinin hayalindeşimdi yalnız suların yaptığı bir yolculuk var :Akarçay belki bir akar su,belki bir ırmak,belki küçücük bir nehirdir.Akarçay Dereboğazı’nda değirmenleri çeviripve kılçıksız yılan balıklarıylaYedişehitler kayasının gölgesine giripçıkar.Ve kocaman çiçekleri eflatunkırmızıbeyazve sapları bir, bir buçuk adam boyundakihaşhaşların arasından akar.Ve Afyon önündeAltıgözler Köprüsü’nün altındangündoğuya dönerekve Konya tren hattına rastlayıp yoldaBüyükçobanlar Köyü’nü soldave Kızılkilise’yi sağda bırakıpgider. Düşündü birdenbire kayalardaki adamkaynakları ve yolları düşman elinde kalan bütün nehirleri.Kim bilir onlar ne kadar büyük,ne kadar uzundular?Birçoğunun adını bilmiyordu,yalnız, Yunan’dan önce ve Seferberlik’ten evvelSelimşahlar Çiftliği’nde ırgatlık ederken Manisa’dageçerdi Gediz’in sularını başı dönerek. Dağlarda tektekateşler yanıyordu.Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar kişayak kalpaklı adamnasıl ve ne zaman geleceğini bilmedengüzel, rahat günlere inanıyorduve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,birdenbire beş adım sağında onu gördü.Paşalar onun arkasındaydılar.O, saatı sordu.Paşalar : ‘Üç,’ dediler.Sarışın bir kurda benziyordu.Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.Yürüdü uçurumun başına kadar,eğildi, durdu.Bıraksalarince, uzun bacakları üstünde yaylanarakve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarakKocatepe’den Afyon Ovası’na atlıyacaktı. Saat 3.30. Halimur – Ayvalı hattı üzerindemanga mevziindedir. İzmirli Ali Onbaşı(kendisi tornacıdır)karanlıkta gözyordamıylasanki onları bir daha görmiyecekmiş gibibaktı manga efradına birer birer :Sağda birinci nefersarışındı.İkinci esmer.Üçüncü kekemeydifakat bölükteyoktu onun üstüne şarkı söyliyen.Dördüncünün yine mutlak bulamaç istiyordu canı.Beşinci, vuracaktı amcasını vuranıtezkere alıp Urfa’ya girdiği akşam.Altıncı,inanılmıyacak kadar büyük ayaklı bir adam,memlekette toprağını ve tek öküzünüihtıyar bir muhacir karısına bıraktığı içinkardeşleri onu mahkemeye verdilerve bölükte arkadaşlarının yerine nöbete kalktığı içinona ‘Deli Erzurumlu’ derdiler.Yedinci, Mehmet oğlu Osman’dı.Çanakkale’de, İnönü’nde, Sakarya’da yaralandıve gözünü kırpmadandaha bir hayli yara alabilir,yine de dimdik ayakta kalabilir.Sekizinci,İbrahim,korkmıyacaktı bu kadarbembeyaz dişleri böyle tıkırdayıpbirbirine böyle vurmasalar.Ve İzmirli Ali Onbaşı biliyordu ki :tavşan korktuğu için kaçmazkaçtığı için korkar. Saat 4. Ağzıkara – Söğütlüdere mıntıkası.On ikinci Piyade Fırkası.Gözler karanlıkta, uzakta.Eller yakında, makanizmalar üzerinde.Herkes yerli yerinde.Tabur imamımevzideki biricik silahsız adam :ölülerin adamı,kırık bir söğüt dalı dikerek kıbleye doğru,durdu boyun büküpel kavuşturupsabah namazına.İçi rahattır.Cennet, ebedi bir istirahattır.Ve yenilseler de, yenseler de adayı,meydanı gazadan o kendi elleriyle verecektirCenabı rabbülalemine şühedayı. Saat 4.45. Sandıklı civarı.Köyler.Sarkık, siyah bıyıklı süvari,çınar dibinde, beygirinin yanında duruyordu.Çukurova beygirikuyruğunu karanlığa vuruyordu :dizkapaklarında kan,kantarmasında köpük…İkinci Süvari Fırkası’ndan Dördüncü Bölük,atları, kılıçları ve insanlarıyla havayı kokluyor.Geride, köylerde bir horoz öttü.Ve sarkık, siyah bıyıklı süvariellerinin tersiyle yüzünü örttü.Karşı dağlar ardında, düşman elinde kalanbir başka horoz vardır :baltaibik, sütbeyaz bir Denizli horozu.Düşmanlar herhal onu çoktan kesipçorbasını yapmışlardır… Saat beşe on var. Kırk dakka sonra şafaksökecek.‘Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak’.Tınaztepe’ye karşı Kömürtepe güneyinde,On beşinci Piyade Fırkası’ndan iki ihtiyat zabitive onların genci, uzunu,Darülmuallimin mezunuNurettin Eşfak,mavzer tabancasının emniyetiyle oynıyarakkonuşuyor :-Bizim İstiklal Marşı’nda aksıyan bir taraf var,bilmem ki, nasıl anlatsam,?Çkif, inanmış adam,fakat onun, ben,inandıklarının hepsine inanmıyorum.Mesela, bakın :‘Gelecektir sana vaadettiği günler Hakkın.’Hayır,gelecek günler içingökten ayet inmedi bize.Onu biz, kendimizvaadettik kendimize.Bir şarkı istiyorumzaferden sonrasına dair.‘Kim bilir belki yarın…’ Saat beşe beş var. Dağlar aydınlanıyor.Bir yerlerde bir şeyler yanıyor.Gün ağardı ağaracak.Kokusu tütmeğe başladı :Anadolu toprağı uyanıyor.Ve bu anda, kalbi bir şahan gibi göklere salıpve pırıltılar görüpve çok uzakçok uzak bir yerlere çağıran sesler duyarakbir müthiş ve mukaddes macereda,ön safta, en ön sırada,şahlanıp ölesi geliyordu insanın. Topçu evvel mülazımı Hasan’ınyaşı yirmi birdi.Kumral başını gökyüzüne çevirdi,kalktı ayağa.Baktı, yıldızları ağaran muazzam karanlığa.Şimdi bir hamlede o kadar büyük,öyle şöhretli işler yapmak istiyordu kibütün ömrünü ve hatırasınıve yedi buçukluk bataryasınıağlanacak kadar küçük buluyordu. Yüzbaşı sordu :– Saat kaç?– Beş.– Yarım saat sonra demek… 98956 tüfekve şoför Ahmet’in üç numrolu kamyonetindenyedi buçukluk şnayderlere, on beşlik obüslere kadar,bütün aletleriyleve vatan uğrunda,yani, toprak ve hürriyet için ölebilmek kabiliyetleriyleBirinci ve İkinci ordularbaskına hazırdılar. Alaca karanlıkta, bir çınar dibinde,beygirinin yanında duransarkık, siyah bıyıklı süvarikısa çizmeleriyle atladı atına.Nurettin Eşfakbaktı saatına :– Beş otuz…Ve başladı topçu ateşiyleve fecirle birlikte büyük taarruz… Sonra.Sonra, düşmanın müstahkem cepheleri düştü.Bunlar :Karahisar güneyinde 50ve doğusunda 20-30 kilometredeydiler. Sonra.Sonra, düşman ordusu kuvayi külliyesini ihata ettikAslıhanlar civarında30 Ağustosa kadar. Sonra.Sonra, 30 Ağustosta düşman kuvayı külliyesi imha ve esir olundu.Esirler arasında General Trikopis :Alaturka sopa yemiş bir temizve sırmaları kopuk frenk uşağı… Yaralı bir düşman ölüsüne takıldı Nurettin Eşfak’ın ayağı.Nurettin dedi ki : ‘Teselyalı Çoban Mihail,’Nurettin dedi ki : ‘Seni biz değil,buraya gönderenler öldürdü seni…’ Sonra.Sonra, 31 Ağustos günüordularımız İzmir’e doğru yürürkenserseri bir kurşunla vurulanDeli Erzurumluydu.Devrildi.Kürek kemikleri altında toprağı duydu.Baktı yukarı,baktı karşıya.Gözler hayretle yandılar :önünde, sırtüstü, yan yana yatan postallarıher seferkinden kocamandılar.Ve bu postallar daha bir hayli zamanüzerlerinden atlayıp geçen arkadaşların arkasındanseyredip güneşli gökyüzünüihtiyar bir muhacir karısını düşündüler.Sonra…Sonra, sarsılıp ayrıldılar birbirlerindenve Deli Erzurumlu ölürken kederindenyüzlerini toprağa döndüler… Solda, ilerdeydi Ali Onbaşı.Kan içindeydi yüzü gözü.Bir süvari takımı geçti yanından dörtnala.Kaçanı kovalamıyordu yalnızulaşmak da istiyordu bir yerlereve sadece kahretmiyoryaratıyordu da.Ve kılıçların,nalların,ellerinve gözlerin pırıltısıardarda çakan aydınlık bir bütündü.Ali Onbaşı bir şimşek hızıyla düşündüve şu türküyü duydu :‘Dörtnala gelip Uzak Asya’danAkdeniz’e bir kısrak başı gibi uzananbu memleket bizim. Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplakve ipek bir halıya benziyen toprak,bu cehennem, bu cennet bizim. Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,yok edin insanın insana kulluğunu,bu davet bizim… Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hürve bir orman gibi kardeşçesine,bu hasret bizim…’ Sonra.Sonra, 9 Eylülde İzmir’e girdikve Kayserili bir neferyanan şehrin kızıltısı içinden gelipöfkeden, sevinçten, ümitten ağlıya ağlıya,Güneyden Kuzeye,Doğudan Batıya,Türk halkıyla beraberseyretti İzmir rıhtımından Akdeniz’i. Ve biz de burda bitirdik destanımızı.Biliyoruz ki layığınca olmadı bu kitap,Türk halkı bağışlasın bizi,onlar ki toprakta karınca,suda balık,havada kuş kadarçokturlar;korkak,cesur,cahil,hakimve çocukturlarve kahredenyaratan ki onlardır,kitabımızda yalnız onların macereları vardır… |