Deprem bölgelerinde inşaat süreci nasıl işliyor?

Deprem bölgelerinde inşaat süreci nasıl işliyor?

Günce AkpamukBBC Türkçe

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum, 7 Mart'ta yaptığı açıklamada, 6 Şubat'ta meydana gelen depremlerin ardından Gaziantep, Adıyaman, Kilis, Hatay, Kahramanmaraş, Şanlıurfa, Malatya, Adana ve Osmaniye’de ihale sürecini tamamladıkları 21 bin 62 konutun yapımına başlandığını açıkladı. Kurum, 13 Mart'ta yaptığı açıklamada da, “72 bin 596 ev yapacağımız Kahramanmaraş’ta da ilk kazmayı vurduk” dedi.

Bakan Kurum, ihale sürecinin başlamasından bir gün önce, yani 20 Şubat’taki açıklamasında ise bu süreçte Emlak Konut, Yapı İşleri, Kentsel Dönüşüm, Mekansal Planlama ve Milli Emlak Genel Müdürlüklerinin, Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ) koordinasyonunda, eşgüdüm içinde çalıştığını söylemişti.

Bu açıklamaların ardından BBC Türkçe olarak ihale sürecinin nasıl işlediği, hangi şirketlerin hangi bölgelerde inşaata başladığı, bu arazilerdeki zemin etütleri ve haritalandırmaların ne zaman tamamlandığı, inşaatı tamamlanan konutlarda kimlerin oturacağı gibi sorulara yanıt aradık.

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ile TOKİ, konuyla ilgili sorularımıza yanıt vermedi.

İhale süreci nasıl işliyor?

Kamu İhale Kurumu’nun “ihale arama” sayfasında deprem bölgesindeki inşaatlara dair tamamlanan ihaleler açıklanmaya başlandı.

BBC Türkçe’ye konuşan Uluslararası Şeffaflık Örgütü Temsilcisi Avukat Oya Özarslan, “Açıklamalardan gördüğümüz, anladığımız kadarıyla Kamu İhale Kanunu’nun 21/b bendi kullanılıyor. Bu da pazarlık usulüyle ihale sistemi. Yani açık ihale sisteminin dışında kalmış olunuyor. Süreci kamu ihale sayfasında görememe sebebi bu. TOKİ yapıyor bunları ve onun sayfasında da yok” diyor.

Özarslan, 21/b bendine göre doğal afet, salgın hastalık gibi durumlarda alımı hızlandırmak adına kullanılan pazarlık usulü ihale yönteminin aslında doğal afet sırasında çadır, su, yiyecek gibi acil temin edilmesi gereken hususlarda uygulanması gerektiğini belirtiyor.

Pazarlık usulü ihale sisteminde her şirketin bu ihalelerden haberdar olmadığını ve belli kurumlara davetiye gönderildiğini, ihaleyi alan isimlerin de ihale süreci bittikten sonra açıklandığını ifade eden Özarslan, sözlerini şöyle sürdürüyor:

“Kendi takdir ettikleri kurumlar bunlar. Ayrıca ihaleleri izleyen uzmanlara göre, açık usulle yapıldığında kamunun yararına olacak şekilde bir indirime gidilebildiğini görüyoruz ancak pazarlık usulüyle yapılan ihalelerde genellikle maliyet artışı söz konusu oluyor.

“Bu dar bir pasta ve bu pastanın içerisinde hangi siyasi yönü olan grupların, nasıl rol aldığını bilmiyoruz. Anladığımız kadarıyla 21 Şubat’ta başlayan süreç çok hızlı ilerliyor. 50 taneyi geçmiş ihale ve toplam rakam da 350 ila 400 milyar arasında tahmin ediliyor. Bu müthiş bir sayı. Ama açık ihale sürecinde olmaması bu kadar büyük bir kaynağın nereye gittiği sorusunu doğuruyor”.

Özarslan, Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün Kamu İhale Kurumu'nun kendi istatistikleri üzerinden hazırladığı raporu hatırlatarak, “2004 yılında pazarlık usulüyle yapılan ihaleler yüzde 10 iken, 2021’de bu yüzde 23,21’e çıkıyor. Aynı yıllarda açık ihaleler yüzde 75 iken 60’ın altına düşmüş” diyor.

Şehir plancıları devreden çıkarıldı

Kendisi de şehir plancısı olan Gayrimenkul için Strateji Platformu’nun (GİSP) Başkanı Hakan Gümüş, BBC Türkçe’ye yaptığı açıklamada, seçim olmasaydı bu kadar hızlı hareket edilmeyeceğini söylüyor:

“Planlama ciddi ve kapsamlı bir iş. Öncelikle, yeni gelişme ve konut alanlarının nerede olacağına karar vermeniz için zemin etütlerinin yapılması lazım. ‘Zemin etütleri önceden elimizde vardı’ deseniz bile deprem bütün yer şeklini değiştirdi.

"İkinci konu ise kenti yeniden inşa etmek sadece bina dikmek demek değil. Kalıcı konut yapalım ve bir an önce taşıyalım isteniyor. Ama bu kentin toplanma mekanları, sosyal alanları, eski kent merkezleriyle ulaşım bağlantıları vs bütün bunların sağlıklı bir şekilde planlanması lazım."

BBC Türkçe’ye konuşan TMMOB Şehir Plancıları Odası (ŞPO) Yönetim Kurulu Başkanı Gencay Serter ise bu süreci yönlendirenin 24 Şubat 2023 tarihinde yayımlanan 126 numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi olduğuna dikkat çekiyor ve kararnameyle, planlamanın devre dışı bırakılarak sürecin hızlandırıldığını ifade ediyor:

“Kararnamenin özü; bir yerde zemin etüdü yapıldıysa, varsa ve uygunsa, doğrudan vaziyet planı üzerinden ruhsatlandırma yani inşaat yapabiliyor."

"Zemin bunlardan sadece bir bileşen"

ŞPO olarak bir kenti kurmak için sadece zemin uygunluğunun yeter şart görülmemesi gerektiğini düşündüklerini belirten Serter, “Zemin bunlardan sadece bir bileşen” diyor.

Serter planlama sırasında kültür, turizm, tarım, milli savunma bakanlıkların yanı sıra DSİ gibi kamu kurumlarının görüş vermesi gerektiğini belirtiyor ve ekliyor:

“Şu anda yerleşilebilirlik analizi yapılıyor yani zemin açısından sağlam yerler aranıyor ancak oranın örneğin sel açısından bir afet riski taşıyıp taşımadığı bilgisi yok. Sadece Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından, deprem açısından değerlendirildiği için bu eksik bir değerlendirme.

“Kentler ticaretiyle, sanayisiyle, konut alanlarıyla, eğitim alanlarıyla, alt yapısı ve üst yapısıyla, bir bütün. Bütünlüklü bir şekilde planlanması gerekiyor. Bu uzun vadeli ve kompleks yapıyı çözümlemenin sadece tek bir yolu var: Şehir planlama. Bizim mesleğimize, şehir planlama disiplinine belki ülke tarihinde en çok ihtiyaç duyulan dönemde, gayet irrasyonel bir yaklaşımla biz devre dışı bırakıldık. Kurumlardan görüş alınması zorunluluğu bile yok. Planların askı süreci yok. Bunun sonucunda da bir afetten kaçarken başka afetlere yakalanma riski var. Aynı zamanda da nitelikli ve konforlu kent kurgularını yakalamama riski var”.

Uluslararası Şeffaflık Örgütü Temsilcisi Özarslan da Hatay Havalimanı örneğini vererek bu sürecin aceleyle değil, özenle ilerlemesi gerektiğini belirtiyor:

“Bu dersleri almış olmamız lazımdı. Hatay Havalimanı, sivil toplumun itirazına, dava açmasına, uzun süre de o dava sürecini yürütmesine rağmen neredeyse inatla tekrar oraya yapıldı ve deprem anında kullanılamayacak hale geldi. Sivil toplumu hiç işin içine katmadan ama kamuya da bir açıklığı olmadan büyük bir aceleyle işleyen bir süreç görüyoruz."

İnşaatlar nerelerde yapılacak?

Serter, 126 No’lu kararnameyle mera ve orman alanlarının da yapılaşabilir alan olarak görüldüğünü söylüyor ve ekliyor:

“Planlamada şöyle bir şey vardır, biz mera ve orman alanlarını normalde korumak isteriz. Sadece zemin üzerinden değerlendirme yaptığınız zaman üzerindeki mera alanının sizin için çok kıymeti harbiyesi olmuyor. Ama bütün bir şehrin yakın çevresiyle bütünlüklü olarak analizi yapılsaydı belki mera ve orman alanlarında hiç yapılaşmaya ihtiyaç duymayacağımız kent kurguları yaratabilirdik”.

İnşaat için belirlenen arazilerin kamu arazisi olma zorunluluğu bulunmadığını, kamulaştırma gibi araçların da 126 No’lu kararnamede olduğunu belirten Serter, dağlık kesimlerin zemin açısından daha güvenli olduğu düşüncesiyle hareket edildiğini söylüyor.

“Biz 'Dağlara yerleşilmesin' demiyoruz. Eski kentlerin hepsine aynı şekilde yerleşilsin de demiyoruz. Eğer yapılan daha detaylı çalışmalarla buralar ‘yerleşilemez alan’ olarak ortaya çıkarsa, oradaki malikleriyle bu konu tartışılıp onlara durum izah edilip başka yerlere gönderilmeli. Eski kentlerde yaşanabilir yerler varsa onlar da değerlendirilebilir.”

Gümüş ise “Şu anda Hazine'ye ait olan ve nispeten sağlam zemine sahip tepe yamaçlarında bulunan arazilere yerleşilmeye çalışılıyor. Farklı mimari gruplar master plan için çalışıyor. Bu çalışmalar Elbistan’da, Hatay’da, Kahramanmaraş’ta devam ediyor” diyor.

İnşaatların başlayabilmesi için teknik olarak çok ciddi bir çalışma yapıldığını belirten Gümüş, “Mevcut zemin etütleri üzerinden mümkün olan en doğru lokasyonlara yerleşilmeye çalışılıyor. Şehre olan uzaklığı, yeşille bağlantıları gibi modern tasarım kriterlerine dikkat ediliyor. Sadece acele edilmesinde sorun görüyorum. Halbuki, çok hızlı bir şekilde konteyner kentlere taşınması gerekirdi. Sonrasında planlama sürecinin daha sindirilerek yürütülmesi gerekirdi” diye ekliyor.

İnşaatın başlaması ne demek, GYODER ve büyük şirketler bu sürecin neresinde?

Gayrimenkul Yatırımcıları Derneği (GYODER) Başkanı Mehmet Kalyoncu, deprem bölgesindeki yeni şehir merkezlerinin “master plan tasarımı” için “gönüllü olarak” çalışmaya başladıklarını açıkladı. Kalyoncu master plan çalışmalarının bütçesinin GYODER tarafından karşılanacağını ifade etti.

GYODER’in 7 Mart tarihli basın açıklamasında, “GYODER olarak, deprem bölgesinde imar ve ihya edilecek olan yeni şehir merkezlerinin ‘kentsel strateji, masterplan ve mimari tasarımları’ için tamamen gönüllü bir şekilde tabiatla uyumlu, tasarıma değer veren, en uygun tekniği baz alan ve toplumumuzun menfaatlerini önceleyen bir bakış açısıyla öneri niteliğinde bir çalışma yaparak elimizden gelen katkıyı sunmak için çabalıyoruz” denildi.

Açıklamada, “Tasarım sürecinin dışında herhangi bir sürecin içinde GYODER olarak bulunmadığımızı da kamuoyunun bilgisine sunarız” ifadesi yer aldı.

“İnşaatın başlamasından kasıt mimari projelerin başlaması demek” diyen Gümüş süreci şöyle anlatıyor:

“Mart sonu, Nisan başında master planlar açıklanıp işe başlanması hedefleniyor. GYODER süreci koordine ediyor. Hatta yabancı mimarlar da bölgeye getirildi.

“Sonra da belirli bölgeler, GYODER üyesi olan büyük inşaat firmaları arasında pay edildi. Pay edilmeyi yanlış anlamayın, bu büyük bir kar beklentisiyle, büyük paralar kazanmak için yapılmıyor. Tam tersi birçoğu bunu bağış olarak yapıyor. Bazıları da maliyet artı düşük bir karla yapacak. GYODER üyesi büyük inşaat firmaları taşın altına elini koydu demek daha doğru.

“Bakanlığın kontrolünde ihale süreci olacak ve bakanlıkla anlaşma yapacaklar.”

Gümüş son olarak, bu master planların mimarlık ofislerinden istendiğini ancak normalde bunun şehir planlama işi olduğunu belirtiyor:

“Çünkü mimarlık ve şehir planlama ölçek itibarıyla da çok ayrı işler. Master planların şehir plancılar tarafından yapılması gerekirdi”.