Kültür ve Tabiat Koruma Kurulu eski Başkanı ve Şehir plancısı Prof. Mete Tapan, İstanbul'da 1999 yılında büyük can ve mal kaybına neden olan 7.5 büyüklüğündeki Gölcük merkezli depremi hatırlatarak alınması gereken önlemleri yazdı. Tapan, "Belki de en önemli yöntem, depremi insanoğluna hiçbir zaman unutturmamaktadır. Yazılı ve görsel medya, insan belleğinde depremi canlı tutmanın yolunu aramalıdır. ilköğretimden itibaren eğitimin tüm kademelerinde depremin oluşum nedenini, depremin büyüklüğünü ve şiddetini gösteren olguların tanıtımının yapılması büyük felaketleri önlemenin tek yoludur" ifadelerine yer verdi.
Prof. Tapan, İstanbul'da 1999 yılında meydana gelen depremin ardından uzmanların otuz yıl içerisinde Marmara Denizi'nde önemli bir kırılma yaşanacağı uyarılarının üzerinden geriye on dört yıl kaldığına dikkat çekerek, "Meslek odalarının sürekli olarak “kent içindeki yeşil alanların yapılara peşkeş çekilmemesi, bunların genişletilmesi gerekir” biçimindeki feryatlarının arkasında bu gereksinme yatmaktadır" dedi.
Prof. Mete Tapan'ın Cumhuriyet'te 'Depremin şiddetini nasıl azaltırız?' başlığıyla yayımlanan (5 Mayıs 2015) yazısı şöyle:
Bu kez deprem, Nepal Cumhuriyeti’nin başkenti ve çok sayıda budist ve hindu tapınağının bulunduğu Katmandu’yu 7.8 büyüklüğüyle vurdu...
Büyük can ve mal kaybına neden oldu... Tarihi anıtlar, kültür varlıkları, konutlar, işyerleri, iki dakika süren depremde yıkıldı... Maddi ve manevi zarar çok büyük... İnsanoğlu asırlar boyu bu tür felaketlerle beraber yaşıyor, ancak bu felaketlerden gerektiği gibi ders almıyor.
Konunun uzmanları, anlaşılan isteseler de yeterince insanları aydınlatamıyor. Depremin felaket haline gelmemesi için deprem öncesi nelerin yapılması gerektiğini tek tek saysalar da, insanlar uzmanların anlattıklarına masal dinlermiş gibi kulak veriyor... Deprem riski büyük olan yerlerde yerleşmeye devam ettikleri gibi, daha evvel depremden zarar görmüş, ama yıkılmamış, ancak ufak onarımlarla, deprem sonrası oluşan çatlaklar sıvanarak kapatılmış olan binalarda yaşamlarını sürdürdükleri izleniyor.
Deprem yalnız insanların, toplumların canlarını almıyor, onların ekonomik yapısını da yok ediyor. Yakınlarını, akrabalarını kaybetmiş olanların ekonomik koşullarının da bozulmasıyla bunalıma girdikleri, dolayısıyla ruhsal dengelerinin de bozulduğu bir gerçektir. Deprem öncesi, hele depremi hiç yaşamamış olanların, uzmanların anlattıklarını doğru algılayamamalarının da doğal olduğunu, depremi yaşayanlarla bir empati kuramadıklarını da anlayışla karşılamak gerekir.
Bu psikolojik gerçeğe karşı yapılması gereken belki de en önemli yöntem, depremi insanoğluna hiçbir zaman unutturmamaktadır. Yazılı ve görsel medya, sürekli olarak insan belleğinde depremi canlı tutmanın yolunu aramalıdır. Sürekli görsel programlarla, depremin gerçekleştiği anların insanların gös- terimine sunulması, ilköğretimden itibaren eğitimin tüm kademelerinde depremin oluşum nedenini, depremin büyüklüğünü ve şiddetini gösteren olguların tanıtımının yapılması büyük felaketleri önlemenin tek yoludur.
Deprem öncesi alınacak önlemler ne kadar kapsamlı olursa, deprem esnasında ve depremin yaralarının sarılması evresinde, başka bir deyişle rehabilitasyon döneminde depremin zararları daha aza indirilebilir.
Deprem sonrasında, insanlar evlerine dönmek istemezler, çoğu kez onlar için geçici barınakların kurulabileceği, kent içinde büyük alanlara gereksinme vardır. Meslek odalarının sürekli olarak “kent içindeki yeşil alanların yapılara peşkeş çekilmemesi, bunların genişletilmesi gerekir” biçimindeki feryatlarının arkasında bu gereksinme yatmaktadır.
Deprem yalnız yıkmaz, aynı zamanda da büyük yangınların olmasına neden olur. Dolayısıyla, yangın riskini azaltmak için, doğalgaz gibi enerji hatlarının sürekli bakımı yapılmalı ve benzin istasyonlarının yoğun iskân alanlarının dışına çıkarılması gerekmektedir.
“Deprem öldürmez, bina öldürür” gerçeğini de bu vesileyle tekrar anımsatmakta yarar görmekteyim. Söz konusu söylem, binaların depreme karşı gerekli mühendislik hizmetleri alınarak inşa edilmelerini ifade etmektedir. Binaların hem mimari ve statik projelerinin, hem de uygulamaların deprem riskini minimize edecek biçimde gerçekleştirilmesi kaçınılmazdır. İskân bölgelerinin kent toprakları içindeki yer seçimi ve yine bir mimari projenin taşıyıcı sistemi kurgusunun, deprem riskini minimize edecek doğrultuda seçilmesi, büyük felaketlerin önlenmesinde başlıca rol oynar.
Yukarıda sözü edilenler, depremin büyük bir felaket olmaması için, ülkemizde veya evrenin başka bir köşesinde büyük bir deprem olduktan sonra genelde dile getirilen tavsiyelerdir... Gölcük ve çevresini etkileyen 1999 depremi on altı yıl evvel gerçekleşti.
Uzmanlar, o günlerde Kuzey Anadolu Fayı’nın Marmara Denizi içinde yer alan bölümünde, otuz yıl içerisinde önemli bir kırılmanın olacağını dile getiriyorlardı. Bu konuda önemli araştırmaların yapıldığını biliyoruz. “Bu otuz yıl” ın on altısı gitti, geriye on dörtü kaldı... Belki de bu tavsiyelerle “depremle beraber yaşama” adına İstanbul için daha doğru ve çok sayıda işler yaparız.
(*) Depremin büyüklüğü mutlak bir değer olup, ölçülebilir... Depremin şiddeti ise etkilediği bölgedeki hasara bağlı rölatif bir değerdir.