Dersim'de asayiş sorunu var mıydı?

Dersim'de asayiş sorunu var mıydı?

T24 - Türkiye'nin siyasi tarihinde önemli bir yeri olan, kimilerine göre de 'dersim isyanı', kimilerine göre ise 'dersim kırımı' olarak anılan olaylar bugün hala belleklerdeki yerini kaybetmiş değil. Yapılan açıklamalar Dersim'de çeteleşmenin (isyanın) çok büyük asayiş sorunu yarattığını söylesede dönemin isimleri, hatta müfettişleri o dönemde (1936) belirtildiği gibi bir asayiş sorunu olmadığı toplantı tutanakalarından edinilen bilgilerle gözler önüne serildi. Radikal gazetesi yazarı Baskın Oran'ın bugün (18 Ekim 2010) kaleme aldığı 'Değil isyan, asayiş sorunu bile yoktu' adlı yazısı şöyle: Değil isyan, asayiş sorunu bile yoktu Kolej kompleksi, adını taşıdığı efsanevi Munzur Nehri nin kıyısında yer alıyor.

Dersim kırımı gündeme geldiğinde, yörenin içinde ve dışında üç şey tartışıldı: 1) Dersim'i Bayar yaptı, Atatürk'ün haberi yoktu; 2) İsyan çıkınca devlet bastırır; 3) Eşkıyalık önlenemiyordu.

Sempozyumda konuşan Tunceli Eğitim ve Sağlık Vakfı Başkanı Kazım Arık dil meselesine giriyor hemen: “Dersimliler ana dillerini konuşmuyorlar, konuşamıyorlar. Destek olmazsa kaybolup gidecektir.” Dersimlinin psikolojisini anlatıyor: “Dersimli yaşlı teyze sancılanmış. Doktor diyor ki: ‘Najini to nia so pê na perda, uza sedya sero rameridiye, ez to miyane keri’ (Teyzecim, geç perdenin ardına, uzan, muayene edeyim). Teyze doktoru azarlıyor: ‘Riê to be şia bo, tı hawa zonê ma qeseykena, koti ra tı toxtora?’ [Yüzün kara olsun ki, sen bizim dili konuşuyorsun; nerede doktor olasın ki?] Bu dil şimdi üniversitede!” (Bilgi notu: Dersimce sözleri Kazım Bey’e sonradan yazdırdım; üç lanetli harfin üçü de mevcut, buradan 6 ay yersem sağlık olsun. Ama o zaman ben de Genelkurmay’ın internet sitesi hakkında suç duyurusu yaparım: www.tsk.tr)

Valinin sözleri de ‘acayip’ Kaçınılmaz olarak, bundan yaklaşık 25 yıl önce İzmir’de Dr. Alpaslan Berktay’dan dinlediğim geliyor aklıma: “Yedek subaylığımı Tunceli Hozat’ta yapıyorum, 50’lerin başında. İnsanlar o kadar yıldırılmışlar ki, kırda rastladığım köylü hemen eşeğinden iniyor, hazırola geçiyor, başı önünde, ben kaybolana kadar yerinden kıpırdamıyor, mırıldanıyor: ‘Allahömürlerversinbegüm, Allahömürlerversinbegüm, Allahömürlerversinbegüm’…” Desteğini göstermek için Cumhurbaşkanı Gül’ün gönderdiği Başdanışman M.B. Cebeci’nin: “Büyük devlet olabilmenin şartı, farklılıkları kucaklayabilmektir. Türkiye büyük devlet olmaya layıktır” demesinin ardından kürsüye son olarak Mülkiye mezunu Tunceli Valisi Mustafa Taşkesen çıkıyor. İl hakkında bilgi verdikten, mesela işsizlik oranının Türkiye ortalamasının çok üstünde olduğunu belirttikten sonra, “Bayburt’tan sonra en az nüfusa sahip il. Aslında, asker ve polisi çıkartırsanız, en küçüğü” dedikten sonra, rektörden de tuhaf şeyler söylemeye başlıyor: “Geçmişimizle yüzleşmek zorundayız. Salt güvenlik kaygısı, güvenliği tehlikeye düşürüyor. ‘Özgürlük, Güvenliğin Ön Şartıdır’ ilkesiyle hareket ediyoruz.”

‘Dersim’e sefer olur, zafer olmaz’ Ve şöyle bağlıyor: “Her şeyi götürüp ekonomik kalkınmaya bağlayan görüşlerin yetersizliğini de kabul etmek zorundayız. Bir devletin milletiyle bütünleşmesinin öncelikli şartı, insanlarına onurlu bir varoluş sunmasıdır.” Tercüme lazımsa: Kürt sorunu sadece ekmek değil, kimlik sorunudur diyor, devletin valisi. İsterseniz samimiyet derecesini tartışın, fakat kesinlikle yepyeni, demokrat bir vali kuşağı bu. Bir örneğini Van Ahtamar dizimde zikretmiştim. Dikkatle izlenmeli. Protokol konuşmalarından sonra, ilk konuşma olarak, sempozyumun ‘mana ve ehemmiyetini’ benim anlatmamı tertip komitesi uygun görmüş. Çok kısaca şöyle aktarabilirim. (Tamamı için bkz. www.baskinoran.com sitesindeki PP sunumu ve Radikal İki’deki 29.11.09 tarihli yazım) : Dersim kırımı, 70 küsur yıl sonra gündeme geldiğinde, yörenin içinde ve dışında üç şey tartışıldı: 1) Dersim’i Bayar yaptı, hasta Atatürk’ün haberi yoktu; 2) İsyan çıkınca devlet tabii ki bastırır; 3) Dersim eşkıyalığı bir türlü önlenemiyordu. Üçü de külliyen yanlış olan bunların birincisi, tuhaftır ki Dersimlilerin. Kendilerini kırmış olan Tek Parti’ye hâlâ laf söylemiyorlar; bunun sebeplerini araştırmak lazım. Çünkü 4 aşamalı Dersim’i ‘fetih’ planı 1926, hatta 25’te yapılmaya başlandı: 1) Asker taşıyacak demir yollarıyla Dersim’i kuşatmak (“Demir Ağlarla Ördük Ana Yurdu Dört Baştan”; sadece Dersim örüldü aslında); 2) 1927 ve 34 iskan yasalarıyla etrafını boşaltmak; 3) 1935 Tunceli Kanunu’yla apayrı bir “askerî hukuk” tesis etmek; 4) 1937 Sadabat Paktı’yla tecridin uluslararası ayağını tamamlamak. İkinci cümle yanlıştı, çünkü Dersim katiyen isyan falan etmedi. 4 aşamalı planın 37’de tamamlanmasıyla ‘fetih’ başlayınca, asırlar boyu zulüm görmüş Dersim kendini savunma refleksine girişti ve kırıma uğradı. Hepsi bu. Üçüncünün yanlışlığı, yeni çıkan Umumi Müfettişler Toplantı Tutanakları-1936’da belgeli. Umumi müfettişler Tunceli’de asayiş sorunu diye bir şey kalmadığını yemin billah ederek defalarca söylüyorlar (s. 29, 71, 180). “Dersim isyan etti” demenin amacı şu: Ulus-devlet kuruluyor, farklılığa hiç tahammülü yok, orayı fethedecek, düşman lazım. Dersimliler ise asırlardır içe kapanmışlığın sonucu, Ulus-devlet diye yepyeni bir olgu geldiğinin farkında bile değiller. “Dersim’e sefer olur, zafer olmaz. İlkbaharda gelirler, sonbaharda giderler. ‘Sel seferleri’dir bunlar” diyorlar. Sonuçta dönemin en modern silahlarıyla (tayyare bombaları ve zehirli gaz) 13.160 kişi öldürülecek, öldürülenlerin kimi kız çocukları subayların yanına evlatlık verilecek (Ermenilere 1915’te ve Aborijinlere Avustralya’da yapıldığı gibi). 11.818 kişi sürülecek (“Resmî Raporlarda Dersim Katliamı”, Radikal, 19.11.09; İ. S. Çağlayangil, http://desmalasure.de/09/1227066689/index_html#Bild1)

Alınganlık çok ilgi çekici Konuşmam şöyle bitti: Kırımı yapan Tek Parti’ye her seçimde Dersim’den çıkan oy, ülke genelinde çıkanın hep çok üstünde oldu. Hatta, Nazımiye doğumlu Kılıçdaroğlu; aşireti Kureyşan’ın Türkmen, kendisinin de Seyyid olduğunu TRT Avrasya TV’de söyledikten ve bu Hürriyet’te Soner Yalçın’ın köşesinde çıktıktan 3.5 ay sonra yapılan referandumda Dersim % 81 ‘hayır’ verdi. Bence izahı: 1) Dersim’de din’in (Aleviliğin) soy’dan önemli oluşu. Hilafet Tek Parti tarafından kaldırılınca Sünni katliamlarından kurtulduk diye sevindilerdi, ardından gelen çok daha ağır ve sistematik ulus-devlet zulmünü hâlâ görmek istemiyorlar; 2) Sonuç olarak bir tür ‘Stockholm Sendromu’ olabilir mi? İçgüdüsel olarak, daha fazla yapmasını önler diye işkencecisine âşık olma durumu? Ama haksızlık da yapmamalı: Başka tutunacak dal mı çıktı? Kimisi “Zazaca bölücülüktür” diyor, kimisi Alevi köyüne zorla cami yapıyor. CHP de bu sayede gayet rahat: Dersim’in aşkı tek taraflı. Daha o akşam şehirden yansıyan haberleri vereyim: “Dersimliler sana alınmış hocam.” Niye? “Kureyşanlılar Türkmendir, dediğin için…” Ne dersin? Nasıl yorumlarsın? Sempozyumu protesto eden 15 kişilik grubun şehirdeki etkisinin büyüklüğü desen, bu kadar büyük çarpıtmayı ne kadar uğraşsan ortam olmasa tutturmak mümkün değil. Yani ortam var: “Azınlık hassasiyeti.” Her azınlık, yani başat olmayan ve ezilen grup, sürekli baskıdan o kadar bunalmıştır ki, olmayan nemi buluttan kapmaya her an hazırdır. Mazlum o kadar hassastır ki, kendine en yakın duranı bile, yarasına parmak basarsa, ittirmekte üstat olabilir. Güleceksiniz ama İşaya (Prof. Üşür) bildirisini sundu, Ermeni olduğunu bildiğim bir Dersimli bana şöyle diyor: “Doğrusu alındık. İşaya Hoca iki kere ‘gavur’ kelimesi telaffuz etti.” Yahu, İşaya’nın kendisi Süryani yahu!

Özel bir özel okul ziyareti Öğle vakti. Rektör Boztuğ’un söylediğine göre, buradaki bir özel okuldan bir öğrenci ‘Hangi Tuğladan Vazgeçebiliriz ki?’ konulu bir afiş yapmış. Türkiye’yi oluşturan çeşitli etnik ve dinsel grupları birbiri üstüne konmuş tuğlalar biçiminde tasvir etmiş, bir yarışmada afiş dalında birincilik almış. Afişi görmek ve yemek için okula davet edilmişiz.Özel Munzur Koleji. Yemek. Müdür anlatıyor: 75 öğrenciyle açıldığı. Açılışı Milli Eğitim Bakanı Doç. Dr. Hüseyin Çelik’in yaptığı. Bugün 710 öğrencisinin olduğu. Karateden bedmingtona kadar faaliyetler. 300 kişilik konferans salonu. Okulun sahibini soruyoruz, müdür “Özel Erkam Öğretim Şirketi” diyor. Vali bey açık sözlü: “Türkçesini söyle, Türkçesini” diyor ve söylüyor: “Hocaefendinin okullarından.” Yanımda, Mülkiye’den hocam ve Ankara Merkez Cezaevi’nden yatak arkadaşım (aynı yatak vallahi!) Prof. Mete Tunçay var, Mülkiye’nin ünlü ‘Ayı Mete’si. Şeytanın avukatı olur; soruyor: “Yemek dahil yıllık 2.700 lira kurtarıyor mu?” Müdür, aynı şirketin Elazığ’daki okulunun 7.500 olduğunu, Tunceli’nin imkânlarına göre fiyat tespit ettiklerini, şirketin toplam 8-9.000 öğrencisi olduğu için bunu yapabildiklerini anlatıyor.

Keçe kalemli tahtadan akıllı tahtaya

Mete Tunçay’ın da (sol başta) bulunduğu bir grupla öğle yemeği arasında koleji ziyaret ettik.Çaylar geldi, Mete Abi yine assolist: “50’lerin ortasından önce Türkiye’de kahve içilirdi. Hatta, ‘çay geliyor’ dendiğinde köylerde çocuklar ayaklarını kaldırırlarmış, ıslanmayalım diye. Karadeniz’de ekilmeye başlanınca yaygınlaştırıldı.” Makine ısınmışken devam ediyor, benim bildiride geçen “Rum leşkeri” (Osmanlı/Türk askeri) terimine gönderme yaparak: “Bizans’taki Laskarides hanedanının adı leşker’den bozmadır” diyor. Az şey öğrenmemişimdir bu adamdan, özellikle cezaevinde. Sıra Kolej’i gezmeye geldi. Konferans salonunda kısa tanıtma filmi. Faaliyetler. Fırfırlı kısa etekli küçük kızların gösterileri. Ödül kazanmış afiş hediye ediliyor. Mete Abi yine soruyor: “Bu tuğlalar arasında Kürt var ama Zaza yok?”

Beyaz tahta da devrimdi Esas olay, sınıfları gezerken: Her sınıfta bir ‘akıllı tahta.’ Bildiğimiz yazı tahtası ama dokunmatik. Yazdığını-çizdiğini siliyorsun veya hafızaya alıyorsun, şekiller ve fotoğraflar ekleyebiliyorsun, istersen şekilleri otomatik düzeltiyor, öğrencilerin bilgisayarlarına gönderebiliyorsun, sınavı tahtadan yapabiliyorsun, filan. Mülkiye’de değişmez dekan Celal (Prof. Göle) keçe kalemle yazılan şu andaki beyaz tahtaları yaptırmıştı, devrim olmuştu… Sonuç? Şikâyetçi değilim çünkü ‘Fethullah’ın okullarından birini görmeyi epeydir istiyordum. Bir zamanlar eşkıyaya takmıştık, sonra komünistlere, sonra teröristlere, şimdi de Fethullahçılara takmak bana biraz fazla ezber geliyor. Fakat öğle yemeğine sıkıştırılan bu ‘özel’ kolej ziyareti de Aleviliğe bu kadar bağlı bir ortamda biraz fazla ilginç kaçtı, açıkçası. Burada kiminle konuşsan, Fethullahçıların Dersim’e sızdığından şikâyetçi. Algı, olgudan önemlidir.

Dersimliler, inançları ve Fethullahçılar Dersimlilerin Gülen okulu konusunda düşündüğü özetle şu: Açılan özel eğitim kurumları bizim inancımızı asimile etmeye kalkarsa olmaz. Sempozyumun düzenleyicisi Dr. Şükrü Aslan şöyle diyor: “Kentte 2000’den bu yana bir Fethullahçılaşma eğilimi var. Üniversitenin buna aracılık ettiği kanısı yaygın. Doğrusu çok da temelsiz değil. Ben, Gülenci ortamda da söyledim. Bu topraklarda insanlar doğal mekânları kutsal sayıyor, nehir kenarında niyaz dağıtıyor, su kaynağında kurban kesiyor, dağın doruklarında dua ediyor. Böyle bir inanç kültürü var. İleride bu kültürün yerine sarıklı, çarşaflı, beş vakit namazlı bir toplum olursa bundan memnun mu olursunuz yoksa bir kültürü ortadan kaldırdık, insanlık suçu işledik diye üzüntü mü duyarsınız? Mesele bu soruya nasıl yanıt verdiğinizdedir.” Vali Mustafa Taşkesen’den herkes memnun. “Kesin Alevidir!” diyorlarmış. Geçmişteki valileri soruyorum: “80’den sonra gelen vali ‘Siz iyi insanlarsınız ama namaz kılmıyorsunuz. Fakat sizin suçunuz değil çünkü cami yok’ dedi ve camiler başladı. Jandarmalar dükkândan geçerken ‘Duymuyor musunuz ezan okunuyor!’ deyince esnaf mecburen gitti.” Şu andaki validen önceki, beyaz eşya dağıtan. Ondan önceki tam bir MHP’lilik sergiliyor. Anlatıyorlar: “Bir saat dinlerdi, sonra: ‘Devlet şöyle istiyor, şöyle olacak!’ der, kalkardı.” 28 Şubat’tan sonra durum biraz değişiyor. Bir komutan Cuma’ya sadece 2 kişinin gittiğini öğrenince, ezan okunmasın diyor ve bir süre okunmuyor.