Dervişlik taçta olmadığı gibi başta da değildir

Dervişlik taçta olmadığı gibi başta da değildir

Murat Kapkıner

 

Mesele şu:

Olmadı. Biraz konuşmam gerekiyor.

Mesele riya meselesi.

Mübarek Ataullah İskenderî, bir hikmetinde şöyle diyor: ‘’Hata ve günah anında Tanrı’dan umudun kesiliyorsa/ Bu, senin amellerine güvendiğine delalet eder’’. Buna benzer bir şeydi. (Yazacağım şeylerle uzak da olsa ilgili).

Hz. Peygamber de: ‘’Ümmetim için şirkten korkmuyorum; onlar için korktuğum gizli şirk (riya)dır’’.

Ben, ki, kendimi ümmet-i Muhammed’e, küfürlerimle, kötü yaşam biçimimle ne kadar tanıtıp riyadan kaçınmaya çalıştıysam da eminim hâlâ keşfedemediğim, baş edemediğim riyalarım var mıdır diye korkuyorum.

Çünkü riya bildiğiniz gibi değil: kişi kendini aldatır. Kendini aldatınca da çevreyi. O yüzden riya ümmetin birincil sorunu. Maske üstüne maske. Birini çıkarıyorsunuz alttan görünen de sahici yüzünüz değil. Ve bu handiyse sonsuza kadar sürüyor.

Ne yapmalı?

‘’Ar-ı namus şişesini taşa çaldım kime ne’’ Yapılacak şey bu. Ama bunu mesela İskender Pala’dan istemek zulüm. Kimseden istemeye cesaretimizin olmadığı şeyi, bu komutanlarına itaatli, disiplinli TSK’nın şerefli subayından istememiz adalete hiç sığmaz.

Orada burada, bana (Allah var) dervişane yanıtlar veriyor, verdirtiyor; sosyal medyada. Özetle benim itaatsizliğimi, efeliğimi Müslümanlıkla karıştırdığım merkezinde bu yanıtlar. Bir Müslüman’ın üstlerine saygılı olması gerektiği yolunda. (Şimdi ne demeli; benim dövdüğüm subaylar aynen böyle düşünenlerdi mi demeliyim). Bir okuyucusuna, benim gibi ağzı bozuklara itibar etmemenin ahlaklarının (dervişlik ve terbiyeliliklerinin) gereği olduğunu vasiyet ediyordu.

Bunların hepsi tamam. Anlaşamasak da ıralarımız taban tabana olsa da; bunlar tamam: O efendi biri; ben hayta.

Okuyucusuna öyle nasihatler ediyor ki (benim ilgimle): Beni İsrail peygamberi. Ben o satırları okurken: ‘’Ya Rabbi! Ben niye böyle efendi, nazik, sövene dilsiz bir kul olamadım’’ diye başımı göğsüme gömdüm: ‘’Bize sövecekler, dövecekler ama biz onlara uymayacağız; efendiliğimizi koruyacağız’’ mealinde peygamberane şeyler söylüyordu. Duygulandım: ömür boyu böyle efendi biri olmak istedim: olmadı. Küfürbazın teki olup çıktım sonunda.

Ama bir şeyi hiç yapmadım: İftira.

Valla bu yaşıma değin (çok günah işledim) ama helâkimin söz konusu olduğu yerde doğruyu söyledim; kimseye iftira  etmedim.

Yukardan beri bir arkadaşımızdan bahsediyorum: kendine göre yolu dervişlik (anlattım). Bizimki de bu.

Ama bu zat bana iftira etmenin vebalinden hiç korkmadı: ‘’Hangi odak oldukları’’ gibi bir tümcesi var benim için.

Son eleştirimi (öfkelenmemi)Taraf’ta yazarken yapmıştım bu çocuğa. Bu Derviş, bana iftira etmekten çekinmiyor; ama derviş. Biz de ağzı bozuk (Allah var; doğru) bilmem neyiz.

Size şunu demek istiyorum. Ömür boyu açlıkla mücadele etmiş biriyim (kendisi gibi rahat yaşamadım); hangi Allah korkusu taşıyan biri bana ‘’odak’’ diye iftira edebilir.

Netice-i kelam: Dervişlik ‘’namuslu’’  olmaktan başlar; varın sonu nereye varır siz düşünün. Bi adam ne kadar dervişane ve terbiyeli konuşursa konuşsun namusu, Allah’tan korkusu yoksa, sezin ve baştan dinlemeyin vesselam.

Dervişlik taçda olmadığı gibi başta (kafada) da değildir; dervişlik dervişane konuşmakla hiç olmaz. Büyük günahkârdan olur ama müfteri (iftiracı) den olmaz. Riyakârdan olmaz. Bakın ben dervişliği başaramadığım için onu Tanrı’ya havale etmiyorum. İşim olmaz. Ama o bunu yapıyor; çünkü riyakâr. benim gıybetim helaldır. Bana zulmedeni Tanrı cezalandırmaz; mutlaka bir hesap ödüyorumdur. O ise o kadar temiz ve makbul bir kuldur ki Tanrı tetikte onun havalesini beklemektedir.

Benimle arkadaşlık edin(ben size tahammül edebiliyorsam): Söverim ama size iftira etmem.