Hasan Cemal gitti, peki Derya Sazak ne yapıyor?

Hasan Cemal gitti, peki Derya Sazak ne yapıyor?

Celil Erman

 

En güzel cümle bir meslektaşımıza ait. Hasan Cemal’e de iletmiş.

“Hepimizin böyle bir zamanda böyle bir duruşa ihtiyacı vardı.”

Böyle zamanlar…

Böyle zamanlar herkes için bir karakter sınavına dönüşür. Kalibre, çap, tıynet, dürüstlük, medeni cesaret… Herkes boyunun ölçüsünü ya kendi belirler ya da şartlar üzerinden alıverir.

Ezgi Başaran’a göre, durum açık: Hasan Cemal’in gidişi, Türk basını olarak karakter fakiri oluşumuzun net resmi.

Az bile yazmış.

Bir önceki yazımda ne demiştim? “Konu kapanmadı, daha yeni açılıyor.”

Çünkü medyamız açısından bu tarihi Milliyet krizinin gelişme, yönetme ve tepki(sizlik) biçimi, Hasan Cemal’in ve gazetenin Allah akıl fikir ihsan eylesin gazetecilikten tamamen bihaber patronlarının alacağı karara göre, mutlaka bir artçı dalgasına yol açacaktı. Mahkûmdu.

Krizi yönettiğini sanan Sazak geçenlerde “bizim için konu kapanmıştır” demişti. Yanılgılar silsilesinin sadece bir merhalesiydi o sözler.

Perde daha yeni açılıyor.

Bundan sonra asıl merak edilmesi gereken Hasan Cemal’in ne olacağı değildir. Gayet vakitli, çerçevesi yerli yerinde, üslubu zarif, iğne - çuvaldız dengesini tutturmuş, medyanın gazeteciliği her gün biraz daha boğarak öldürmekte olan kısır döngüsünü 12’den tespit eden yazısını son bıraktığı yerden devam ettirdi. Arkasında durdu. Kelimesine dokundurmadı. Başkalarının yapmadığı biçimde sergilediği duruşla perdeyi araladı, dönemeci işaret etti.

Her şey yeni başlıyor.

Ama merak edilmesi gereken şeyler de çok. Bunların başında Derya Sazak’ın, daha da önemlisi Milliyet’in durumu geliyor.

Sazak’ın genel yayın yönetmenliği görevini devralır almaz yayınladığı yazılar ve açıklamalarına yansıyan “gerçek gazeteciliğe dönüyoruz, bundan böyle hep doğrulara dayalı habercilik yapacağız” mealindeki iddialarına ta baştan dudak bükenler, sergilediği kriz yönetimi faciası sonunda, “hiç şaşırmadık” diyorlar bugün. Onların görüşü şuydu: Sazak kendisini inandırmak istediği bir şeylere başkalarının da inanmasını istedi.

Şüphe haklıydı. Acaba Sazak “bağımsız gazetecilik” bayrağını açmadan önce patronlarıyla enine boyuna konuşup garantisini almış mıydı? “Olur, buyrun” denmiş miydi kendisine?

Almadığı, denmediği, kendi kendine gelin güvey olduğu gayet sarih şimdi.

Gün gibi açık.

Bugün itibarıyla sonuç nedir?

Gazetecilikten bihaber bir patron ailesi Sazak’ın  “editoryal bağımsızlık”ını anında tarumar etti. Haberciliğin ilkelerini Başbakan’a ve medya patronlarına karşı savunduğu için (başka bir şey için değil) Hasan Cemal’e kapı gösterildi. Haberi (hem de kötü bir şekilde) edit ederek basan yani “olay”ın bir numaralı sorumlusu olan Sazak hiçbir şey olmamış gibi önce “konu kapanmıştır “ gibi bir saçmalığa âlemi inandırmaya çalıştı, yerinde kalmayı seçerken bir de evlere şenlik “veda mesajı” yayınladı.

“Kendisine gazetemizdeki 15 yıllık yazarlık yaşamı nedeniyle teşekkür ederiz. Ne zaman isterse Milliyet’teki köşesi ona açık olacaktır.” (!)

Yorumsuz.

Sazak’ınki, baştan sona yanlışlıklar silsilesiydi.

70 yaşına merdiven dayamış, ünü çoktan sınırlar dışına taşmış, gazetecilikten Kürt ve Ermeni tabularına kadar hayati konularda referans kitapları yazmış bir yazarının iki hafta susturulmasına razı oldu. Gazeteye almak istediği Yasemin Çongar’ı “o hanımın gazetemizde ne işi var” diye gelen patron tepkisi üzerine çark etti, “konuyu kapattı”. Namık Durukan gibi yıllarını Kürt haberlerini doğru düzgün izleyip durmuş bir gazeteciyi ateş hattında, bıçak sırtında bıraktı. Son evrede iki kez patronla konuşup, yazı için Cemal’e “başka şey yaz” tarzında oto-sansür önerdi. “Hayır” cevabı alınca da yapması gerek tek şeyi yapmadı.

Tabii, olan esasta Milliyet’e olmuştur. Bu tarihi olay bugün Başbakan’ın koyu gölgesi altında gazete çıkarmanın imkân dışılığını göstermekle kalmadı, 63 yıl mazisi olan Milliyet’i “dokunulan solgun bir gül”e dönüştürdü. Gazeteciliğini daracık sınırlar içine çekti, etkisini sıfıra yakın seviyelere indirdi, meydanı ta eskilerden beri değişime, sivilleşmeye, özgürleşmeye karşı canla başla kavga veren kalemlerin egemenliğine bıraktı. Bundan sonrası iniştir. Böylesine sert bir yara alan hiçbir gemi açık denizlerde dolaşamaz.

“Hasan Abi gitti, peki ben ne yaptım?” Sazak bu soruyu sormayabilir, çünkü yaydığı her sinyal bir yanılgı halini gösteriyor. Ama bu öyle bir soru ki, hem kendisinin hem de Milliyet’in peşini bırakmayacaktır.

Sahi, bütün bu olanların baş sorumlusu olarak, editoryal felç hali ortadayken, Derya Sazak orada hala ne yapıyor?

Bilen var mı?