DEVA Milletvekili Yeneroğlu: İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmek kadın cinayetleri tablosunu daha da kötüleştirecek

DEVA Milletvekili Yeneroğlu: İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmek kadın cinayetleri tablosunu daha da kötüleştirecek

DEVA Partisi Milletvekili ile Hukuk ve Adalet Politikalarından sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Yeneroğlu, Meclis'te yaptığı basın toplantısında, "İstanbul Sözleşmesi, iktidarın yakın zamana kadar ‘sessiz devrimleri’ arasındaydı. Sözleşmeden imzanın çekilmesi kadın cinayetlerini, kadına yönelen şiddet ve cinsiyet ayrımcılığı tablosunu daha da kötüleştirecek" dedi.

DEVA Partisi Hukuk ve Adalet Politikalarından sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Yeneroğlu, Meclis'te yaptığı basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Yeneroğlu, son günlerde Türkiye'nin çekileceği konuşulan İstanbul Sözleşmesi'yle ilgili, "İlk imzacısının Türkiye olduğu ve iktidarın yakın zamana kadar ‘sessiz devrimleri’ arasında saydığı bir sözleşmedir. Sözleşme, şiddeti insan hakları ihlali olarak tanımlaması ve devlete bu konuda 4 temel yükümlülük yüklemesi bakımından oldukça önemlidir. Devletlere kadına yönelen şiddeti önleme, şiddete uğrayan kadınları koruma, şiddet failini yargılama ve şiddeti önleyecek politikalar geliştirme yükümlülüğü getirmektedir. Ayrıca sözleşmede devlet, kadına yönelik ayrımcılığı ortadan kaldırmakla yükümlü tutulmuştur. Sözleşmeden imzanın çekilmesi durumunda, kadın cinayetleri, kadına yönelen şiddet ve cinsiyet ayrımcılığı gibi konularda tablonun daha da kötüleşeceği, tüm hukuki kazanımların, devletin ve sivil toplumun verdiği tüm emeklerin çöpe atılacağı ortadadır" ifadelerini kullandı.

İstanbul Sözleşmesi'nin esas olarak kadının yaşam hakkını korumaya yönelik olduğunu söyleyen Yeneroğlu, "2020 Cinsiyet Eşitliği Raporunda Türkiye 153 ülke arasında 130’uncu sıradadır. Tablo böyleyken, toplumumuzda kadın ve erkek eşitliği üzerine bir tartışma yürütülmesinin abesle iştigaldir. Sözleşmenin aile yapısına karşı olduğunu savunmak yanlıştır, aile yapısını tahrip eden iktidarın da devamlı beslediği şiddet kültürü ve yoksulluktur" dedi.

"İmza çekilmemeli "

Yeneroğlu'nun konuşmasından satır başları şöyle:

"Devlet mevcut hukuki yapıyı yıkmak yerine, şiddetin toplumsal ve kültürel alt yapısına karşı sivil toplum ile birlikte etkin bir şekilde mücadele etmelidir. Şiddet girişiminde bulunanlara yönelik tedavi programları hazırlanmalıdır. Şiddete karşı toplumsal farkındalığı arttıracak kampanyalar gerçekleştirilmeli, ilkokuldan başlayarak eğitim müfredatına bu konuya dair bilgilendirici ve eğitici eklemeler yapılmalıdır. Şiddet mağduru kadınlar, polis ya da savcılığa başvurduğunda etkin bir şekilde korunmalı, koruma sağlamayan, işini savsaklayan kamu personeli hakkında en ağır idari ve hukuki yaptırımlar uygulanmalıdır.

"Koruma mekanizmalarının hepsi sözleşmede yer almaktadır. Amacımız, kadına yönelik şiddetle ve kadına yönelik ayrımcılıkla mücadele etmekse, bu sözleşmeden imza çekme tartışmaları yerine, sözleşmenin devlete yüklediği yükümlülüklere odaklanılmalıdır. Ve sözleşmeye itiraz eden herkesin erkek egemen yaklaşımlarla soyut cümleler kurmak yerine kadına yönelik öldüren şiddetle mücadelede daha güçlü öneriler sunmalıdır."

Sakarya Patlaması

"Ciddi ihmaller sonucu yaşanan iş kazaları Türkiye’nin son dönemdeki en önemli sorunlarından biridir. 2019 yılında bin 736 işçimiz iş kazası nedeniyle yaşamını kaybetmiştir. Ne yazık ki ülkemiz, 2019 yılında işçiler için dünyadaki en kötü 10 ülke arasında yer almaktadır.

"Hiç şüphesiz ki bu ölümlerdeki en büyük sorumluluk, iş kazalarına “bu işin fıtratında var” anlayışıyla yaklaşan zihniyete aittir. Dünyanın gelişmiş ülkelerinde “fıtrat” olmayan şey neden bizim fabrikalarımızda, madenlerimizde, inşaatlarımızda “işin fıtratı” olmaktadır?

"Deva Partisi olarak işçilerimizin sağlığı ve iş güvenliği en çok önemsediğimiz konuların başında gelmektedir. İktidara geldiğimizde evrensel standartlarda bir iş güvenliği anlayışını tüm yönleriyle hayata geçirecek ve bu çağ dışı tabloya son vereceğiz. Etkin soruşturma ve cezaların uygulanmaması nedeniyle üstü kapatılmaya çalışılan bu ve benzeri tüm olayların takipçisi olacak, tüm vatandaşlarımızın ve işçilerimizin sağlıklı bir çevrede yaşaması, çalışması ve hayatları için gerekli önlemlerin alınmasını sağlayacağız."

"İktidarın gündemi milletimizin gündeminin çok uzağında"

"Ekonomik olarak ciddi bir krizin ortasındayız. Yerli ve yabancı yatırımcının Türkiye’yi yönetenlere güvenmemesi, enflasyon, işsizlik, yolsuzluk ve nihayetinde yoksulluk ve açlık Türkiye’nin en temel sorunu olarak karşımızda duruyor.

"Ancak, ne yazık ki, böylesi bir dönemde iktidarın gündemi milletimizin gündeminin çok uzağındadır. Oysa, tüm gücümüzle vatandaşlarımızın evlerine ekmek götürmesini, çocuklarımızın temel ihtiyaçlarının karşılamasını ve işsizlik başta olmak üzere ağır ekonomik sorunların çözülmesini sağlamaya yönelik politikaların hayata geçirilmesini sağlamak zorundayız.

"2002 yılında kişi başına düşen milli geliri Türkiye'den daha düşük olan Rusya, Çin, Romanya, Bulgaristan, Kazakistan gibi ülkeler 2019 itibarıyla Türkiye'den daha yüksek bir kişi başına düşen milli gelire sahip durumdalar. Tek başına bu tablo dahi, Türkiye’nin her geçen gün nasıl yoksullaştığının ve fakirleştiğinin en bariz göstergesidir.

"Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi referandumundan önce Cumhurbaşkanı, Türkiye’nin zenginleşeceğini, işsizlik sorununun çözüleceğini, enflasyonun düşürüleceğini belirtmişti. Ancak gelinen noktada, dolar lira kuru 3.60’tan 6.86’ya yükselmiş, orada bile ancak piyasa manipülasyonlarıyla tutuluyor ve uzmanlara göre reel olarak 7.50’de olması gereken, bunun yanında işsizlik ve enflasyon ise vatandaşların artık resmi istatistik rakamlarına inanamayacağı kadar artmıştır.

"Ekonomideki tablonun sorumlusu yönetimdir"

"Hiç şüphe yok ki bu tablonun sorumlusu demokrasiyi, insan haklarını ve adaleti ayaklar altına alan, Türkiye’yi yasaklara, yolsuzluklara ve yoksulluğa mahkûm eden yönetim anlayışıdır. Çözümü ise keyfilikten uzak, evrensel standartlarda bir demokrasi ve hukuk anlayışını egemen kılan, şeffaflığı ve liyakati ilke edinmiş bir yönetimin iş başına gelmesidir."

"TBMM etkisizleştiriliyor"

"İktidar, suni gündemlerle ekonomik krizin üstü örtülmeye çalışırken, maalesef Meclis'te de vatandaşlarımızın ihtiyaçlarını karşılayacak ve sorunlarına deva olacak çözümleri bulmaktan çok uzaktadır. Kanunlar iktidarın toplumu içe kapatma ve tek tipleştirme ihtiyacına hizmet etmekten öteye geçememekte, TBMM torba kanunlarla ve Cumhurbaşkanı Kararlarıyla etkisizleştirilmektedir.

"Bu minvalde atılan adımlardan birisi de ne yazık ki, avukatlık kanunda yapılan ve geçtiğimiz hafta Genel Kurul’da kabul edilen değişikliktir. Bu kanun yargı bağımlılığını artıracak, kutuplaşmayı derinleştirecektir. Başarabilirlerse eğer, bundan sonra iktidar partisine bağlı avukatların kurduğu baroların muhatap alınacağı, diğerlerinin terör örgütü mensubu olmakla suçlanacağı karanlık günler bizleri beklemektedir.

"Netice itibarıyla vatandaşlarımızın savunma hakkı ve adil yargılanma hakkı ciddi bir darbe almıştır. TBB’nin seçim sisteminin değiştirilmesi ise, temsilde adaleti ve demokrasi ilkelerini ağır biçimde zedelenmiştir. DEVA Partisi olarak, iktidara geldiğimizde, Avukatlık Kanunu’nu yeniden düzenleyerek baroların ve avukatların asıl ihtiyaçlarını gidermek üzere demokratik ve adil temsil ilkeleri gereği gerekli düzenlemeleri yapacağız."

"Hukuk tanımaz uygulamalar kabul edilemez" 

"Bundan tam 4 yıl önce, FETÖ’nün TSK içindeki uzantıları ile tanklarla, savaş uçaklarıyla ve en ağır silahlarla demokrasimize ve özgürlüğümüze kastettiler. Çok şükür, iradesine vurulmaya çalışılan bu darbe karşısında halkımız, demokrasiye sahip çıkmayı bilmiştir. 251 vatandaşımızın şehit olduğu ve binlercesinin yaralandığı 15 Temmuz 2016 gecesi yaşananlar göstermiştir ki, halkımız 'Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir' anlayışından asla taviz vermeyecektir.

"Öte yandan, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında yaratılan siyasi iklim, üzerinden 4 yıl geçmesine rağmen yaşanmaya devam eden hukuk tanımaz uygulamalar, demokrasimiz ve özgürlüklerimiz açısından kabul edilemez boyutlara ulaşmıştır. Anayasa ve kurumların yok sayılması, siyasete egemen olan hoyrat dil, yaşanan insan hakları ihlalleri ve hukuksuzluklar darbe ve darbeciler bahane edilerek Türkiye’de kurulmaya çalışılan otoriter yönetimin birer sonucudur.

"Hiç şüphesiz ki, devletimiz terörle etkin bir şekilde mücadele edecektir; ancak terörle mücadele hukuk içinde ve hukukun üstünlüğü ilkesi gözetilerek yapılmalıdır. İktidar bunu yapmadığı için uygulamaları ciddi mağduriyetler oluşturmakta, bu durum en çok darbecilerin ve terör örgütlerinin işine gelmektedir. Evrensel standartlarda bir demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü ve özgürlükleri yaşatmaya çalışmayan her türlü siyaset anlayışının halkın iradesine vurulmuş bir darbe olduğu unutulmamalıdır.