DEVA Partisi Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanı Mustafa Yeneroğlu, yeni adli yılın açılışına ilişkin olarak yaptığı açıklamada "Dün yargı üzerindeki askeri vesayetten haklı olarak rahatsız olanlar bugün kendileri bizzat yargı üzerinde vesayet kurmuştur. Ülkemizdeki açık hukuksuzlukların kaynağı da bu ortadan kaldırılmayan ancak aktörleri değişen vesayet anlayışıdır" dedi.
DEVA Partili Yeneroğlu, Yargıtay'ın yeni binasına ve yeni adli yıl açılışına ilişkin olarak yaptığı yazılı açıklamada, "Dün Yüksek Yargı organlarının “muhteşem binaları” ile övünen Cumhurbaşkanı artık milletimizle açıkça dalga geçmektedir. Sayın Cumhurbaşkanı milletiniz büyük gösterişli binalara değil adalete susamış durumdadır" ifadelerini kullandı.
Yeneroğlu, "Elbette 'Adalet mülkün temelidir.' Ancak ülkemizde adaletin olmamasından daha kötüsü, adalet varmış gibi yapılmasıdır. Bugün temel sorunumuz adaletin ve yargı sisteminin neredeyse yok olmasıdır. Buna rağmen adalet varmış gibi davranmak ise bu hukuksuzlukların, adaletsizliklerin devamına sebep olmaktadır" düşüncesini dile getirdi.
Yeneroğlu'nun yazılı açıklaması şöyle:
"Malumunuz dün yeni adli yıl başladı. Bu vesileyle adaleti ve hukuku şiar edinerek görev yapan tüm hâkim, savcı, avukat ve adalet personelinin yeni adli yıllarını kutluyorum. Ümidim olmasa da bu adli yılın hukukun ve adaletin tesis edildiği bir yıl olmasını diliyorum.
Adli yıl açılışları, yargı organının; adalet, hukuk devleti ve temel haklar konularında değerlendirilmesi bakımından önemlidir. Bugün sizlerle Türkiye’nin adalet karnesi hakkında görüşlerimi paylaşacağım.
Türkiye ne yazık ki yeni adli yıla da hukuk devletinin yok sayıldığı, kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığının olmadığı, tam bir hukuksuzluk düzeni içerisinde yönetilmeye çalışılan bir ülke olarak girmiştir.
Hukuk güvenliğinin olmadığı bu düzende gençler, bırakın herhangi bir eylem yapmayı, sosyal medyada dahi fikirlerini açıklamaktan çekinir halde ülkelerinden uzaklaşma hayalleri kurmaktalar.
Yabancı yatırımcının ülkemizden kaçması bir tarafa, yerli yatırımcı dahi keyfi müdahale ve kötü ekonomi yönetimi nedeniyle yatırım yapmamaktadır. Ülkenin içine düşürüldüğü bu hal birçok kesimden vatandaşımızın hem kendini gerçekleştirmesine hem de ülkenin refah seviyesinin artmasına engel teşkil etmektedir.
Gazetecilerin, siyasetçilerin, insan hakları savunucularının ve binlerce vatandaşımızın temelsiz iddialarla tutuklandığı, temel haklar üzerinde yoğun bir baskı oluşturulduğu bir korku ikliminde yaşıyoruz.
Güvenli bir ekonomik ve hukuki zeminin olmaması nedeniyle yargıya olan güveninin zedelendiği, sırf bu nedenle milletimizin her geçen gün daha fazla yoksullaştığı bir ülkede adli yılın açılışının kimse için umut vermediği açıktır.
Temel bir kuraldır: Hukukun olmadığı yerde halk "sürü" yerine konulur, maalesef iktidar da aynen böyle yapıyor. Zaten rakamlar Türkiye’nin içinde bulunduğu korkunç gerçeği gözler önüne seriyor.
Sosyal Demokrasi Vakfı'nın “Yargı Bağımsızlığı ve Yargıya Güven” anketine göre, ülkemizde yargıya güvenenlerin oranı yüzde 38'e kadar gerilemiştir.
Dünya Adalet Projesi'nin Hukukun Üstünlüğü Endeksi'nde 2015 yılında 102 ülke arasında 80. sırada yer alan ülkemiz, 2020 yılında 128 ülke arasında 107. sıradadır.
Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru istatistiklerine göre, Eylül 2012 tarihinden Aralık 2020 tarihine kadar verdiği 9.039 ihlal kararının yüzde 63,3’ü adil yargılama hakkına ilişkindir.
Yine bu süre zarfında toplam 272.672 başvuru yapılmış, esastan incelenen 10.329 başvurunun yüzde 93.7’si hakkında ihlal kararı verilmiştir. İhlal kararı verilen başvurular ayrıntılı incelendiğinde, ilk sırada elbette adil yargılanma hakkını görmekteyiz.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin açıkladığı 2020 yılı istatistiklerine bakıldığında ise, aleyhine en çok adil yargılanma hakkında ihlal kararı verilen üçüncü ülke ne yazık ki ülkemizdir. Halihazırda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde bekleyen yaklaşık 62 bin başvurunun takriben yüzde 19’u Türkiye’yle ilgili olup ülkemiz toplam insan hakları ihlalleri başvurularında 47 üye ülke arasında ikinci sıradadır.
Aziz milletim,
Peki, Türkiye bu karanlık noktaya nasıl gelmiştir?
Elbette Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi adı altındaki keyfi ve kural tanımaz yönetim anlayışı ile Cumhurbaşkanı’nın ülkeyi Anayasa’ya aykırı bir biçimde yönetmesi sonucunda şu an bu haldeyiz.
Liyakat yerine sadakatin esas alınması, hakim ve savcıların “kanunlara ve vicdanlarına” göre değil, “iktidarın istek ve ihtiyaçlarına” göre karar vermesi nedeniyle bu hale geldik.
Hukuk tanımaz iktidarın baskı ve korku ile yargıyı güdümü altına alması nedeniyle bu haldeyiz.
Bugün yargı, iktidarın taleplerine göre karar veren, hukuku uyguladığı vakit iktidarın rahatsız olacağı endişesiyle tüm hukuksuzluklara ve yolsuzluklara göz yuman bir haldedir.
Bugün Hâkim ve Savcılar Kurulu hâkim ve savcıları sürme, açığa alma ve tenzili rütbe ile cezalandırmaktadır. Hakim ve Savcılar Kurulu, iktidar tarafından yargıyı baskı ve tehdit altında tutma düzeneği olarak kullanılmaktadır.
Dün yargı üzerindeki askeri vesayetten haklı olarak rahatsız olanlar bugün kendileri bizzat yargı üzerinde vesayet kurmuştur. Ülkemizdeki açık hukuksuzlukların kaynağı da bu ortadan kaldırılmayan ancak aktörleri değişen vesayet anlayışıdır.
Kendisini yargının üzerinde konumlandıran, yargıya her türlü talimatı veren bu anlayış her kademede sonlandırılarak yargı bağımsız ve tarafsız olmadıkça bu yargının adalet dağıtması mümkün değildir.
Bugün iktidarın talimatlarına açık yargı, adaletsizliklerin bekçisi konumundadır.
Elbette “Adalet mülkün temelidir.” Ancak ülkemizde adaletin olmamasından daha kötüsü, adalet varmış gibi yapılmasıdır. Bugün temel sorunumuz adaletin ve yargı sisteminin neredeyse yok olmasıdır. Buna rağmen adalet varmış gibi davranmak ise bu hukuksuzlukların, adaletsizliklerin devamına sebep olmaktadır.
Şeffaflık ve hesap verilebilirlik ancak hukukun üstünlüğünün tesis edildiği bir düzende var olabilir. İktidarın demokratik denetimden yoksun olması, vatandaşlarımıza hak ettikleri ve bunun için vergisini ödedikleri daha nitelikli hizmetlerin götürülmesi karşısındaki en büyük engeldir. Kamu kaynaklarının belli grup ve çevrelerce çıkarları doğrultusunda kullanılmasının da asıl nedenidir.
Değerli Arkadaşlar,
Dün Yüksek Yargı organlarının “muhteşem binaları” ile övünen Cumhurbaşkanı artık milletimizle açıkça dalga geçmektedir. Sayın Cumhurbaşkanı milletiniz büyük gösterişli binalara değil adalete susamış durumdadır.
Halimiz acıklı bir fıkra gibi adeta. Adalet dağıtmayan devasa adalet sarayları. Ve bunlarla övünen bir Cumhurbaşkanı.
Hani adalet mülkün temeli idi? Hani devletin dini adaletti? Hani devlet ancak adaletle ayakta dururdu?
Oysa sizin adaletiniz hakkı haykırdığı için İmam-ı Azam Ebu Hanife’yi işkenceye tabi tutan Halife Mansur’un adaleti gibidir.
Sayın Cumhurbaşkanı, “Adaletin aynı zamanda toplumun huzur ve barışının teminatı olduğunu” söylüyorsunuz. Toplumsal huzur ve barış ancak çoğulculukla, özgürlüklerle, ötekine saygıyla sağlanabilir. Ancak siz, sizden olmayan herkesi diken olarak terörist olarak kabul ediyorsunuz.
Profesyonel bir aktör edasıyla prompterdan İnsan Hakları Eylem Planı açıklamakla ülkeye huzur geleceğini sanıyorsunuz.
Oysa ilk önce kurallara siz uyacaksınız, okuduğunuzu idrak edeceksiniz ve samimi olacaksınız!
Sayın Cumhurbaşkanı, “Haktan hukuktan, asla vazgeçmeyeceğinizi ve amaca giden her yolu mübah gören anlayışı reddettiğinizi” belirtiyorsunuz. Oysa siz bunun tam aksini kendinize alışkanlık edindiniz ve tam bir hesap vermezlik rejimi kurdunuz.
Saygıdeğer milletim,
Son söz Peygamber Efendimizden: “Sizden önceki milletleri helak eden nokta şudur: Aralarında şerefli ve kuvvetli birisi hırsızlık yaptığı zaman hukuku bırakırlar, zayıf birisi hırsızlık yaptığı zaman hukuku tatbik ederlerdi.”
Ne yazık ki iktidar partisi kuvvetliyi koruyan ancak zayıfa zulmeden bir iktidar olarak tarihte yerini alacaktır.
Bu nedenle bu sözüm ülkemizin hukukçularınadır. Adalet kutup yıldızı gibidir. Er ya da geç doğruyu gösterir. Doğruyu gösterdiğinde iktidara biat etmiş ve karanlık dönemin hukukçuları olarak mı, yoksa vicdanlarıyla zorbalığa karşı mücadele eden sorumlu hukukçular olarak mı anılmak istiyorsunuz?
Bilinmelidir ki tarih, adil olanları kaydedecek ve hayırla yad edecektir. Adil olmak ve hukuka uymak hepimizin vatandaş olarak en önemli sorumluluğudur. Bu hukuksuzluk düzenini, hep birlikte her alanda ve her seviyede bilinçli, sorumlu ve gerçekleri söylemekten korkmayan yurttaşlarımızla el ele değiştireceğiz, hukuku ve adaleti tesis edeceğiz. Buna yürekten inanıyorum.
Herkesin huzur içinde yaşadığı, barışın ve birlikte yaşama idealinin toplumda yeşerdiği müreffeh bir ülkeyi tesis edebilmek için hukukun üstünlüğüne sahip çıkmamız gerekiyor. DEVA Partisi olarak ısrarla vurguluyoruz: Dini, dili, etnik kimliği, inancı, düşüncesi ve yaşam biçimi ne olursa olsun, toplumun tüm farklılıklarıyla birlikte güven içinde bir arada yaşayabilmesinin yegâne formülü gerçek bir özgürlükçü hukuk devletinin inşasıdır."