DEVA Partisi Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanı Mustafa Yeneroğlu, Danıştay'ın İstanbul Sözleşmesi'ne ilişkin Cumhurbaşkanı kararının yürütmesinin durdurulması talebini reddetmesine ilişkin olarak, "Danıştay 10. Dairesi, İstanbul Sözleşmesi kararıyla hukuk devletini ayaklar altına almıştır. Kararı veren hakimler adeta hukukun üstünlüğüne değil, Cumhurbaşkanı’nın üstünlüğüne tabi olduklarını göstermişlerdir" dedi.
Yeneroğlu, Danıştay’ın İstanbul Sözleşmesi’ni fesheden cumhurbaşkanlığı kararının yürütmesinin durdurulması talebinin reddetmesiyle ilgili ve Türkiye'nin bugün itibarıyla sözleşmeden resmi olarak çekilmiş olmasıyla alakalı olarak bir basın açıklaması yaptı.
Yeneroğlu, "Kadına şiddet ve ev içi şiddetin önlenmesini amaçlayan bu sözleşmenin feshedilmesinin ne kadar büyük bir yanlış olduğunu defalarca dile getirdik. Böyle bir hamlenin kadına yönelik şiddet eğiliminde olan kişileri cesaretlendireceğini söyledik. Sözleşme yürürlükteyken dahi işini savsaklayan kolluk güçlerinin bundan böyle ev içi şiddet ile ilgili şikayetleri daha az ciddiye alacaklarını ifade ettik" ifadelerini kullandı.
Yeneroğlu, şöyle devam etti:
Fakat tüm bu uyarılarımızın hiçbir işe yaramadığını görünce DEVA Partisi olarak hem esas hem de usulen hukuksuz olan bu fesih işleminin iptali için Danıştay’da dava açtık.
Açtığımız davada Danıştay 10. Dairesi, işlemin yürütmesinin durdurulması talebimizi reddederek; ülkede hukukun değil, Cumhurbaşkanı’nın istek ve taleplerinin üstün olduğunu bir kez daha ispatladı.
Açık bir biçimde Danıştay 10. Dairesi hukuk devletini ayaklar altına almıştır.
Bu karar nedeniyle bugün itibariyle maalesef Türkiye İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmış oldu.
Elbette bu karar nihai karar değil. Karara itirazımızı bir an evvel yapacağız ve Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu itirazımızı değerlendirecek. Davanın esası ise ayrıca incelenecek. Umarız bu yanlıştan bir an evvel dönülür. Danıştay hukuku ayaklar altına alan bu kararla anılmaktan kurtulur.
Türkiye Cumhuriyeti’nin imzaladığı uluslararası sözleşmelerden Cumhurbaşkanının tek imzasıyla çıkılamaz. Zaten karara baktığımızda Danıştay 10. Dairesi dahi bu tek taraflı fesih işlemine uygun bir kılıf bulamamıştır.
Yürütmeyi durdurma talebinin reddi kararı ancak 3’e 2 oy çokluğuyla ve çok zayıf ve gerçekten trajikomik bir hukuki gerekçeyle alınabilmiştir.
Kararda gerekçe olarak İstanbul Sözleşmesi’ni fesheden Cumhurbaşkanı Kararı’na dayanak olarak 9 numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesini gösterilmiştir.
Karara göre Cumhurbaşkanı uluslararası sözleşmelerin feshi için hem kendisine yetki vermiş hem de kendisine verdiği yetkiyi kullanmıştır.
Bu durum bile ülkenin halini özetliyor.
Kendini Anayasa üzerinde konumlandıran tek adam rejimi ile ülke yönetilmeye çalışılmasının resmidir bu hal.
Oysa Cumhurbaşkanı’nın öyle bir yetkisi elbette yoktur.
Sözleşme TBMM tarafından uygun bulunarak kanun hükmünü kazanmıştır. Bu nedenle ancak ve ancak yasalaştığı şekliyle yani yasama yetkisinin kullanılması ile ortadan kaldırılabilir.
Ancak kararı veren üç hâkim her ne hikmetse TBMM’nin yetkisini gasp etmesini görmezden gelmiştir, yani Anayasa’yı görmezden gelmiştir, hukukun en temel kurallarını yok saymıştır.
Kararı veren hakimler adeta hukukun üstünlüğüne değil, Cumhurbaşkanı’nın üstünlüğüne tabi olduklarını göstermişlerdir.
Tüm kritik kararlarda olduğu gibi elbette bu kararda da Cumhurbaşkanı’nın izleri okunuyor.
Hadi Cumhurbaşkanı böyle bir karar aldı diyelim…
Onun hukuk tanımadığını hatta bilerek ve isteyerek adaleti ayaklar altına aldığını biliyoruz. Ancak ondan bağımsız olarak hukuka ve anayasaya sadakat yükümlülüğü taşıyan Danıştay üyeleri tarihe böyle bir utançla geçmeyi nasıl kabul edebilir.
Bu hukuksuzluğa nasıl dur demezler, diyemezler?
Ne yazık ki siyasi talep doğrultusunda verilen bu karar bize Türkiye’nin anayasal devlet anlayışı ile yönetilmediğini tekrar göstermiştir.
Kuvvetler ayrılığının tamamen yok edildiğini, yargı organlarının artık açık şekilde Cumhurbaşkanı’nın arzuları doğrultusunda karar verdiğine bir kez daha şahit olduk.
Cumhurbaşkanlığının verdiği savunma dilekçesinde ve Danıştay kararının gerekçesinde dava dilekçemizdeki iddialarımızın hiçbiri cevaplanmamıştır.
Dava dilekçesinde Cumhurbaşkanlığına şu soruları yöneltmiştik:
Basit bir hukuk kuralıdır, bir işlem nasıl yapılmışsa öyle kaldırılır.
Meclis’in yaptığı kanunda sözleşmenin kanun hükmü gibi uygulanacağı yazmıyor mu?
Zaten Anayasa’da Meclis’in onayladığı uluslararası sözleşmelerin kanun hükmünde olduğu yazıyor. Peki kanun hükmündeki bir düzenleme nasıl oluyor da Cumhurbaşkanının tek bir imzası ile yürürlükten kaldırılıyor?
Dava dilekçesinde hem biz hatırlattık hem de karşı oydaki Danıştay üyeleri ‘yetkide ve usulde paralellik’ ilkesini hatırlattı.
Oysa talebi reddeden kararın gerekçesinde bu ilkeden hiç bahsedilmiyor.
Yokmuş gibi yapılıyor.
Çünkü buna verebilecek bir cevapları yok.
Anayasa’ya göre Cumhurbaşkanı’nın temel hak ve özgürlükleri ilgilendiren konularda karar alma yetkisi yoktur.
Cumhurbaşkanı yalnızca kanunla düzenlenebilecek konularda da karar alamaz.
İstanbul Sözleşmesi de temel haklara ilişkin bir sözleşmedir.
Bu sözleşmeye dayanılarak çıkarılmış bir kanun da var.
Cumhurbaşkanı nasıl bir kararıyla o kanunu yürürlükten kaldıramıyorsa, o kanunun dayandığı uluslararası sözleşmeyi de yürürlükten kaldıramaz.
Danıştay, Cumhurbaşkanı’nın temel hak ve özgürlüklere müdahale ettiği bu konuda bile Cumhurbaşkanına dur diyemezse bu yolun sonu nereye gidecek?
Yarın bir gün Cumhurbaşkanı tek taraflı kararıyla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni de feshedebilir bu mantıkla…
İnsan haklarının her gün daha ağır şekilde ihlal edildiği ülkemiz hakkında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi birçok ihlal kararı vermektedir.
Cumhurbaşkanı’nın AİHM hakkındaki söylemlerini göz önüne alınca sıranın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin feshine gelmesini ne yazık ki ‘asla olmaz’ diye artık düşünemiyorum.
Böyle bir durumu da cübbeleriyle hizaya geçip alkışlamak bu hukuksuzluklara yol veren Danıştay üyelerine düşer artık.
Elbette Cumhurbaşkanı’nın yönetim anlayışında her türlü hukuksuzluk mümkün.
Ancak biz her şeye rağmen umutvarız. Çünkü gecenin en karanlık noktası şafağa en yakın andır. Elbette bu iktidar da ilk seçimde gidecek. Hukuksuzluğu adet edinmiş hiçbir iktidar, hayal ettiği kadar uzun ömürlü olmamıştır. Son bulmuştur. Bu iktidarın da tarih olması ve bu hukuksuzluklarının utançla anılmasına az kalmıştır. İktidara geldiğimizde yapacağımız ilk işlerden biri İstanbul sözleşmesini yeniden yürürlüğe sokup sözleşmenin tüm gereklerini güçlü bir şekilde uygulamak olacaktır. Tüm yüksek yargıyı ve mahkemeleri de yürütmenin arka bahçesi olma utancından kurtaracağız."