'Devlet dilim benim, biricik sevdiğim'

'Devlet dilim benim, biricik sevdiğim'

Cumhuriyet gazetesinde Mustafa Halif mahlasıyla yazan yazar, Türkiye’nin IŞİD ve PKK’ya yönelik operasyonlarında medyanın kullandığı “devlet dili”ni eleştirdi. Gazetecilerin hükümetin söylemlerine uygun bir dil benimsediğini  savunan Halif, bugün mevcut olan duruma yol açan nedenlerin medya organları tarafından dile getirilemediğini ve basının hükümete yönelik eleştiri yöneltemediğini iddia etti. Halif, “Tarih ne yazık ki ‘ne yazayım devletime örnekleriyle’ döşelidir” ifadesini kullandı.

Mustafa Halif’in Cumhuriyet gazetesinde “Devlet dilim benim biricik sevdiğim” başlığıyla yayımlanan (25 Temmuz 2015) yazısı şöyle:

Sabaha karşı elimde kumanda cihazı kanallar arasında geziniyorum. Ortadoğu’nun güçlü - sözü geçen devleti olma beklentisinden Ortadoğu bataklığına adım atıldığı gecenin sabahı. Türkiye uçakları sınırın hemen dibindeki IŞİD mevzilerini bombalıyor. Gazeteciler, sadece iktidar yanlıları değil, neredeyse hemen hepsi büyük bir heyecanla “son dakika gelişmesini” anlatıyor. Ağızlarına-kalemlerine yerleştirilmiş devlet diliyle: IŞİD değil DAEŞ, Esad değil Esed, Saray değil Külliye... Uzayıp gidiyor liste. Tıpkı darbe dönemlerinde, 12 Eylül’de, 28 Şubat’ta olduğu gibi. Devletin, askerin “kullan dediği-istediği” dil.

Anlatıyorlar, mesela “istihbarat birimlerinin verdiği hassas koordinatlarla vurulan karargâhlardan” bahsediyorlar. O karargâhlar burnunun dibinde kurulurken, sınırın öte yanında Türkiye askeriyle aynı kareye girecek yakınlıkta poz veren IŞİD’lileri unutup kahramanlık öykülerinden bahsediyorlar. Sınırları yabancı savaşçıların geçiş noktası haline gelmiş ülkenin buradaki “teşvik ediciliğini-ihmalini” göz ardı edip “aman da sınırı ne güvenli hale getireceğiz zeplinle, duvarla” şakşakçılığı yapıyorlar. IŞİD’e bağlılığını daha önce yayımladığı videolarla ortaya koyan, geçen bayram “cihat çağrısı” yapan Ebu Hanzala kod isimli Halis Bayuncuk’un neden o gün değil bugün (dün) tutuklandığını sorgulamıyorlar. O polislerin arasında ellerini kollarını sallayarak gezerken niye “diğer tutuklananların kelepçelendiğine” kafa yormuyorlar. PYD, IŞİD’den tehlikeli manşetini atanlar, ABD’nin bölgede karadaki en büyük ortaklarından birinin onlar olduğunu saklıyorlar. Önceki gün itibarıyla “Türkiye, PYD ile koalisyonda somut anlamda artık yan yana” diyemiyorlar.

Ya gazeteler. Hepsi hâlâ paralel derdindeler. Dün de hep beraber aynı manşetlere devam ettiler. Sanki Cemaat ile “beraber yürümemişler gibi o yollarda, ıslanmamışlar gibi yağan yağmurda”..

Bunları yazarken ekrandan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan konuşuyordu. Medyaya bir çağrısı vardı. Diyordu ki: Tüm medyadan şunu istiyorum. Sizleri de birlik ve beraberlik içerisinde bölücü terör örgütlerini arkasına alanlara destek olmak değil de, bu ülkenin birliğini savunmaya buna destek vermeye çağırıyorum. Medya desteği verirse tablo çok daha farklı olur.

İktidarı boyunca medyadan hep talepleri olmuş bir isim Erdoğan. Bazen direkt kendisi bazen aracılarıyla iletti “taleplerini-emirlerini”. Bazen “ağlata ağlata” bazen emrine girenlere kazandırdıklarıyla kahkahalar attırarak yaptırdı istediklerini. Şimdi yine istiyor. Çünkü biliyor, deneyimli. 2011 yılında topladı medya patronlarını, yöneticilerini baktı kendi yasak konuşmasından çok “şunu da yazmasak şu söyleşiyi de yayımlamasakçılar” var “meslekte”. “Aşkla” yazan çizenler etrafında. Ve aslında anladığı “birlik-beraberlikten” teksesli medya.

O hedefine ulaşamayacağına emin olabilir. Ama tarih ne yazık ki “ne yazayım devletime örnekleriyle” döşelidir. Hele konu Güneydoğu- Kürtler olunca çoğu kişi şahinleşir. Duayen gazeteci Hasan Cemal’den 1990 yılından aktardığı “içinden şahin geçen” bir anıyla bitireyim: Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu’na geliyor söz sırası.

Sabri Paşa özel harpçi.

Yani Genelkurmay Özel Harp Dairesi Başkanlığı’nı, basındaki deyişle “kontrgerilla”yı yönetmiş... Ses tonunu perde perde yükselterek konuşuyor önündeki kartlardan.

Ben de not alıyorum: “Ordunun Türk basınına muhtırası mı?”

(...) Tercüman’dan Nazlı Ilıcak soruyor:

“Haberleri büyütelim mi, büyütmeyelim mi? Ne diyorsunuz?”

(...) Önümdeki kartlara not düşüyorum:

“Güneydoğu’da galiba bir dönüm noktası. İşlerin sertleşeceği anlaşılıyor, asker bastırıyor.”

6 Nisan 1990 günü Çankaya Köşkü’nde saat 16.30’da başlayan toplantı, tam 18.45’te sona eriyor.

Cemal bu yazıyı 2011’deki toplantıdan sonra yazıyor ve soruyor: Aradan 21 yıl geçmiş ne değişti? 25 yıl sonra ben de değişmeyeni yazıyorum. Önümüzdeki yıllarda artık değişim isteğiyle ama umutlar azalarak.

                                        NOT: Star gazetesine bombalı saldırıda bulunulmak istendi. Tüm kalbimizle kınıyoruz. Meslektaşlarımıza geçmiş olsun dileğinde bulunuyoruz.