Yıldıray Oğur (Taraf, 10 Mayıs 2012)
Bu yazıyı yazarken tek bir endişem var. Yazıyı herkesten önce okuyacak Tamer Abi (Yazarlar Editörümüz) üzülecek mi acaba? 1 Mayıs 1977 günü alanda olanlardan biriydi Tamer Abi. TKP’nin gazetesi Politika’yı çıkaran isimlerdendi. Sorumlu Yazıişleri Müdürü olarak kendisinin bile yazmadığı bir yazı için yıllarca içeride yatmıştı.
Onu kırmayı hiç istemem. Peki, hem gerçeğe karşı dürüst davranıp hem nasıl yapabilirim bunu?
1 Mayıs 1977’yle ilgili konuşurken aslında yüzbinlerce insanın ilk gençlik hatıralarından, hayatlarının en büyük hikâyelerden birinden, pek çok dostlarını bıraktıkları bir kara günden bahsediyoruz. Tartışırken bu hassasiyetlere dikkat edilmesi gerektiğini hatırlatanlar çok haklı.
Daha birkaç ay önce bu gazetede Mavi Marmara’yı konuşurken de durum hiç farklı değildi. Bütün cümlelerin üstüne hayatını kaybeden gencecik insanların gölgesi düşüyordu. Günün sonunda o yazılar yüzünden çok sevdiğim bir dostumu kaybettim.
Taraf gibi ne yapacağı belli olmayan bir gazetede beş yıl çalışınca bu mahalle baskısına alışıyor insan. Birinci sayfaya koyduğumuz her Öcalan resminden sonra arayan babamı sonunda bir müzakereci demokrata çevirmeyi başardım. Sivas Katliamı ya da Ermeni Soykırımı üzerine gazetede çıkan anafikirlerine katıldığım bazı yazılarda Müslüman-Sünniler için “bunlardan adam olmaz”, “hepsinin özünde var bir milliyetçilik” gibi özcülüğe kayan dil karşısında “ama üslup” diye içimden söylendiğimi hatırlıyorum. Taraf’ta Kuran’ın aslında tahrif edilmiş bir kitap olduğuyla ilgili bilimsel iddialar içeren yazılar çıkarken “Taraf’ı bize küfredilsin diye almıyoruz” diyen kaç telefona, mail’e cevap yazdığımı ise inanın hatırlamıyorum.
Ama başka bir mahalleden olmama rağmen bu beş yıl içinde son 1 Mayıs 1977 tartışması kadar yoğun bir mahalle baskısı altında kalmadım doğrusu.
Entelektüel rasyonalitelerine güvendiğim bir sürü insanın “Ama Müslümanların komplolarına inanıyorsunuz da solcuların komplolarına neden inanmıyorsunuz” gibi neredeyse bir komplo dilenciliğine ucu varan çocuksu tepkileri karşısında ne denebileceğini bilemiyorum artık. Teskin etmek, tamam devlet de var işin içinde diye gönül almalardan fenalık geliyor. “Ama Ermeniler de bizi kesmişti” diyen bir Türk milliyetçisine ne diyorsak onu dediğimizde ise karşımızda üslup polislerini buluyoruz.
Hâlbuki somut bir olaydan bahsediyoruz. Ama İpek Çalışlar ve Güldal Kızıldemir’in 1986’da yaptıkları kapsamlı araştırmada ortaya koydukları olgulara karşı somut karşı olgular koymaktansa duygusal patlamalar, kırılmalar, gücenmeler, “ama üslup böyle olmamalı”lar üzerinden ilerliyor tartışma.
(Tabii bir de gerçeğe bir kez daha kıçını dönenler, Atatürk’e bir şey diyemeyip İnönü’ye laf atan kurnaz sağcı siyasetçi taktiklerine başvuranlar, yazılarını okuyanlarda bu berbat gazetede yazmak zorunda kalmasının ne büyük bir insan hakları ihlali olduğu duygusunu uyandıranlar var.)
Ben yıllarca 1 Mayıs üzerine okuyup, Intercontinental Otel’den kalabalığın üzerine ateş açıldığını düşünen ve bu yüzden yıllar sonra 1 Mayıs Taksim’e dönerken o otelin bahsedilen odalarından birinden “Bu odadan ateş edenler bulunsun” pankartı asılması fikrine önayak olanlardan biriyim. Bugün bunun bir şehir efsanesi olduğunu keşfediyorum. Hem de bunun komplo teorilerine en mesafeli liberal entelektüellerin bile yıllardır sorgulamadan inandığı Aydınlık menşeli yontulmamış bir CIA komplosu olduğunu keşfediyorum şaşkınlıkla.
Kazancı Yokuşu’na çekilmiş ve izdihama neden olan o kamyonun derin devlet taşımacılık şirketine değil de bir sendikaya ait olduğunu neden 35 yıl sonra öğrendik diye cesurca sorular sorması beklenenlerin, ülkenin en önde gelen aydınlarının en kendisiyle yüzleşmişi “ama ya devletin ajanları solun içine sızdıysa”ya varan “bizimkiler yapmış olamaz”cılıklarını görünce farkına varıyorsunuz.
Bu ülkede beraber yaşama sırlarımızdan biri bu büyük komplolar ittifakı. Üstesinden gelemediğimiz, yüzleşemediğimiz bütün büyük travmalarda hayata devam etmek için, birlik ve beraberliğimizi korumak için, kafa konforumuzu korumak için gerçeğin herkesin daha çok işine gelen bir formunu yaratıp ona inanmışız.
1915 Ermeni Soykırımı için yaptık bunu.. Hesaplaşmadan birlikte huzur içinde yaşanamayacak gerçeği, önce unutarak, ama sonra bir gün bir Halil Berktay çıkıp hatırlattığında da “Ama esas onlar bizi öldürdü” diye efsaneler yaratarak gözardı ettik.
Dersimliler de aynısını yaptı. Atatürk’ün kurduğu cumhuriyette Atatürk’ün emriyle bombalandıkları gerçeğiyle yaşayamayız deyip “Atatürk hastaydı, suç sağcı Bayar”ındı gibi alternatif bir tarih yaratıp ona inandılar.
Aynısını dindarlar yapmak zorunda kaldı. 1993 Madımak Katliamı, yüzleşilmesi zor bir şeydi. 77 1 Mayıs’ı için üretilen komplolardan daha az ikna edici olanları üretildi. Onbinlerce insanın katıldığı bir toplumsal linçi yaratan sosyolojik ve kültürel kodlarla yüzleşmektense suç belirsiz öcülere atıldı.
Evet, bu ülkede devlet her türlü karanlık işin bir numaralı olağan şüphelisidir. Ermenileri katleden insanlara Cumhuriyet’in kurucu kadrolarında görev veren, Yassıada hâkimlerini, savcılarını adaletin tepesine getiren, daha geçenlerde kendi albayını makamında döverek, zehirleyerek öldürdüğü ortaya çıkan bir devletten bahsediyoruz.
Ama o devletin kirli çamaşırları ortaya dökülürken görüyoruz ki bu ülkede muhalifler de hiç temiz değil. Eline silah alan, o silaha bin bir, devrimci, ülkücü, yurtsever manalar yükleyen, insan öldürmeye teorik kılıflar bulan muhalifler de hiç temiz kalmadı, devletle birlikte kirlendi.
Ama nasıl konuşacağız tüm bunları? Tamer Abi’leri üzmeden nasıl yapacağız bunu?
Yeni Türkiye’yi bu komplolar ittifakı üzerinde kurmak istemiyorsak, bir yolunu bulacağız Tamer Abi...