'Sen gülü terk etme/ Şarkılar, şiirler yasta...' Sen beni bilmezsin ama ben, kendimi bildim bileli seni bilirim.
Hiç huyum olmadığı halde sana bir türlü 'siz' demeye kâlemimi ikna edemeyişim bundandır belki.
Yaşıtlarım, annemin yaşıtları ve kız kardeşimin yaşıtları da Sen'i öylesine bilirler ki annem 'Meral Okay da gitmiş' diyerek yanımıza geldiğinde, aynı odada üç kuşak, oradaki 'da' ekinde 'Sen'den gidenler'in saklı olduğunu bildik.
Ve üzüldük; aynı odada, üç kuşak. Okay için de üzüldük ama yalan yok, en çok Sen.
Yaman Okay, Onno Tunç, Uzay Heparı, Aysel Gürel ve şimdi de Meral Okay.
Kurşunî renkte bir sayfa daha...
Yaslandıkların art arda göçerken, sana yas kadar aşina az şey olmalı, değil mi?
Mâteme karşı dilsiz bir dağ gibiydin yine, sadece 'ömrümün geri kalanı gitti' demeye yetmiş takatin.
Gurbet bestelerin ne çok Sen'in; başucunda gölgeler, gitmek bilmeyen hatıralar, varlığını öğüten acılar...
Kim bilir bu geceden mülhem ne güneşler doğuracaksın; ama ne çare, bir can parçan daha kopmuş olacak.
Dün verdiniz toprağa. Yakılmak istemiş hâlbuki, işgüzar devletimizin güzide kanunları ona da nane olmasını bilmiş.
90'larda bu devlet Müslüman temsili olan herkesi fişlerken Yunus Emre'den el ile 'La ilahe illallah' diyen,
Aynı devlet Kürt açılımı yaptığında herkes sus pusken barışa sahip çıkan,
Cumartesi Anneleri'ne ses olan,
Hrant kaldırıma düştüğünde güvercinler uçuran,
Referandumda 'evet' deyip 'hayırcı' lince göğüs geren,
Van'da hayatlar yıkıldığında gönüller yapmaya koşan...
Bu mektubu neden yazdığımdan emin değilim. Ama ne kendimize ne de başkasına yetebildiğimiz, hep eksik kaldığımız bu oyun yerinde sana fazlasıyla borçlandığımdan adım gibi eminim. Sanırım bu yüzden omzunda bir el daha hissetmeni istedim.
Bir işe yaradı mı bilmem ama Sen bilmelisin ki duacın çok.
Acısını veren Allah, sabrını da verir elbet.
Başınız sağ olsun, Allah sabrı cemîl nasip etsin.
Not: Allah'ın takdirine, kulun hınçlarının hesabını göreceği bir skor tabelası muamelesi yapmak kolaydır; Müslümanca yaşamak zor...