T24
- İran’ın devrik lideri Şah Pehlevi’nin kızı Leyla’dan sonra en küçük oğlu Ali Rıza da intihar etti. Yaşanan trajik olaylardan sonra muhabir Stephen Kinzer, hanedanın hikayesini anlattı.New York Times’ın eski Türkiye ve İran muhabiri Stephen Kinzer, prensin trajik ölümünü ve hanedanın lanetini kaleme aldı. Kinzer'in Milliyet gazetesinde yayımlanan haberi şöyle: 'Boston’un güney ucundaki evimin aşağı sokağından gelen tek el silah sesi salı sabahının karanlığını yardı. Bu mahallede artık böyle olaylara çok sık rastlanmıyor. Komşularımla birlikte bana da bu silah sesinin arkasındaki trajediyi hayal etmek düştü. Fakat sonra haber geldi: İntihar eden eski İran Şahı Rıza Pehlevi’nin 44 yaşındaki oğlu Prens Ali Rıza Pehlevi’ydi...'
Bu şok edici intihar eylemi, önce İranlılar’ın sonra kendilerinin kanına bulanmış ailenin şiddet dolu son trajedisiydi. Bir Shakespeare dramasına benziyordu. Şah İran’ı demir yumrukla yönetti ama ailesi onun günahlarını çok pahalıya ödedi. Ali Rıza’nın babası Rıza Pehlevi, 20. yüzyılın en görkemli devrimlerinden birinde vatanından sürgün edilmiş bir şekilde öldü. Halası, Prenses Aşraf (Şah’ın ikiz kardeşi) İran’ın “siyah panteri” olarak tanınıyordu. Hayatının sonuna kadar depresyonlar ve bağımlılıklarla boğuştu, üç başarısız evlilik yaptı ve sonra oğullarından biri suikasta kurban gitti. Ali Rıza’nın kardeşi Leyla, 2001’de Londra’da bir otel odasında yüksek dozda uyuşturucu almış bir şekilde ölü bulundu. Pehlevi’nin ailesi, salı günü yaptıkları kısa açıklamada “Milyonlarca genç İranlı gibi ülkesinin içinde bulunduğu sıkıntılardan huzursuzdu, genç yaşta babasını ve ablasını kaybetmiş olmanın acısını taşıyordu. Yıllarca bu derin üzüntüyle mücadele etti ama sonunda yenik düştü” dedi. Ali Rıza Pehlevi’nin yenilgisi, çilekeş ülkesinin bir yansıması gibiydi. Demokrasiden nefret ederdi Pehlevi hanedanı perişan olmuş ve yok olmanın eşiğine gelmiş bir ulusu modernleştirmek için yola koyulmuş bir aileydi. Hanedanın kurucusu Rıza Şah, Ali Rıza’nın büyük babası, acımasız bir tiran aynı zamanda vizyon sahibi bir reformistti. Rıza Şah, 1926’da bir darbeyle iktidara gelen okuma-yazma bilmeyen bir askerdi. Ülkesine demokrasi getirmeyi reddetmesinin başlıca nedeni, kendisinden sonra oğlunun şah olmasını istemesiydi. Bu isteği 1941’de Muhammed Rıza Şah’ın yükselişiyle gerçek oldu. Fakat hükümdar babasından farklı olarak Muhammed Rıza pısırığın tekiydi. İran’da II. Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan ve Başbakan Muhammed Musaddak’ın temsil ettiği demokrasiden nefret etti, fakat onu ezmek için hiçbir şey yapmadı. Daha sonra adeta Tanrı’nın bir armağanı gibi, CIA ve İngiliz MI6 servisleri 1953’te İran petrol endüstrisini ulusallaştırmak isteyen Musaddak’ı devirdi. Bu da Muhammed Rıza Şah’ın mutlak iktidarı ele almasını sağladı. Sovyetler’in çöküşü gibiydi Pehlevi hanedanı 20. yüzyıl jeopolitik hayatında neredeyse herkesin daimi ve değiştirilemez olarak gördüğü birkaç olaydan biriydi. 1979’da çöktü ve dünyayı en az, on yıl sonra gerçekleşen Sovyetler Birliği’nin çöküşü kadar sersemletti. İnsanlık tarihinde bir diktatöre karşı böylesi bir ittifakla isyan eden çok az ulus vardır. Pehlevi hanedanının günahlarını saymak çok zahmetli bir iş olur fakat belki de en önemlisi İranlılar’ı mollaları iktidara getiren bir devrime sürüklemek oldu. Harvard’da doktora yapıyordu Ali Rıza, 30 milyon insanın kaderini elinde tutan mutlak bir monarşinin ikinci oğluydu. Prens, ailesinin hükümdarlığı 1979’da çöktüğünde, henüz 13 yaşında bile değildi. Ali Rıza, babasının Mısır’da yüz kızartıcı ve yalnız bir şekilde ölümünden sonra ABD’ye gitti, Berkshires’da hazırlık sınıfına katıldı, Princeton’dan mezun oldu ve sonra filolojinin yanı sıra Ortadoğu ve Fars tarihi üzerine çalışmaya devam etti. Harvard’da doktoraya başladı fakat tamamlamadı. Hiç evlenmedi Dünyanın en seçkin eğitimlerinden birini aldıktan sonra sıra evliliğe gelmişti. 2001 yılında nişanlanan Ali Rıza, sekiz yıl nişanlı kaldıktan sonra ayrıldı. West Newton sokağındaki komşuları, Ali Rıza’nın onlarla asla konuşmadığını, genellikle kot pantolon ve şık ceketler giydiğini, Porsche’undan inip evine girdiğini, pencerelerinin tahta kepenklerini hep kapalı tuttuğunu söylüyor. Washington yakınlarında yaşayan ve sık sık kendini İran’ın gelecekteki Şah’ı olarak gösteren ağabeyinin aksine Prens Ali Rıza asla bu tarz fantazilerden zevk almadı. Fakat bir defasında “İran’a özgürlük ve demokrasi götürmenin hayattaki tek amacı“ olduğunu dile getirdi.
Ailesinin hikâyesi ağır geldi Kimileri, “Kader, işlediği muazzam suçlar nedeniyle Pehlevi’nin ailesini cezalandırdı” diye düşünse de gerçek şu ki Prens Ali Rıza Boston’da yaşayan herhangi birinden daha günahkâr değildi. O asla bir idam emri vermedi, kimseyi işkence odasına sokmadı, başını onurlu bir şekilde dik tutabilirdi. Fakat ailesinin hikâyesi onun taşıması için fazla ağırdı.Ali Rıza, onursuzluk ve utancı taşıyamayarak tek bir kurşunla kendini başından vuran bir asker gibi öldü. Shakespeare “Kralın ölümcül şakaklarını çevreleyen içi oyuk bir taçtaki saltanatı ölümü saklar” demişti. FARAH DİBA SARSILDI
İran Şahı Pehlevi’nin eşi Farah Diba, dul kaldıktan sonra Washington ve Paris arasında yaşamaya başladı. Küçük kızı Leyla ile (sağda) çok yakındı. İlk büyük acıyı Leyla’nın 2001 yılında aşırı dozda uyuşturucu alarak intihar etmesinden sonra yaşadı. Farah Diba önceki gün de küçük oğlu Ali Rıza’nın (solda) intiharı ile sarsıldı. 72 yaşındaki eski kraliçe oğlunun ölümüyle ilgili bir açıklama yapmadı. Tek varis kaldı
İran Şahı Pehlevi’nin üçüncü eşi olan Farah Diba 21 yaşında gelin olduğunda erkek çocuk doğurmak için büyük baskı altına girdi. Sonuçta ikisi erkek toplam 4 çocuk dünyaya getirdi. Çiftin 1966 yılında Life dergisine birlikte poz verdikleri büyük oğulları Rıza (50) artık hayatta kalan tek varis... İkisi de intihar etti İran Şahı Pehlevi her ikisi de sonradan ihtihar eden Leyla ve Ali Rıza ile 1975 yılında böyle poz vermişti. Stephen Kinzer “Eğer oğullar babaların suçlarından sorumluysa, Ali Rıza da suçluydu. Fakat eğer her birey yalnızca kendi eylemlerinden sorumluysa Ali Rıza masumdu” yorumunu yaptı.
Şah ve ailesi devrimden sonra sırasıyla Mısır, Fas, Bahamalar ve Meksika’da yaşadı. Bahamalar’da kendilerine özel bir plajları olan aile Şah’ın ölümünün ardından 1981 yılında Başkan Ronald Reagan tarafından ABD’ye davet edildi ve buraya yerleşti.