Türkiye sol siyasetinde "kadın" ve "LGBT" denince akla gelen ilk birkaç isimden biri olan Demet Demir, 54 yaşında devrimci bir trans kadın. 11 yıl önce emekli olan Demet, 30 yıldır Beyoğlu Ülker Sokak’ta kendi evinde kedileriyle birlikte yaşıyor. Sosyalist EBT inisiyatifinde trans hakları için çalışmalar yürüten Demet, aynı zamanda da TKP 1920’nin de parti meclisi üyesi.
Sadece siyasetle de ilgilenmiyor Demet, Galatasaray’da bulunan Yeni Sanat Merkezi’nde gönüllü aşçı olarak çalışıyor. Benim asla ve asla becerili olamayacağım tek konu vardır, o da yemek pişirmek. Bu konuda Demet Demir bir numara. Bir taze fasulye yapar ki yemeniz lazım. Yolunuz düşerse mutlaka uğrayın derim. "Bu kadar çok işi bir arada nasıl yürütüyorsun" soruma da yanıtı hazır Demet'in:
"Eğer ben apolitik bir trans kadın olsaydım ve bu işlerle meşgul olmasaydım şimdi benim 10 tane evim olurdu!"
1961 yılında Yalova’da doğan Demet, anne babasının boşanmaları nedeniyle 5 yaşındayken annesi ve ablası ile birlikte İstanbul’a gelir. Annesi çocuklarına bakabilmek için bir fabrikada işe başlar. Yıllar geçer, Demet büyür, okula gider ama sürekli kendisinde bir değişiklik olduğunu düşünür çünkü her zaman kız çocuklarıyla evcilik oynar. Bir gün Bülent Ersoy’u gördüğünde ise dünyada yalnız olmadığını anlar ve o zaman biraz mutlu olur.
Kadın ve LGBTİ hareketinin çakıl taşlarından birisidir Demet Demir. İnsan hakları için yıllarını verdi dersek abartmış olmayız. 12 Eylül askeri darbesiyle birlikte başlayan hak mücadelesini günümüze kadar devam ettirir. Benim idolüm olan bu cesur devrimci sosyalist ve feminist kadının inanılmaz hayat hikâyesine hep birlikte yakından bakalım. "Nefrete İnat Yaşasın Hayat" yazı dizisinin beşinci bölümünde Demet Demir’in gözaltılar, işkenceler, cezaevleri, tecavüzler ve eylemlerle geçen hayatını kendi ağzından dinleyelim...
"Ben 5 yaşındayken annemle babam şiddetli geçimsizlik nedeniyle boşandı ve biz İstanbul’a taşındık. Annem, ben ve ablam İstanbul’da bir hayat sürmeye çalıştık. Annem fabrikada çalışıyordu, biz de okuyorduk. Küçük yaşlarda farklı bir şeyler olduğunu sezinliyordum çünkü her zaman kız çocuklarıyla evcilik oynardım. Ergen yaşa gelmeye başlayınca cinsel dürtüler de gün yüzüne çıkmaya başlayınca kendimi tanımlamaya çalıştım. Bizim jenerasyon çok zorlu bir jenerasyondu. O dönemde televizyon tek kanallıydı ve siyah beyazdı. İnternet yok, cep telefonu yok, doğru dürüst ev telefonu bile yaygın değildi."
"Ben dünyada tek başıma olduğumu düşünürdüm. Sonra Bülent Ersoy’u görünce a demek ki bir kişi daha varmış benim gibi dedim kendi kendime. Yani bizden önceki jenerasyon 'Bir ben bir Zeki Müren' dermiş. Bizim jenerasyon da 'Bir ben bir de Bülent Ersoy' derdi. 1979 yılında daha önceden sempati duyduğum sol hareketle tanıştım. Akşam ortaokulunda öğrenciydim o dönemde. Okulda İlerici Gençler Derneği (İGD) diye bir oluşum vardı, ben de o oluşuma katıldım. O dönemlerde sol hareket daha ahlakçıydı eşcinsellik fazlasıyla tabuydu. Ve 1987 yılında evden ayrıldım..."
"Henüz Taksim’i görmemiştim. Şişhane’de eczanelere malzeme veren bir şirkette çalışıyordum. Bir gün Gezi Parkı’nın oradan geçiyordum, oturup dinlenmek istedim. Çok hoşuma gitmişti, erkekler bana bakıyordu. Biriyle tanıştım, beni aldı o adam birkaç eşcinselle tanıştırdı. Gezi Parkı eşcinsel ve trans bireylerin sosyalleşme alanıydı. Ben parlak uzun saçlı kız gibi bir çocuktum. Kendi cinsdaşlarımla ilk tanışmam bu şekilde olmuştu. Çok kırıtıyorlardı, bana tuhaf gelmişti. Bir de aralarında anlamadığım bir dilde konuşuyorlardı. Ben hiç anlamıyordum bir yandan hoşuma gidiyor, bir yandan korkuyordum."
"Sonraki günlerde sürekli Gezi Parkı’na gitmeye başladım. Parkın içinde Şadırvan Çay Bahçesi vardı, orada toplanırdık. Arkadaşlarım bir gün beni eşcinsel ve transların gittiği bir gece kulübüne götürdü. Beyoğlu, Sadri Alışık Sokak’ta Beybon67 adlı kulüp ve Yugoslav göçmenlerin işlettiği Wat69 adlı başka bir kulüp. Ama tam da benim istediğim bir şey değildi kulüp ortamı. Bana tuhaf geliyordu. Bir de bana sürekli, 'Para karşılığı birlikte oluyor musun' diye soruyorlardı, çok yadırgamıştım. Çünkü fuhuşu kadınlar yapardı benim bildiğim. Gençler çok itibar etmezdi eşcinsellere, yaşlı erkeklerle ilişki yaşanırdı. Hem yaşlı adamlar hem de para karşılığında tuhafıma gitti, 'Ay batakhaneye mi düştüm ben' dedim, korktum."
"Tam böyle alışmıştım; artık ortama da kulüplere de sık sık gidiyordum, okul tatile girmişti yaz aylarıydı. Tam kendimi bulmuştum ki, üç ay sonra pat diye 12 Eylül askeri darbesi oldu."
"Geceleri sokağa çıkma yasağı vardı. 1 sene gece 12’den sabah 5’e kadar sokağa çıkma yasağı uygulandı. O dönemde kulüpler akşam 20:00’de açılır gece 23:00’de kapanırdı. Dolayısıyla kimse gitmezdi kulüplere. Gece hayatı bitmiş, kulüpler kapanma noktasına gelmişti. Zaten asker kulüpleri basıyordu. Bir gün askerler bizim sürekli gittiğimiz kulübü bastı ve eşcinsellere tecavüz etti. Bedavaya içki içiyorlardı, gözlerine kestirdiğine de tecavüz ediyorlardı."
"O dönem eşcinseller çok zarar gördü. Dayak yedik, gözaltına alındık, tacize tecavüze maruz kaldık. Saç kesimleri, falaka ve en ağırı da Eskişehir’e sürgüne gönderildik. Hani yasada fuhuş yapanları şehir dışına gönderme maddesi var ya, o yüzden. 1985-1986 yıllarında tren vagonlarına doldururlardı bizleri ve sürgüne yollarlardı. Çok partili döneme geçtiğimiz, 'Özallı yıllar' diye anılan o dönemde de devam etmişti bu işkenceler. Turgut Özal yönetimi zaten 12 Eylül’ün devamıydı. Bizim açımızdan çok bir şey değişmedi ki. Sadece 1989 yılında Bülent Ersoy’a kimlik alma hakkı verilmişti. Tabii bununla birlikte ameliyat olmanın yolu da açılmış oldu. Askeri darbenin ardından 8 yıl boyunca kimse ameliyat olamadı ve kimlik alamadı. 1983 yılında ben tam 3 defa gözaltına alındım ve falakaya yatırılıp işkenceye maruz kaldım. Eşcinseller gündüz gittikleri çay bahçelerinden bile gözaltına alınırdı. Götürüldükleri karakollarda işkenceye maruz kalırlar, fişlenirler ve hatta çalıştıkları işyerlerinden kovdurulurlardı. Çok arkadaşım işsiz kalmıştı o dönem. Hiç kimse bana Turgut Özal’ı bu konuda alkışlamasın."
"O dönemde trans kadınların gettolaşması başlamıştı Beyoğlu Cihangir’de. 1985 yılında Başkurt Sokak, Pürtelaş Sokak, Kazancı Yokuşu ve Ülker Sokak. Ağırlıklı olarak Pürtelaş Sokak. Polis o dönem kapıları kırıp evlerimizi basıyordu. Bizleri gözaltına alıyorlardı. Mahalle ablukaya alınıp yaşadığımız evler yüzlerce polis tarafından basılırdı hiç unutmam. O dönem herkes kendine zor sahip çıkıyordu. Sol örgütler falan çok bizimle ilişki içinde değillerdi. 1986 yılında İbrahim Eren, Radikal Yeşil Demokrat Parti’yi kurdu. İnsan Hakları Derneği de 1986'da ilk olarak kurulmuştu. Ben de 1989 yılında İHD’ye üye olmuştum."
"1989 yılında baskınlar sonucunda sokaklar bitirilmişti. Doğan Karakaplan adında bir manyak ruh hastası asayiş amiri gelmişti. Sürekli baskınlar yapardı Cihangir’e. Kapıları kırdırırdı, Harbiye’de seks işçiliği yapan trans kadınları gözaltına alırdı. O zamanlar gözaltı süresi en az 10 gündü. Taşın üstünde yatardık. Gözaltında bizlere zorla abdest aldırır, namaz kıldırırlardı. Doğan Karakaplan’ı Malatyalı bilirdik biz kendisini. Malatyalı Hasret adında bir trans arkadaşımız vardı, Doğan Karakaplan hemşerisi diye Hasret adındaki bir trans arkadaşımızı 15 gün gözaltında tutar çeşitli işkenceler yapardı. Sebebi de şu: Malatya’dan ibne çıkmaz! O dönem bizim için çok kötü günlerdi. 1991 yılında Doğan Karakaplan Hacca gitti. Türkiye’ye geri döndüğünde Kütahya-Eskişehir karayolunda trafik kazası geçirdi ve hayatın kaybetti. Ahımız tuttu çünkü çok işkence yapmıştı. Zaten aynı yıl Cihangir gettomuz da bitmişti. Son darbeyi de Hortum Süleyman vurmuştu."
"Hortum Süleyman döneminde, 1991 yılında Başkurt Sokak’taki evimden gözaltına alındım ve iki ay cezaevinde yattım. Yoğun işkencelere maruz kaldım. İHD’den Avukat Eren Keskin geldi, 'Bir transın avukatı mı olurmuş' diye Hortum Süleyman şaşırdı ve gıcık oldu. Avukatım gittikten sonra bizi maceraya taktı. O dönem 'macera' denen bir şey vardı. Şüpheli ya da suçluyu karakol karakol gezdirip avukattan kaçırırlardı. Amaç yıldırmaktı. Avukat Eren Keskin ve Avukat Ercan Kanar’ın içinde bulunduğu sekiz kişilik avukat grubu peşimizden bizi takip ediyorlar ama yetişemiyorlardı. Polisler bizi sürekli kaçırıyorlardı. Hasköy Karakolu'nda yetişti avukatlarımız bize. Toplam 5 gün sürmüştü macera."
"Kulaksız Polis Merkezi'nde içimizden birkaç trans kadın arkadaşımıza polisler tecavüz etti. O dönemde merhum gazeteci Savaş Ay’a Tempo Dergisi için röportaj vermiştim. O haber sayesinde kimi zaman polislerin şiddetinden kurtuldum. Savaş Ay benim evimde benle birlikte kadın kılığına girmişti ve sokaklarda nasıl ayrımcılığa uğradığımızı görmüştü. O haberle ödül almıştı. Sonrasında para için, reyting için değişmişti Savaş Ay."
"Bir gün gündüz vakti beni sokakta gördü Hortum Süleyman, yine gözaltına aldı. Ben de kendisine bizi neden gözaltına aldığını aldığını sordum, o da homoseksüel olmaktan dolayı gözaltına aldığını söylemişti. Ben de Atatürk’ün çıkarttığı yasa nedeniyle homoseksüelliğin suç olmadığını anlatmaya çalışıyordum, bir anda bana, 'Ne, Atatürk’e homoseksüel mi diyorsun' dedi. Tutanak tuttular, sözde ben sarhoşmuşum ve bağırıp çağırmışım karakol içinde. 'Atatürk de ibne olmasa biz bu kadar rahat edemezdik' diye de beyanımın olduğunu yazmışlar. Bütün bu durumların ardından cezaevine girdim. Hortum Süleyman’a 50 bin TL'lik bir tazminat davası açtım yaklaşık iki yıl sürdü mahkeme ve görevsizlik kararı nedeniyle dava düştü."
"Ülkücü mafyanın ve mahallelinin saldırıları başladı o dönemde. Bakkal alışverişi yasaktı bize. Bir yıl boyunca elektrik kullanmadan oturdum evde. Bizleri seven dostlarımız dışardan alışveriş yapar, bize yiyecek içecek getirirdi. Çok zor koşullarda, aylarca aç kaldık. Pınar Selek 1996 yılında bize politik destek verdi. 80’ler 90’lar bizim için işkence dolu yıllardı. Bursalı Yıldız adında bir arkadaşımız vardı 1985 yılında polisten kaçarken polisler tarafından kurşunlanarak öldürüldü sokak ortasında. Cezaevinde kaldığım dönemde, Uluslararası Af Örgütü Türkiye ile yeni yeni ilişkiler kuruyordu. 1992 yılında Af Örgütü, benim cezaevinde kalmam ve Hortum Süleyman’a tazminat davası açmamdan dolayı “eşcinselliğin politik suçlar kapsamına alınması” maddesini kendi bildirgesine koymuştu."
"Tüm bunların yaşandığı yıllarda, ne gariptir ki seks işçiliğinin altın yıllarıydı. Darphane gibi oturduğumuz yerden para kazanıyorduk.
"Benim çok önceden politik bir kimliğim, deneyimlerim vardı. Sosyalist ve LGBTİ aktivisti İbrahim Eren’le tanıştıktan sonra hareket hakkında daha çok bilgilendim. İbrahim Eren o dönemin çok önemli bir figürüydü. 1986 yıllında İbrahim Eren’in evinde bir aydan fazla açlık grevi yapıldı. 1987 yılının Nisan ayında Gezi Parkı’nın merdivenlerinde oturma eylemi yaptık elimizde pembe güllerle. İlk Gezi Parkı eylemi diyebiliriz. 1989 yılında Pürtelaş Sokak’ta ilk protestomuzu yapmıştık kızlarla, alkışlı protesto. Bayağı kalabalık olmuştuk, o dönemde sokak eylemi yasaktı ve biz trans kadınlar o yasağı ilk delen grup olarak tarihe geçtik. Polislerin kontrolünde Sultanahmet’e gitmiştik. Süleyman Ulusoy hakkında savcıya suç duyurusunda bulunduk. 1988 yılında Yeşil Bizans Kültür Merkezi’nde, 8 LGBTİ birey olarak Mardin’de Kürtlere yönelik baskı ve şiddeti protesto etmek amacıyla açlık grevi de yapmıştık. LGBTİ kimliğinin dışında diğer ötekileştirilen grupların da sesi olduk bu eylem sayesinde. İnsan Hakları Derneği’nden Avukat Eren Keskin ve Avukat Ercan Kanar ’la tanışmıştım o eylem sonrasında."
"O dönemde İHD’de Cinsel Azınlık Komisyonu'nu kurmuştum. Benle beraber feminist Ayşe Düzkan, Filiz Koçeri, Filiz Karakuş, Yelda vardı. Kadın Kültür Evi, Sosyalist Feminist Kaktüs, Ayrımcılığa Karşı Kadın Derneği gibi çeşitli oluşumlar vardı ve bu gruplarla platform gibi olmuştuk biz. 1987 yılında ilk 8 Mart kadın yürüyüşünü yaptık. 1995 yılında Özgürlük ve Dayanışma Partisi'ne (ÖDP) üye oldum. 1999 yılında Beyoğlu Belediyesi ilk trans meclis üyesi ve yine 2007 yılında Isparta’dan ilk trans milletvekili adayı gösterildim. Her ikisinde de seçilemedim. Birçok ilki ben başlattım Türkiye’de. Şimdi Türkiye Komünist Partisi 1920’de parti meclis üyesiyim. İlerici Kadınlar Derneği’nde de yönetim kurulundayım."
"Bizim zamanımızda maaşlı aktivizm diye bir şey, Avrupa’ya gidip gelme yoktu. Bu durum 2000’li yıllarda başladı. Biz Pürtelaş Sokak’ta yaptığımız isyanları Stone Wall isyanından etkilenmiş de yapmış değildik. O zamanlar yurt dışı nedir bilmezdik. 30 yıldır ben hala Ülker Sokak’ta yaşıyorum. Herkes kaçtı gitti ama ben kaçmadım. Şimdilerde LGBTİ derneklerinde çalışan bizim jenerasyondan olan bazı trans kadınlar beni negatif yönde eleştiriyorlar."
"Köroğlu’nun güzel bir lafı vardır, 'Tüfek icat oldu mertlik bozuldu' diye, LGBTİ derneklerinde de fon icat oldu aktivizm bozuldu. Kaos GL ile başlayan bu yurt dışından fon alma işlemi, Lambda İstanbul ile devam etti. Ben ve arkadaşlarım Lambda İstanbul’da fon alma işine itiraz ettiğimiz için kovulmuştuk. Bizi dernekten attılar. 2013 yılında Ankara Kaos GL Derneği iki yıllık Gökkuşağı Projesi kapsamında İsveç’ten 2 milyon İsveç Kromu fon almış. Ben hayatımı feda ettim bu davaya bu harekete. LGBTİ mücadelesi şirketleşmiştir artık. Dedikoduları üretenler parayı alanlardır. Liberal eşcinsel örgütleriyle bir bağım yok. Onur Yürüyüşü festivale döndü biliyorsunuz."
"1980 sonrası kapitalizmin ardından yozlaşma başladı. Mesela önceden gökkuşağı bayrağı yoktu, bizim gerçek bayrağımız olan siyah üzerine pembe üçgen vardı. Bana göre kimlik mücadelesi sınıf mücadelesi ile birlikte verilir. Mesela feminist hareket sınıf mücadelesinin dışında bir politika yapar. 12 yıl boyunca, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidara geldiğinden beri gericilik, muhafazakârlık, ırkçılık ve milliyetçilik arttı. Transfobi ve homofobi nereden besleniyor sanıyorsunuz. Son yıllarda trans cinayetlerinde artış görüyoruz. Kadın cinayetleri bu kadar çok yoktu. Keza iş cinayetleri de öyle. 1 günde 5 işçi ölüyor bu ülkede. Neo-liberal politikalar, sendikasızlaşma, yargının bağımsız olmaması, LGBTİ örgütlerinin fon almaları nedeniyle bu noktaya gelindi."
"Bu durumun getirilerinden biri de trans kadınlar arasında mafyalaşmaya yol açması. Kadıköy, Avcılar, Fındıkzade, Şişli, Beylikdüzü ve Kartal gibi ilçelerde trans çeteler var bugün. Eylül Cansın intiharı halen aydınlatılmadı mesela. Bugün Türkiye’de fuhuş sektörü trans mafyasının eline geçmiş durumda. Farkında mısınız, LGBTİ dernekleri çalışma hakkı istiyoruz demiyorlar yaptıkları açıklamalarında. Sadece seks işçiliği hakkı istiyoruz diyorlar. Çelişkiye bakar mısınız? Dejenere ve çürümüşlük var burada. Şimdilerde bir de trans güzellik yarışması çıktı. Güzellik yarışmalarına zaten ben politik olarak böyle bir şeye karşıyım, bu kapitalizmdir. İnsanların güzel ya da çirkin diye ayrıştırılması ve kadının meta olarak kullanılması benim düşünceme göre ters. Bu tarz yarışmalara asla katılmam. Ben sosyalistim. Eşitliğin ve özgürlüğün sosyalizmle geleceğine inanıyorum."