Dilan Çiçek Deniz: Obsesif kompülsifim ve hipermobilitem var

Fotoğraf: Muhsin Akgün

Çukur dizisiyle bir süredir gündemde olan Dilan Çiçek Deniz, 9 yaşında şiir yazmaya başladığını ve çocukluğundan beri melankolik bir hali olduğunu söyledi. Sylvia Plath hayranı olduğunu ifade eden Deniz, "Annem sonumun (intihar) onun gibi olmasından çok korkuyordu. Hatta dokuz yaşımda geceleri annemi 'Şiirim geldi' diyerek yataktan kaldırıyordum. Ben söylüyordum, annem yazıyordu" diye knouştu. "Obsesif kompülsifim (takıntı rahatsızlığı). Başladığım şeyi bitirmeden rahat edemiyorum" diyen Deniz, hipermobilitesi de olduğunu ifade etti.

Hürriyet'ten Hakan Gence'nin sorularını yanıtlayan Dilan Çiçek Deniz'in açıklaması şöyle:

Tatlı Küçük Yalancılar’, ‘Bodrum Masalı’ derken ‘Çukur’la kariyerinizde hızlı bir yükselişe geçtiniz... Çabuk gelen şöhret korkutuyor mu?

- Ayaklarım yere basıyor, ne istediğimi biliyorum. Şöhretin fırtınasına kapılıp gitmedim. Kapılırsam biliyorum ki düşüşüm çok kötü olur. O yüzden emin adımlarla ilerliyorum.

Yıldızınızın bu kadar çabuk parlayacağını tahmin ediyor muydunuz?

- Çok istiyor ama bu kadar kısa sürede olacağını düşünmüyordum. Gerçi ben 13 yaşından beri çalışıyorum.

Neden çocuk yaşta çalışmaya başladınız?

- Aileme katkıda bulunmak için. Öğretmen çocuğuyum. Annem edebiyat, babam coğrafya öğretmeni. Bana hiç yokluk yaşatmadılar ama ben aileye katkıda bulunmam gerekiyormuş gibi hissediyordum.

Ne iş yapıyordunuz?

- Oyunculuk istiyordum fakat boyum uzun olduğu için ajansa kaydoldum. Direkt beni podyuma koydular. Bir yandan da çeşitli etkinliklerde hosteslik yaptım. Kazandığım parayla hem anneme katkıda bulunuyor, hem ihtiyaçlarımı karşılıyordum.

"Dokuz yaşında şiir yazmaya başladım"

Hep böyle güzeldiniz yani?

- Hayır değildim. Benimki bir çirkin ördek yavrusu hikâyesi. Kırmızı çerçeveli gözlüklerim, damaklı diş tellerim vardı. ‘Nerd’ (inek öğrenci) bir tiptim.

Kaderiniz ne zaman değişti?

- 17 yaşında. Fiziğim ve hatlarım yerine oturdu. Konuşurken tükürdüğüm için tellerimi çıkardım. Net görmediğim halde gözlüklerimi attım.

Herkes bu değişimi görsün diye de ‘Miss Turkey’ye katıldınız...

- Yok canım! Yedi yaşından beri tiyatroyla ilgileniyordum. O zamandan beri de belki binlerce deneme çekimine katılmıştım. Bu yarışmanın benim için bir kapı açacağını düşünerek başvurdum, ikinci oldum. Ardından Miami’de Türkiye’yi temsil ettim ve oyunculuğa başladım.

Türkiye güzeli oldunuz, oyunculuğa başladınız, sonra neden üniversitede karşılaştırmalı edebiyat’ okudunuz?

- Dokuz yaşımda şiir yazmaya başladım. İlk şiir kitabımı 15 yaşında çıkardım. Belki ileride bu işi yapmaya devam ederim diye de okumak istedim.

O yaşta bir çocuk nelerden etkilenip şiirler yazar?

- Küçüklüğümden beri melankolik bir halim var. Sylvia Plath hayranıyım. Annem sonumun (intihar) onun gibi olmasından çok korkuyordu. Hatta dokuz yaşımda geceleri annemi “Şiirim geldi” diyerek yataktan kaldırıyordum. Ben söylüyordum, annem yazıyordu. Genelde dört satır, kısa ve vurucu şeylerdi. Şimdi denemeler yazıyorum, oyun metinleri çeviriyorum. Belki ileride sahnelerim.

O melankoli devam ediyor mu?

- Hep öyle devam edeceğini düşünüp ben de tedirgin oluyordum. Ama şimdi iyiyim, daha enerjiğim. Gerçi yazarken yine içimden o melankoli çıkıyor. Sanki paralel evrenlerde yaşayan başka Dilan’larla bağlantıya geçiyorum. Hâlâ yeraltı edebiyatı yazıyorum. Tezer Özlü ve Mine Söğüt tarzı denemeler...

Nedir yazmak dışındaki takıntılarınız?

- Obsesif kompülsifim (takıntı rahatsızlığı). Başladığım şeyi bitirmeden rahat edemiyorum.

Sizin hakkınızda bizi şaşırtacak başka bir şey kaldı mı?

- Hipermobilitem var.

O nedir?

- Eklemlerim ve kaslarım fazla esnek (Parmağını çevirerek gösteriyor).

"Öpüşme sahnelerinde çok gerildim"

Gelelim ‘Çukur’a ve çok konuşulan öpüşme sahnelerinize. YouTube’da 5 milyonun üzerinde izlenmişler. Zor muydu o sahneleri çekmek?

- Evet, o sahnelerde çok gerildim.

Neden?

- Çünkü ilk defa öyle bir sahnem oldu. Ama Aras (Bulut İynemli) ve yönetmenimiz bana çok yardımcı oldular. İnsanlar eleştirse de bunlar gerçek hayatta herkesin yaşadığı şeyler.

Bu dizinin erkek dünyasında karakteriniz Sena nasıl bir yere denk düşüyor?

- Sena çok güçlü bir kadın. Böyle bir karakteri bulmak da aslında çok zor. Biliyor musun, dünyadaki filmlerin sadece yüzde 16’sında kadın başkahramanlar var.

Hemen hemen her projede başrol kadın oyuncu olmuyor mu?

- Evet ama hayatları ya bir erkeği beklemek, ya evlenmeyi beklemek ya da erkeğin peşinden koşmakla geçiyor. Oysa erkekler filmlerin sonunda kahraman oluyor.

Sizin dizinizde de erkek egemen bir dünya görüyoruz...

- Tıpkı hayat gibi. Bu bize normal geliyor ama aslında değil. Geçenlerde bir araştırma okudum, işyerinde kadın ve erkeğin eşit olması için 100 yıl gerekiyormuş.

Siz de mesleğinizde kadın olmakla ilgili zorluk yaşadınız mı?

- Kendimi savunma mekanizmaları geliştirdim. Zarar gelmesin diye kendimi, herkesten ve her şeyden korumaya çalıştım. Bu da beni duvarları olan biri yaptı. Hâlâ o savunma mekanizmasını üzerimden atmakta zorlanıyorum ve kadın olmanın zorluklarını yaşıyorum. ODTÜ’de ‘Kadınlar Günü’yle ilgili katıldığım bir söyleşide şunu sordular: “Bir erkek olsaydın sektörde her şey daha kolay olur muydu?” Direkt, “Evet” dedim.

Neden?

- Kadın olarak yaşamak zaten zor. Bir de tanınıyorsan... Özellikle son zamanlarda neredeyse her hafta beni biriyle yazdılar. Önceleri ‘Göz önündesin, yapacağın bir şey yok’ diye düşünürdüm. Ama haberlerin dili o kadar seksistti ki... Göz önünde olduğum için değil, kadın olduğum için bana karşı o dilin kullanıldığını anladım.