Dil Derneği İzmir Temsilcisi, gazeteci, editör Bekir Yurdakul ile son dönemlerde sıklıkla karşılaştığımız dil yanlışlarını konuştuk.
Yurdakul, “Dilimizi sevmiyoruz, dolayısıyla kendimizi... özenli/ dikkatli olmanın değerini/ önemini bilmiyoruz dahası öğrenmiyoruz. Geldiğimiz nokta da şu da söylenebilir; dilimizi bilmiyoruz” diyor.
Dilde dikkatsizlik ve özensizliğin kol gezdiğini söyleyen Yurdakul, “Devire devire bitiremedik çamları... Kendimiz olsak/ kendi aramızda dalsak sohbete o denli önemli olmayabilir kurduğumuz tümcenin yapı taşlarının yerli yerindeliği. Ne ki kamuya/ halka seslenmekteysek dilimize özensizliğin adı bir anda ‘saygısızlık’ olup çıkar...” dedi ve işin özünü açık eden bir anı aktardı:
Şair Yusuf Alper ile sohbet ediyorlar. Söz, sözün yerli yerindeliğinden açılınca Şair-Öykücü Dinçer Sezgin, beş yaşındaki Doğa’nın dediklerini anımsıyor:
— Ne dedi bana geçen gün, biliyor musun? “Dinçer Abi, seni çok özlüyorum. Mamafih televizyonlarda görüyorum ama özlemim dinmiyor.”
Yusuf Alper, “Şu sözü, mamafih, yerinde kullanmış çocuk! Yerinde kullanmasaydı…” derken, sözün arasına giriyor Dinçer Sezgin:
— Onu büyükler yapıyor!”
Düşülen yanlışların, boş vermişliklerin hepsini birden konuşmak olanaksız sanırım. O nedenledir ki bugün karıştırdıklarımızı konuşsak...
Neden olmasın? Karıştırdıklarımız ve yanlış bildiklerimizden örnekler verelim. Bir anıyla açalım bu kapıyı da.
Yılar önceydi. İzmir Evrensel Kültür Merkezi’nde, “dilimiz”i doladık dilimize. Osman Bolulu, Ankara’dan uçtu geldi. Daha ilk tümcesinde çoğaldı gülümsemelerimiz ve o oranda dikkatimiz de:
“Muhtarınız çöterelli, işleriniz terelelli.”
Dilde “kirlenme” yaklaşımına, “Kirlenme mi, yozutma mı?” diyerek karşı durdu. Bolulu. Ve içini doldurdu savladığının:
“Kirlenme, yüzeye ilişkindir; yur arınırsınız. Yozutma, özünü bozmaktır.”
İşte o seslenişten kimi satırbaşları:
“Anadolu’yu fetheden, kılıç gücünden çok Türkçedir… 900 yıl tatilde kaldı Türkçe; mani, türkü, ilenme, küfürlerde yaşadı yıllarca… İyi ki Anadolu tümüyle medrese eğitiminden geçirilmemiş… Uygarlık/ düşünce, soyut düşünmeyle başlar. Orhun Yazıtlarında soyut düşünce vardır… Reçeteyle, sloganla düşünüyorsanız bilin ki büyük sorununuz da budur… Abdülhamit, devletin dilini Arapça yapmak ister ama memurlar vergi toplayamaz diye vazgeçer… Yazı/ abece niye değişti? Eski dilde ‘ev sormak’la ‘osurmak’ aynı yazılıyordu; onun için…”
Ve örneklerle sürdürelim...
Elbette:
Şunu okudum bir dergide, geçenlerde:
“Bir yanda... hayatın içine nüfus edenler...”
Yazarımızın meramı “sızma/ geçme”dir. İki Arapça sözcük, birbirine çok yakın olsa da önemli bir anlam farkı vardır aralarında. Görelim:
Nüfus: Kişi; belirli bir bölgede, belirli bir anda, bir ülkede yaşayanların oluşturduğu toplam sayı; ortak bir özellik gösteren kimselerin tümü...
Nüfuz: (İçine) geçme; söz geçirme, ağırlık, erk...
Cümle şöyle kurulmalıydı: “Bir yanda... hayatın içine nüfuz edenler...”
* * *
Bir hukukçuydu akcamdan (tv’den) seslenen, bir kadındı, dahası var: kadın hakları savunucusuydu.
Dedi ki:
“Katil (“tatil” der gibi sesletti bu sözcüğü) zanlısının bir an önce yakalanması...”
İşiniz hukuk değilse, dilimize Arapçadan geçen “katil” sözcüğünün iki ayrı söylenişi/ sesletimi, dolayısıyla ikisinin farklı anlamlar taşıdığını bilemezsiniz.
Ancak gazeteci, spiker ya da sunucuysanız andığım iki sözcüğü birbirine karıştırmayacaksınız yani doğru sesleteceksiniz.
“Katil” sözcüğümüz “tatil” gibi (“a” uzun) sesletilmişse “öldüren” anlamını taşır. “Katıl” sözcüğüne benzemişse sesletimimiz (“a” kısaysa), sözü “öldürme”den açmışız demektir.
* * *
Cumhuriyetin sekseninci yılındayız. TRT 3’te, “Niye bu yıl seksenincisini düzenler durumda değiliz ki?” yazıklanmasıyla izlediğim bir spor etkinliği var. Ekranın alt bölümünde sabit bir yazı, şunlar okunuyor:
“Uluslararası Cumhurbaşkan’lığı Bisiklet Turu”
Anlaşılan birilerine göre “Cumhurbaşkan” diye çok özel bir orun/ makam var!!!
İşin gülünesi yanı başka.
Aynı etkinliğin, tüm ekranı kaplayacak biçimde yazılıp gözümüze sokulan bir adı daha var:
“Uluslararası Cumhurbaşkan’lığı Bisiklet Turnuvası”
“Tur”, oldu mu size “turnuva”!
Tur ile turnuvanın ayrımını bilmeyenden bir kesme iminin hesabı nasıl sorulur!
* * *
Gazete haberi şöyleydi (ki benzerlerini sık sık okumaktayız Türkçe basında):
“Olaylar sırasında yedi tane polis, üç tane de gösterici yaralandı.”
Oysa insan “tane”lenmez. İnsanın söze konu olduğu yerde tümce “tanesiz” kurulmalıdır.
Yukarıdakiyle ilintili bir başka örnek:
Adı gerekmez bir politikacı, “Bir sürü insan tahliye edildi.” diye haykırıyor ekran başında. Oysa insandan açılınca söz -tane gibi- sürü de unutulmalıdır.
Bir sürü tavuk, bir sürü dükkân, bir sürü problem, bir sürü kitap... denir de insan için bu nitem kullanıl(a)maz.
Ne olacak peki, denirse işte seçenekler:
“Birçok kişi tahliye edildi.”
“Çok sayıda kişi tahliye edildi.”
“Çoğu kişi tahliye edildi.”
* * *
“Erkek reyonumuz bir, bayan reyonumuz ikinci katta...”
Kadın denilmesi gereken yerde, sanki bu sözcük ayıpmış/ eksikliymiş gibi “bayan”ı yeğlemek doğru bir tutum değildir. Örneğimizde “erkek” sözcüğünün yanına yakıştırmamız gereken sözcük “kadın”dır. İlle de “bayan” denecekse o zaman “erkek” yerine de “bay” denmelidir.
Yine “kadın”lara dair...
“Ev hanımlarının sosyal hakları tanınmalıdır...”
Basının, ille de böyledir dediği/ ayak dirediği yanlışlardan biri de bu sözcüktür.
Hemen söyleyelim: “ev hanımı” demek/ bunda ısrar etmek doğru değildir. Yaşamını ev işleriyle uğraşarak sürdüren, herhangi bir işyerinde ücretli olarak görev almayan kadınları tanımlayan sözcük “evkadını”dır. Belki incelik olsun diye bu yol izlenip “hanım” sözcüğünün yeğlenmesi doğru değildir. Çünkü böyle bir görev de (hanımlık da) tanım da yoktur. Unutmayalım; “ev hanımı” denecekse “ev beyi” de denebilmelidir. Böyle bir sözcüğümüz olmadığı açıktır.
Sevgi belirten sözcüklerin yazılışı ile ilgili merak edilen bir soruyu da sormak isteriz: Ayşeciğim, güzel Ayşem mi doğru yoksa kesme işareti kullanmalı mı?
Hayır, Sevgili Işıl; sevgi belirten sözcüklerde kesmeye gereksinim yoktur.
Sanırım konuyla ilgili çok sayıda örnek hem de kolaylıkla bulunabilir.
Hem de andığımız her örneği/ yanlışı her gün birçok gazetede yeniden görebiliriz.
Nedeni nedir bu tutumun/ yaygın yanlış kullanımların?
Edebiyattan, dolayısıyla hayattan uzak düşmektir derim öncelikle. Başka nedenler de anımsanabilir.
Sık düşülen başka yanlışları da anımsatmak ister misiniz?
Bence, bir metnin özenle mi yoksa dikkatsizce mi ele alındığını hemen ele veren kimi örnekler var. Bu ölçütlerle bakınca karşılaştığım metinlere hemen hiç yanılmadım o metnin ne olduğuna ilişkin kararımda.
Bunların başında kargaşa-karmaşa açmazı gelir. Bu iki kavramı hemen her kesimden (lise, üniversite mezunları; gazeteciler, yazarlar vb.) karıştıranlara rastladım.
Kargaşa, karışıklık-kaos demektir. Karmaşaysa kompleks.
Bir başkası süre ve süreç. Her iki kavram da bir zaman aralığına işaret eder. Ne ki “süreç”te bitiş tarihi belli değildir.
Bir başkası da yayımlamak sözcüğümüzdür. Bu eylemimizin “yayınlamak” diye yazılıp söylenmesi epey yaygın. Kestirmeden söyleyelim: Türkçemizde “yayınlamak” diye bir eylemimiz yok.
Peki, diyelim ki bu söyleşimizi “Yurdakul, T24’e özel konuştu” diyerek yayımlayacağız. Doğru mudur?
Sakın ola yapmayın böyle bir şey! Nedenine gelince:
“Sana özel, ona buna özel” durumu, hemen her reklamda kapımızı çalıyor. Reklamın dili öylesine etkili ki insanımız farkında olmadan günlük konuşmasının yüreğine buyur ediyor reklamlarda gözüne kulağına çalınanları. “Size özel, bilmem kimlere özel...” diye kurulan çatı Türkçenin ruhuna aykırıdır. Dilbilgisi kurallarına boğmayalım işi; Türkçemizde “...e özel” demeyiz; burada “özel” yerine kullanmamız gereken sözcük “has”tır/ Türkçesiyle söylersek “özgü”dür.
Öyleyse; “Yurdakul, T24 için konuştu”, “Yurdakul, T24’e konuştu” demeliyiz.
Bunları söze dökerken son yıllarda yaygınlaşan bir başka kullanım düştü aklıma: neredeyse herkes (okumuş-okumamış, işi yazmak olan insanlarımız bile) bir “atıyorum” tutturdu gidiyor. Söz arasında örnek verecek, örnekle sözüne güç katacak, varsayımlar üretecek... Geliyor bir “atıyorum”, kuruluyor sözün ortalık yerine...
Niye “atıyorum”/ “atıyoruz”?
Örneğin’in, sözgelimi’nin, sözgelişi’nin, örnekse’nin, hadi Arapçasını diyelim mesela’nın, misal’in suyu mu çıktı?
Bir anıyla bağlayalım sözü:
Kent tasarımcısı Ahmet Tuncay Karaçorlu, dil konulu bir konuşma yapıyor. Sorular bölümünde, ömründe dizelere de yerler açmış Sıtkı Salih Gör sordu:
— “Atıyorum” ne demek?
Tuncay, sanki soruyu önceden haber almış bir rahatlıkla yapıştırdı yanıtı:
— Örneğim sağlam değil, onun için kaldırıp “atıyorum” demek!
Bu kadar değil bildiğimce karıştırılanlar/ yanılgıya düşülenler! Hani sürdürsek birkaç ay konuşabiliriz bu konu üstüne, öyle değil mi?
Yazık ki öyle Sevgili Işıl.
Peki, neden düşüyoruz bu yanılgıya?
Dilimizi sevmiyoruz, dolayısıyla kendimizi... özenli/ dikkatli olmanın değerini/ önemini bilmiyoruz dahası öğrenmiyoruz. Geldiğimiz nokta da şu da söylenebilir; dilimizi bilmiyoruz.
Noktayı da bir anıyla koyalım isterseniz.
Yazar, öğrencilerle söyleşmek üzere çağrılmış. Sınıf öğretmeni, söze bir yerden başlansa iyi olur niyetinde. Gelgelelim konuğu da tanımıyor. Öğrencilerini susturduktan sonra konuğa dönüyor:
— Ne yazıyorsunuz?
Yazar, “ya sabır”ını kendine saklıyor, kısaca yanıtlıyor öğretmeni:
— Öykü!
Emniyet kemeri hak getire; basıyor gaza öğretmen:
— Evet, çocuklar; şair amcanıza sorun bakalım.
— ?!...
Son soru: Yazım’ın birçok alanında doğru bilgiye ulaşmak için başvuracağımız adres ne olmalı?
Öncelikle tutumumuzda tutarlı olmalıyız. Ne yapacağımıza, hangi kaynağı esas alacağımıza karar verdikten başka metnin her yerinde aynı tutumu sergilemeliyiz.
Doğru-yanlış ayrımına da kendi dil duyarlılığımızla (dilimizin sağlam mantığına yaslanarak) karar verebiliriz.
Kaynak sorulursa/ isteniyorsa Dil Derneğinin yayınlarına, Ali Püsküllüoğlu’nun büyük emek ürünü yapıtlarına (sözlük ve kılavuzlarına), Ömer Asım Aksoy başkanlığında hazırlanan Ana Yazım Kılavuzu’na güvenle başvurulabilir.