Dilipak: Ehliyet ve liyakat imandan önce gelir; dikkat gelen gideni aratabilir!

Dilipak: Ehliyet ve liyakat imandan önce gelir; dikkat gelen gideni aratabilir!

Yeni Akit yazarı Abdurrahman Dilipak, darbe girişimi soruşturması kapsamında 'FETÖ' ile ilişkilendirildiği için görevden alınan kamu görevlilerinden boşalan mevkilerle ilgili olarak "Önce ehliyet’e bakacağız. Tamam, ehliyet sahibi ise, sonra liyakata bakacağız. Dürüst mü bakacağız, değilse bilen adam daha tehlikeli olabilir" diye yazdı. Dilipak, "İşi ehline vereceğiz. Ehliyet ve liyakat imandan önce gelir. Bugünlerde birçok görevden almalar oluyor, hemen birileri o makamları kapmak için fırsat kolluyor. Dikkat: Gelen gideni aratabilir. Bir beladan kurtulalım derken yakamızı bir başka belaya kaptırmamak için çok dikkatli olmamız gerek" dedi. 

Dilipak'ın Yeni Akit gazetesinin bugünkü (15 Eylül 2016) nüshasında yayımlanan 'Hamil-i kart yakinimdir!' başlıklı yazısı şöyle:

Rüşvet ve torpil “kul hakkı” olarak toplumun iki afetidir.. İster soruları çalın, ister adamını bulup hakkı olmayan birini layık olmadığı yere tayin edin, aynı şeydir..

Bir hırsız bir bağdan bir üzüm çalarmış, rüşvet alan biri, bir salkım üzüm karşılığında bir bağı satarmış! “Devletin malı deniz, yemeyen domuz” diyenler “Domuzluk” yapıyorlar. Kendilerine yazık ediyorlar..

Rüşvet gibi torpil de bir hırsızlıktır. Sonuçta bir başkasının hakkını gasb ediyorsunuz.. O iş size hayır, mutluluk getirmez.. “Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste” denmiştir.. “Zulm ile abad olunmaz. Zulm ile abad olanın ahiri berbad olur”. Bir hırsız bir bağdan bir bostan çalarmış, rüşvet alan biri ise bir bostan karşılığı bir bağı satarmış. Eğer bu konuda bir hassasiyet olmazsa gün gelir, “Selam verdim, rüşvet değildir deyu almadılar” noktasına gelir..

İşi ehline vereceğiz. Ehliyet ve liyakat imandan önce gelir..

Bugünlerde birçok görevden almalar oluyor, hemen birileri o makamları kapmak için fırsat kolluyor. Dikkat: gelen gideni aratabilir.. Bir beladan kurtulalım derken yakamızı bir başka belaya kaptırmamak için çok dikkatli olmamız gerek..

Önce liyakat’a değil, ehliyet’e bakacağız. Tamam, ehliyet sahibi ise, sonraliyakata bakacağız.. Dürüst mü bakacağız, değilse bilen adam daha tehlikeli olabilir..

Dindar, mezhebdaş, tarikatdaş, ırk, kabile, arkadaş, ideolojik paydaşlık, hemşehricilik öncelikli tercih olmayacak. Adama iş bulmak değil, işe ehliyet ve liyakat sahibi adam bulacağız. Elbette insan olarak adama da haline münasib bir iş bulmasına yardımcı olabiliriz.. Öncelik belki olsa olsa eşitler arasında birinci olabilir..

Eskiden “Hamili kart yakinimdir” diye bir kartvizit yazarlardı.. Bu da torpil için işe yarardı.. Bir işe girmek için “adamını bulman” gerekirdi.. Birine kefil olurken dikkatli olmak gerek.. 

“Mallarınızı aranızda haksız ve uydurma yollara başvurarak yemeyin. Halkın parasını, haksız yere yemek amacıyla, bile bile memurlara / yöneticilere rüşvet vermeyin” anlamına gelen bir uyarı var Bakara 188’de. Hiçbir Müslümanın bunu görmezden gelme hakkı yok. Necm 24’deki şu uyarı bizim için ne anlama geliyor: “Acaba, insan her umduğuna ve canının her istediğine kavuşacak mıdır?”  Bir şey çıkarımıza hizmet ediyorsa biz o şeyi yapabilir miyiz? Nisa 29’daki uyarı ne anlama geliyor bizim için: “Ey inananlar! Birbirinizin malını haksız yollarla alıp yemeyin. Karşılıklı rıza ile yapılan ticaretle olursa başka. Haram yiyerek kendinizi mahvetmeyin.” Peki Ali İmran 161 için ne diyeceğiz: “Kim emanete hıyanet eder, kamu malından çalarsa, kıyamet günü çaldığı şey boynunda asılı olarak gelir. Sonra herkese kazandığının karşılığı tam olarak ödenir ve hiç kimse haksızlığa uğratılmaz.”(Âli İmran 161)

Ne diyordu Bakara 75’de Yaratan: “Kalpleri katılaşmış olanların bir kısmı, Allah’ın Kelâmını dinleyip kavradıktan / anladıktan sonra, bile bile onu çarpıtırlar / tahrif ederler.”

 “İnananlar, uyarılara rağmen sorumluluğu paylaşmaz, herkesin yararına birliği sağlamazsanız, geldiği zaman, sadece inkârcı zalimlere değil, tüm herkesi kapsayıp perişan edecek bir fitneden / felâketten sakının.”(Enfâl 25) Ya işte böyle, o zaman Araf 155’deki gibi “içimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden bizi helak eder misin Allahım” diye soracak fırsatımız da olmayacaktır. 

  “İnsanları, bilgisizce yanlış yollara yönlendirmek için, yalan uydurup, iftiralarını Allah’a yakıştırandan daha zalim kim olabilir? Allah şirk koşarak yanlış; kendi zararına iş yapan / zalim toplumu doğru yola iletmez.”(En’âm,144)

 “Biz, bir ülkeyi değişime / yıkıma uğratmak istediğimiz zaman / bir ülke kendisini yok olma aşamasına getirdiğinde; adil olmayan kişilerini / varlık ve güç sahibi önde gelenlerini / zevkine düşkün zenginlerini söz sahibi yaparız / o ülkenin yönetimine gelmesine izin veririz de, onlar, orada kötü işler yaparak hak yoldan çıkarlar / onlar eliyle oranın altını üstüne getirerek, verdiğimiz sözü gerçekleştiririz.”(İsrâ, 16)

Bakara 188’de  Kur’an’da şöyle buyurulur; “Aranızda birbirinizin mallarını haksız yere yemeyin. İnsanların mallarından bir kısmını bile bile günaha girerek yemek için onları hâkimlere (rüşvet olarak) vermeyin.”

Hz. Peygamber (s.a.v), Ebu Davud, Akdiye 4’de “Rüşvet alan da veren de cehennemdedir” der. Tirmizi Ahkam 9’da “Allah rüşveti verene, alana ve aracılık yapana lanet etmiştir” buyurur. Resûlüllah (s.a.v), memurun aldığı hediyenin rüşvet olacağını ifade sadedinde, Buhari Zekat, Müslim İmare’de “Sen annenin evinde otursaydın bu sana verilir miydi!” buyurulur.

Nehcul Belaga’da aktarıldığı şekli ile Hz. Ali’ye Efendimiz şöyle buyurdu: “Ey Ali! Bu kavim mallarıyla aldanacak, dinleriyle Rablerine minnet etmeye kalkışacak, rahmetini dileyecek, azabından emin olacak. Haramını yalancı şüpheler ve gaflete düşürücü isteklerle helal kılacaklar. Böylece içkiye nebiz (uzun zaman fermente edilmiş içecek), rüşvete hediye, faize alışveriş adını takarak helal sayacaklar.” (Allah korusun)

Hatırlayın, koca Osmanlı imparatorluğu nasıl yıkıldı. Osmanlı’nın çöküşü torpil ve rüşvetle liyakatsiz kişilere makam verilmesi sonucudur. Devrin padişahı 3. Mustafa bu durumu mısralarında şöyle dile getirir: “Yıkılıpdur bu cihân, sanma ki bizde düzele! / Devleti çarh-ı denî verdi kamu müptezele, / Şimdi ebvâb-ı sa’âdetde gezen hep hezele (Cahil cuhela, beceriksiz, ehliyetsiz – liyakatsiz kişiler) / İşimiz kaldı hemân merhamet-i Lem-Yezel’e.” 

Eğer birileri yemeye devam edecekse ne diyelim, Fikret’in dediği gibi: “Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin, / Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!” Cehennemin dibine kadar yolunuz var. Kimse Allah’ı ve Resulünü yalanlayarak kurtuluşa ermez.

İşi ehline, hak ve liyakat sahibine vereceğiz! Torpil, rüşvet yok! Hemşehricilik yok. Haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun mazlumdan yana zalime karşı olacağız, zalim babamız da olsa, mazlum düşmanımız da olsa. Bir kavme olan düşmanlığımız bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevk etmeyecek.. Dincilik, mezhepçilik, tarikatçılık, Kürtçülük, Türkçülük, Çerkezcilik, Gürcücülük, Arapçılık, Arnavutçuluk yok! Akraba kayırmacılığı yok. Fikri kavmiyyeti tel’in ediyor Peygamber. Tamam mı! Selâm ve dua ile..