Dilipak: İşbilmezler baş olunca olacağı budur

Dilipak: İşbilmezler baş olunca olacağı budur

Akit yazarı Abdurrahman Dilipak, hükümet, yerel yönetimler, dernekler ve şirketlerdevekaletle iş yapan bir sürü insan olduğunu söyledi. "Belirsizlik bir kambur gibi sırtlarına çökmüş" diyen Dilipak, bugünkü yazısında "Her yerde çok fazla personel var. İşlerin yetişmemesi belki de bu personel çokluğundandır. İşbilmezler baş olup, işi bilenlerin inisiyatif kullanmasına izin verilmeyince olacağı budur" diye yazdı.

"Yukarıya akılsız birini getirirseniz, altında kendinden akıllı birini istemez. İşte sistem o zaman kilitlenir..." tespitini yapan Dilipak'ın "Demir tavında dövülür" başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:

Siyaset ve bürokrasi konusu son derece çetrefilli bir iştir..

İronik bir anlatımla, günümüzde “politikacı” denilen kişi tam bir fenomendir. Yani gözlemle değil, onun nasıl biri olduğunu sezgilerinizle anlayabilirsiniz. Pragmatizmin, oportünizmin sınırlarına dayandığında bu böyle olur.

Bir şeyi zamanında yapmazsanız, geçen zamanı geri getiremezsiniz. Demir tavında dövülür. Üstünü örttüğünüz gerçekler uyumaz, gözden uzak büyümeye devam eder, gün gelir baş edemezsiniz.

Dün size yaklaşmak için her yolu deneyenler gün gelip sizden beklediklerini alamadıklarında ya da başka dostlar bulduklarında size dişlerini gösterirler.. Tehdit, şantaj, her şey mümkün.. Yeter ki açığınızı bulmasınlar. Kendi günahlarının faturasını da dünkü efendilerine çıkarmaya kalkarlar.

Bunlar sahtekârdır. Yalancıdırlar. Herkesi kandırdıklarını sanırken aslında Şeytan onları kandırmaktadır. Kandıranlar aynı zamanda kandırılanlardır.

Kim olursanız olun ve ne iş yaparsanız yapın, ehliyet ve liyakattan uzaklaşır, istişare ve şûra yapmaz, adaletten sapar, basit insanları yüceltir, değerli insanları aşağılarsanız, o zaman varacağınız yer leş kargalarına yem olmaktır..

Ne zaman kaybedersiniz biliyor musunuz, her teklifinizin hemen kabul edildiği zamanlar değil, birilerine görev verdiğinizde sizden görev konusunda insanlardan affınızı istediği zaman kaybettiğiniz andır.

Birini bir görevden alırken zorlanıyorsanız orada sorun vardır.

Birine bir makam verirken insanlar bu makama gelmekten çekiniyorlarsa sorun vardır. Çünkü birilerinin yediği haltın faturasını birileri ödemek istemeyebilir. Birilerinin pisliğini bir başkası temizlemek istemeyebilir.. Bir de zaten geç kalınmıştır ve başarısız olma endişesini taşıdığı, zarar etme ihtimali olan bir işe kim niye talip olsun ki!

Servet ve siyaset, makam ve şöhret bazan dua ile istenen belaya dönüşür.

Aslında bu gibi durumlarda kötü gidişi gören görür, görmek istemeyen görmez. Görmek istemeyenler görenleri suçlar. Onlar kendi körlüklerini bir tarafa bırakıp, insanların gözünde acı gerçekleri yaldızlı sözlerle ve imajlarla tersyüz ederek insanlara kabul ettirmeye çalışırlar.

Kötü gidişin asıl sorumlularının ilk yapacağı iş başlarındaki adamı kandırma, kötü gidişi gizleyerek her şeyin yolunda gittiğini ikna etmektir. Göstermelik haberler, iyi kurgulanmış sunumlar, törenler. “Ağu altın tas içre sunulur, bal da onun suç ortağıdır.”

Burada gerçeği görme sanatına biz “feraset” diyoruz. Aklı selim yanında, adil şahidlere akıl danışmak, itirazlarını dinlemek istişare ve şûra dediğimiz şey ferasetin altyapısını oluşturur.

Yüksek mevkileri dağıtırken dengeye dikkat etmek gerek. Siyasetçi ya da kamu adına karar veren kişiler ne yaptıkları kadar yaptıklarının toplum tarafından nasıl anlaşılacağı ve muhaliflerinin konuyu nasıl istismar edeceklerine dair bir hassasiyet göstermesi gerekir. Onun için “efradına cami, ağyarına mani” bir dil kullanılması gerekir.

Her eleştiriye karşı öfke dili kullananlar aslında kendi ufuklarını karartırlar. Makul eleştiri ile hakaret ve küfrü ayırt etmek gerek.

Herkes için sevgimiz nefretimizden, merhametimiz gazabımızdan büyük olmalı bizim.

Gönül almasını da bilmeliyiz, yanlış yapınca özür dilemesini de. “Kul hakkı” dediğiniz şeyde “helallik” için “özür beyanı” gerekir. Bu kim olursa olsun. “Ben yaptım oldu” olmaz!

Yüksek mevkilere talip olan çoksa, vay o makamı yönetenlerin haline. Kimse o makama kolay kolay birinin gelemeyeceğini bilmesi gerekir. Herkes kendini o makama layık görüyor ve talepkâr oluyorsa, demek ki, o makam laçkalaşmıştır. 

Eğer birisini görevden almak konusunda sorun yaşıyorsanız, yine sorun var demektir. Makamına yapışan biri arkasındaki pislikten ve hesap sorulmasından ya da elde ettiği haksız menfaatten mahrum olmaktan, kurduğu tezgahın, çarkın çökmesinden korkuyor olabilir.

Namuslu adam, daha uygun biri geldiğinde biri söylemeden yerine o kişiyi teklif etme erdemini gösterebilmelidir. Ya da bir görev değişikliği sözkonusu olduğunda kamu sorumluluğu gibi ağır bir vebalden kurtulmak adına bundan memnuniyet duyan kişi namuslu kişidir. 

Hz. Ömer, Halid b. Velid’i niye görevden almıştı biliyor musunuz? Her savaştan zaferle geldiği ve çok başarılı olduğu için insanlar, Halid’in komuta ettiği her savaşta, neredeyse zaferin Allah’tan olduğunu unutup, Halid’den geldiğini düşünmeye başladıkları için Hz. Ömer, Halid b. Velid’i azletti.

Zafer kişilerle mukayyed değildir.

Acele işe Şeytan karışır. Geç kaldığınızda ise geçen zamanı geri getiremezsiniz. Zamanla kayıtlı fırsatlar zamanla birlikte geçer gider.

Bugün bizler Türkiye’de kamu ya da özel olsun, hem geç kalıyor ve geç kaldığımız için de acele ediyoruz. Onun içinde bir konuda iki yanlış yapıyoruz.

Merkezi hükümet, yerel yönetimler, dernekler, şirketler nereye bakarsanız bakın, vekaletle iş yapan bir sürü insan var. Belirsizlik bir kambur gibi sırtlarına çökmüş. Her yerde çok fazla personel var. İşlerin yetişmemesi belki de bu personel çokluğundandır. İşbilmezler baş olup, işi bilenlerin inisiyatif kullanmasına izin verilmeyince olacağı budur. Kimse sorumluluk üstlenmek istemeyince hiçbir iş ilerlemez. Yukarıya akılsız birini getirirseniz, altında kendinden akıllı birini istemez. İşte sistem o zaman kilitlenir..

Aile şirketlerinde ahmak oğlan ve iş bilen müdür arasında da benzer çatışma vardır. Bu kavgadan hain ve münafıklar, yalancılar ve hırsızlar kârlı çıkar. Bu her yerde böyledir.

Seçmen siyasetçinin veli-i nimetidir! Sadece ona anlatmak değil, onu da dinlemek gerekir. Siyaset monolog şekilde değil, diyalog şeklinde olur.

Şirketlerde ihtilaf, çok kâr ederken ve zarar etmeye başlayınca çıkar. Birileri kârı kendi çabasının sonucu olarak görür, zarar başkasının ihmalinin sonucudur onlara göre. Birlikte çalışmayı öğrenmek zorundayız. Ama beceremiyoruz. Sadece camide saflarımızı sık ve doğru tutmak yetmiyor. O disiplini caminin dışına taşıyamıyoruz.

Bilmem derdimi anlatabildim mi? “Dili yok kalbimin ondan ne kadar bizarım”. 

Selâm ve dua ile.