Akit yazarı Abdurrahman Dilipak, “Kadına şiddete hayır” ifadesinin ayrımcı olduğunu iddia ederek “Bu ifadede her türlü şiddeti olumsuzlayan bir özellik var. Pasifist bir bakış açısı söz konusu. Haksızlıklara karşı durma, direnme ruhu sanki zarar görüyor bu ifadeden” dedi. “Kadına şiddete hayır” ifadesinin erkeği suçladığını ileri süren Dilipak, “Bir kadın-erkek ayırımcılığı yok mu bu ifadede” sorusunu sordu.
Abdurrahman Dilipak’ın Yeni Akit’te “Kadına şiddete hayır” başlığıyla yayımlanan (5 Aralık 2015) yazısı şöyle:
Bazı sözler kulağa hoş geliyor, ama sanırım kibridi gözümüze çok yaklaştırınca, arkasında kocaman bir ormanı kaybediyoruz bazen.
“Kadına şiddete hayır” da böyle. Kadına şiddete hayır da başkalarına evet mi? Mefhumu muhalifinden böyle de bir anlam çıkıyor. Bir de burada erkeği suçlayan bir şuuraltı söz konusu değil mi.. Bir kadın-erkek ayırımcılığı yok mu bu ifadede..
Bu tür ifadelerin “efradına cami, ağyarına mani” olması gerekir.. Bir de bu ifadede her türlü şiddeti olumsuzlayan bir özellik var. Pasifist bir bakış açısı söz konusu. Haksızlıklara karşı durma, direnme ruhu sanki zarar görüyor bu ifadeden.
Biz insanız. Haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, haklıdan yana, haksıza karşı olmak daha anlamlı değil mi mesela. Haksız babamız da olsa, mazlum düşmanımız da olsa. Kadın-erkek, kim kime zulmediyor ve farkeder, istatistikler sadece konjonktürel önceliği belirler o kadar. Gelin kaynanaya, kaynana geline az mı zulmediyor..
“Şiddet” yerine “zulüm”den “adalet”ten, “merhamet”ten söz etsek mesela.
Tamam dövmedin, köye gönderdin, bakabilecekken huzurevine kapattın, yüzüne gülmüyorsun, dedesinden, ninesinden torununu çaldın, bu da zulüm değil mi? Bakın huzurevinde huzur, anaokulunda ana yok. Çocuklarını anaokullarına kapatanları, o çocuklar büyüyünce huzurevine gönderecekler, haberiniz olsun..
Engelli olmasa da muhtaç olana yardım anlayışını geliştirmek daha doğru bir yaklaşım değil mi? Elbette kadına, anneye, engelliye, yaşlıya hürmet göstereceğiz.
Bakın, bir evde yaşlı ve bebek sesi duyulmuyorsa, orada insanlar sabır, merhamet, şefkati dizi filmlerden ya da okuyarak dinleyerek öğrenemez. Bakın, affedenler affedilecekler, merhamet edenlere merhamet edilecek.. Anne-babasına “üf” diyenlerin vay haline..
Kadın-erkek çatışması var da, ailelerde çocukların kendi aralarında ve aile içinde çatışma yok mu? Bunların hepsi ile tek tek uğraşmak yerine, sorunu tek bir başlık altında toplamamız daha doğru bir tercih olmaz mı?
Yeni bir Kadın ve Aileden Sorumlu Bakanımız var. Bana kalırsa basın da, STK’lar da, bakanlık da bu konuda sorunlu bir dil kullanıyor. Tamam iyi niyetleri var, ama tek başına iyi niyet sorunları çözmeye yetmiyor. Cehennemin yolları iyi niyet taşları ile döşelidir. Aile, bireyle toplum arasındaki en hassas bağlantı noktasıdır ve aile toplumun kozmik odasıdır. Burada siyaset ve bürokrasi mücadele ederken çok ihtiyatlı olmalı. İşe polis ve mahkeme karışınca geri dönüş zor oluyor. Bu konuda bu müdahaleler hiç olmasın değil elbette. Durumun vahameti ortada. Bir denge ve ihtiyaç payı da önemli. Aile mahremiyeti böylesine medya ve toplum tarafından faş edilince, kaş yapalım derken göz çıkartılabiliyor.
Şiddet hukuki ve zaruri ise gereklidir. Aksi halde diktatörlerin, zalimlerin, mafyanın oyuncağı olursunuz. Kör bir şiddet ise herkes için tehdittir. Nefsi müdafaa yapacak gücümüz ve cesaretimiz olacak.. Elbette hukukilik ve ahlakilik ilkesi her zaman ana belirleyici olacaktır. Haksızlıklar karşısında susanlar dilsiz şeytanlardır. Birileri dostluğumuza güvenmeli, adaletimize inanmalı, öfkemizden de sakınmalıdır. Mazlumlara karşı merhametli, zalimlere karşı celadet ve cesaret sahibi olmalıyız. Zalimler karşısında tevazu zillettir. Müstekbirler karşısında aynı şekilde, anlayacakları dilden bir cevap sadakadır.
Önce insan. Her şeyden önce hak ve adalet duygusu.. Şefkat ve merhamet, affedici olmak önemli değil mi? Daha sabırlı olmak, daha düşünceli ve incelik sahibi daha düşünceli. O zaman sanırım daha iyi ve daha güzel bir dünyaya doğru yelken açarız. Yoksa altı ay bir güz gideriz de bir arpa boyu bile yol almayız. Elimiz ayağımız boş olmaz, tuttuğumuz iş olmaz. Bir şeyler yapıyormuş gibi gözükmek kendimizi kandırmaktan başka bir işe yaramaz.
Bir de gün düzenlemeyelim demiyorum ama, sadece gün düzenleyerek de bu iş olmaz.. İbadetin çok olanı değil, sürekli olanı makbuldür.
Kim ne yaparsa kendisi için yapacaktır. Bu dünya etme bulma dünyasıdır. Rüzgâr ekenler, fırtına biçecektir. Biz güzel şeyler yapalım ve güzellik bulalım.
Bu arada; bilmem biliyor musunuz, ben Marfanım ve engelli sayılıyorum, hatta “Türkiye’nin meşhur engellileri” isimli bir doktorun yazdığı kitapta da benden de söz edilir. Her insan potansiyel bir engellidir.