'Din, devlet politikalarının tespitine karışmazsa barış sağlanamaz'

Zaman gazetesi yazarı Ali Bulaç

Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla toplanan Demokratik İslam Kongresi’nin konuşmacılarından biri olan Zaman gazetesi yazarı Ali Bulaç, bugünkü köşe yazısında kongreye dair izlenimlerini aktardı. Bulaç, kongrede konuşmacıların hem manevi olanı beslemesi hem de toplumsal örf ve gelenekleri içerdiği gerekçesiyle  “kültürel İslam” vurgusu yapmasına ilişkin, “Dinin salt iktidar veya devletle özdeşleştirilmesi tabii ki yanlış ama din siyaset, yönetim ve kamu politikalarının tespiti işine karışmayacaksa hedeflenen adalet, hakkaniyet, barış ve istikrar sağlanamaz” eleştirisinde bulundu.

Öcalan’ın kongreye ilişkin mektubunu “2013 Nevruz’unda Diyarbakır’da okunan mektubunun bir teyidi ve devamı” olarak yorumlayan Ali Bulaç’ın “Demokratik İslam Kongresi”  başlığıyla yayımlanan (12 Mayıs 2014) yazısı şöyle: 

Türkiye, Suriye, Irak ve İran’dan çok sayıda âlim, yazar ve fikir adamının katıldığı ‘Demokratik İslam Kongresi’, Diyarbakır’da yapıldı.

Benim de “Yeni Bir Ortadoğu İçin Medine Sözleşmesi” başlığı altında tebliğ sunduğum kongrede -birinci gün için söylüyorum- konuşmaların üzerinde yoğunlaştığı iki ana temadan biri Kürtlerin her dört bölgede ulus devlet yapıları tarafından gördükleri ağır mağduriyetlerin dile getirilmesi; diğeri bölgenin yeniden şekillenmesinde İslam dininin oynayacağı belirleyici rolün  kuvvetle vurgulanmasıydı.

Konuşmacılar şunu vurguladı: Din bölge halklarını barış ve adaletle bir arada tutabilecek sosyo-politik projelere kaynak olacaksa, “din anlayışı”nın yeni yorumlara ve tanıma ihtiyacı var. Mevcut durumda din ulus devletler ve iktidarlar tarafından istismar edilmekte; ezilen kitleler, yoksullar ve zayıflar aleyhinde kullanılmaktadır. Her iki şikâyet konusu da yerinde.

Kongre’nin Hazırlık Komitesi’nin sunduğu 10 sahifelik metin, genel hatlarıyla sağlamdı. Eleştiriye açık hususlar yok değil, ancak “İslam’a bakışı”, “din-siyaset ilişkisi” ve yeni dönemde İslam dininin hem barış içinde bir arada yaşamaya sağlayacağı katkı ile hem yeni sorunların çözümünde teklif ettiği yöntem açısından doğru bir perspektifi yansıtıyor. Kişisel olarak sol-Marxist gelenekten gelen bir hareketin İslam’a ve Ortadoğu halklarına bakışı beni şaşırttı. Belli ki metni hazırlayanlar hem İslamî dile hem siyasetin diline hakimdirler. İmralı’dan Abdullah Öcalan’ın gönderdiği mesaj da Hazırlık Komitesi’nin metniyle aynı muhtevada idi, 2013 Nevruz’unda Diyarbakır’da okunan mektubunun bir teyidi ve devamı gibiydi.

“Demokratik” kelimesinin İslam’la bir arada zikredilmesine metin yazarları Allah’ın, zatını isim ve sıfatlarla tanıttığını delil göstererek, bugün için Müslümanların en çok demokratik katılım ve müzakereye ihtiyaçları olduğundan sıfat olarak “demokrasi”nin İslam’ın başına getirilebileceğini öne sürmektedirler. Bir yandan sorunların çözümünde İslamiyet’i, özellikle Medine Sözleşmesi’ni referans gösterirlerken, öte yandan İslam’ın asla “iktidar ve devletle özdeşleştirilemeyeceği”ni söylüyorlar. Onlara göre “kültürel İslam” öne çıkmalı, çünkü kültür hem manevî olanı besler hem toplumsal örf ve gelenekleri içerir. Dinin salt iktidar veya devletle özdeşleştirilmesi tabii ki yanlış ama din siyaset, yönetim ve kamu politikalarının tespiti işine karışmayacaksa hedeflenen adalet, hakkaniyet, barış ve istikrar sağlanamaz. Burada metin yazarlarının zihninde konunun ya yeterince netleşmediğini gösteriyor veya “Şimdi Kürt siyaseti iktidarı ve devleti dine mi endeksliyor?” türünden gelecek muhtemel itirazlara, özellikle Kürt siyaseti içinde kuvvetli sol-Marxist ve laik kesimlere karşı paratoner cümleler kullanmayı lüzumlu buluyor. Zamirde olanı Allah bilir, zahirdeki sorunlu bakış budur.

Konuşmacıların neredeyse tamamı Medine Sözleşmesi’ne atıfta bulundular. Diğer İslamî gruplar, akım ve hareket temsilcileri Kongre’ye katılmadılar. Benim katılmam tabii ki çeşitli eleştirilere yol açtı. Ancak ben Kürt siyasetinin yeni bir aşamaya girdiğini, din ve İslam’a ilişkin eski bakış açısını değiştirmek durumunda kaldığını gözlemleyebiliyorum. Sebebi açık;

a) Ortadoğu’da dinin belirleyici faktör olarak ele alınmadığı hiçbir sosyo-politik sorun çözülemez;

b) Kürt halkının ezici çoğunluğu dindardır, mazbut hayat yaşar. Tarihte Kürtleri var eden, büyük Kürt İslam âlimleridir;

c) Bölgede laik, milliyetçi rejimler Kürtlerin haklarını ihlal ederlerken dini istismar etmişler, zulümlerine “dinî kılıf” giydirmişler. Kürt siyasî hareketi bundan yeterince ders çıkarmış görünmektedir;

d) Soruna silahlı mücadele dışında sağlam politik çözüm bulmalı, “çözüm süreci” bunu adeta dayatıyor;

e) Farklı dinleri, mezhepleri ve etnik gruplarıyla Ortadoğu’nun tamamını içine alacak, ulus devlet ve milliyetçiliği aşacak yegane çözüm İslam dininde bulunmaktadır. Bunda “ne kadar samimidirler?” diye sorulacaksa, Ortadoğu’daki rejimlerin ve bilumum siyasî ve dinî grupların samimiyetlerine bakıp bu soruya cevap bulmak lazım.

Yeni Ortadoğu için Medine Sözleşmesi en doğru referanstır. Ben Helsinki’de, Moskova’da Stalin’in meclise hitap ettiği kürsüden Medine Sözleşmesi’ni anlatmayı görev bildiğim gibi Diyarbakır’da da anlatmayı görev bildim.