Dink Ailesi'nin avukatı: Taleplerimiz büyük ölçüde iddianameye yansıdı, savcılık kasten öldürmeyi esas aldı

Dink Ailesi'nin avukatı: Taleplerimiz büyük ölçüde iddianameye yansıdı, savcılık kasten öldürmeyi esas aldı

Hrant Dink Cinayeti Davası’nda kamu görevlilerin sorumluluklarına ilişkin iddianame tamamlandı ve mahkemeye ulaştı. Cinayete giden süreci ve iddianameyi değerlendiren Dink Ailesi avukatlarından Hakan Bakırcıoğlu, iddianamenin oldukça önemli olduğunu söyledi. “Kasıtlı olarak cinayetin önüne geçmediler” diyen Bakırcıoğlu, “Taleplerimiz büyük ölçüde bu iddianameye yansıdı. Savcılık makamı kasten öldürmeyi esas alarak iddianameyi düzenledi” diye konuştu. İddianamenin 2007’den bu yana beyan ettikleri hususları doğruladığını söyleyen Bakırcıoğlu, “Bu iddianameyle Kamu görevlilerinin çok ciddi bir kısmı hakkında kasten öldürmeden yahut kasten öldürmenin hareketsiz kalınarak işlenmesi suçundan iddianame düzenlenmiştir” dedi.

Bakırcıoğlu, “Talep ettiğimiz birçok kişi iddianame kapsamına dahil edilmemesine rağmen iddianame bizim için çok önemlidir” ifadesini kullandı.

Açık Radyo’da yayınlanan Radyo Agos programı için Agos Gazetesi Genel Yayın yönetmeni Yetvart Danzikyan’a konuşan Bakırcıoğlu’nun söyleşisi şöyle: 

Önemli bir gelişme yaşandı, haftalardır iddianame artık başsavcılık engelini aştı ve mahkemeye ulaştı. Öncelikle bu iddianamenin öneminden başlayalım. Siz genel olarak bu iddianameyi nasıl buldunuz?

Bu cinayeti icra ve organize eden örgütün üst yapılanması ve bunların bağlantıları ortaya çıkartılamamıştı. Bu cinayete iştirak eden kamu görevlileri yargılanmadı. 2007 yılından beri biz bunu söylemekteydik. Çünkü kamu görevlileri cinayetten çok önce cinayetin işleneceği bilgisine somut olarak sahip oldukları halde bu cinayetin önlemek için harekete geçmemişlerdi. Buna dair evraklar da elimizde mevcuttu. 17 Şubat 2006 tarihi itibariyle, Trabzon İl Emniyet Müdürlüğü görevlileri, İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü görevlileri ve Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı görevlilerinin, Hrant Dink’in öldürüleceği bilgisine sahip oldukları evraklar ile sabitti. Trabzon İl Jandarma Komutanlığı görevlileri Temmuz 2006’da, yani cinayetten 7,5 ay önce Hrant Dink’in öldürüleceği bilgisine sahipti ve bu kurum görevlilerinden hiçbiri bu cinayetin önüne geçmek için harekete geçmemişlerdi. İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü görevlileri ve İstanbul Valilik görevlileri koruma tedbiriyle yükümlülerdi; hem Hrant Dink’e dönük tehdit atmosferinden haberdar olmaları hem de Hrant Dink’e dönük eylem yapılacağına bilgisine sahip kurumlar olarak koruma tedbiri almadılar. Trabzon İl Emniyet Müdürlüğü görevlileriyle, Trabzon İl Jandarma Komutanlığı görevlileri cinayet işleneceğine bilgisine sahip olmalarına rağmen cinayeti tasarlayan örgüte dönük operasyon yapmamışlardı. Emniyet Genel Müdürlüğü ve İstihbarat Daire Başkanlığı görevlileri ise hem Hrant Dink’e koruma tedbiri alınması hem de örgüte operasyon yapılma sürecini organize etmemişlerdi. Bu kurumdaki hangi görevlinin bilgi sahibi olduğu da açıkça ortadaydı fakat 2007’den bugüne kadar bu şahıslar hakkında iddianame düzenlenmesi mümkün olmadı. Tek iddianame Trabzon İl Jandarma Komutanlığı görevlileri hakkında hazırlandı. Ama orada bizim beyanımız ve talebimizin aksine Türk Ceza Kanunu’nun 83. maddesinden değil, yani kasten öldürmenin hareketsiz kalınarak işlenme suçundan değil de, görevi ihmal suçlamasıyla açıldı ve o çerçevede tutuldu. Dolayısıyla bu iddianame oldukça önemli bir iddianamedir. 2007’den bu yana beyan ettiğimiz hususları doğrulamıştır ve kamu görevlilerinin çok ciddi bir kısmı hakkında kasten öldürmeden yahut kasten öldürmenin hareketsiz kalınarak işlenmesi suçundan iddianame düzenlenmiştir. Bu anlam ile çok önemlidir, hakkında dava açılmasını talep ettiğimiz tüm kamu görevlilerini içermemesine rağmen iddianame bizim için çok önemlidir.

 

Kimler yok iddianamede?

İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü’nün bir kısım görevlileri yok. Yalnızca İstanbul İstihbarat Şube Müdürü sıfatıyla Ahmet İlhan Güler ve İstanbul İl Emniyet Müdürü sıfatıyla Celalettin Cerrah var. Ancak yine bizim dava açılmasını talep ettiğimiz birçok kişi iddianame kapsamına dahil edilmedi. İstanbul Vali Yardımcısı hakkında iddianame düzenlenmesi talebimiz oldu, Hrant Dink’i Valiliğe çağıran ve MİT görevlileri ile görüşmeyi organize eden şahıs olarak iddianame dışında kalmıştır. Aslında bunun sorumluluğu, 2004’te görüşmeyi yapan kişi ama aynı zamanda cinayet işlendiği tarihte bu görevini devam ettiren kişi. Dolayısıyla Hrant Dink’e dönük tüm gelişmelerden doğrudan haberdar olan birisi bu. Aynı zamanda, terörle mücadele ve azınlıklardan sorumlu olması dolayısıyla korunma tedbiri alınması noktasında Valilik görevlisi olarak ciddi bir sorumluluk sahibi olduğu gerçeği var. Harekete geçmesi gereken bir kişiydi. Yine bununla beraber iddianamede yer almayan bir başka isim Özer Yılmaz. Dönemin İstanbul MİT Bölge Başkan Yardımcısı ve 2004’teki görüşmeye katılan kişidir. Ama cinayet işlendiği tarihte de bu görevini sürdüren birisidir. Aynı zamanda Hrant Dink’e ve Ermeni toplumuna dönük tehditlerin konuşulduğu ve değerlendirildiği toplantılara da katılan birisidir. Dolayısıyla da 2004’te görüşmeyi yapan ve Hrant Dink’e yönelik tehditleri doğrudan bilen ve 2007’de görevinin başında olması hasebiyle de dava açılması gereken birisidir. Halbuki bu şahıslar son iddianame kapsamına dahil edilmemiştir.

 

Bazı sanıkları TCK 82. madde, bazılarını da 83. madde altında gruplayabiliriz sanırım. Ramazan Akyürek, Ali Fuat Yılmazer ve Coşkun Çakar, 82. maddeden yani cinayetin ortağı gibi suçlanmakta, bunun dışında 82. maddeden suçlanan var mı?

Trabzon İl Emniyet görevlilerin bir kısmı 82. maddeden suçlanmakta, bunun haricinde yine İstihbarat Daire Başkanlığı görevlilerinin bir kısmı da buradan suçlanıyor. Dolayısıyla ağırlıklı olarak birçok şüpheli hakkında 82. madde işletildi. 82. maddeden yargılanmakta olan bu şahıslar içinde öngörülen ceza, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıdır. Üç şahıs hakkında ise 83. maddeden dava açıldı; bunlardan biri Engin Dinç, dönemin Trabzon Emniyet İstihbarat Şube Müdürü. Yine dönemin İstanbul İl Emniyet İstihbarat Şube Müdürü olan Ahmet İlhan Güler ve yine dönemin Trabzon İl Emniyet Müdürü olan Reşat Altay, onun da üst sınır cezası 25 yıl hapis cezasıdır.

 

Avukatlar olarak bu cinayete dair kamu görevlilerinin içinde olduğunu düşündüğünüz suçlamaların veya paylarının bu iddianameye yansıdığını düşünüyor musunuz? Taleplerinizin iddianameye yansıdığını düşünüyor musunuz?

Büyük ölçüde yansıdı çünkü biz bu insanların sadece görevlerini kötüye kullandığı veya ihmalle sınırlı olmadığını, bu cinayete iştirak ettiklerini söylemekteydik. Dolayısıyla savcılık makamı kasten öldürmeyi esas alarak bir iddianameyi düzenledi, dönemin İstihbarat Daire Başkanı ve dönemin İl Emniyet Müdürü ayrı olmak üzere, onlara çünkü görevlerini ihmal ettiklerini dair suçlamalar yöneltildi, diğer şüpheliler hakkında kasten öldürmeyi esas alarak bir iddianame düzenledi. O anlamıyla da bizim suçlamalarımıza denk bir suçlamaydı, o sebeple de taleplerimizi karşıladı bu iddianame.

 

İddianamede “C-5 şubede örgütlü bir yapı vardı, bunlar Fethullah Gülen’e bağlı bir yapıydı ve bu yapı cinayetleri araç olarak kullandı” gibi bir argüman var. Deniyor ki, bu cinayet daha sonraki Ergenekon ve Balyoz gibi operasyonları yapabilmeleri için araç olarak kullanıldı. Sence de cinayeti sadece böyle mi anlamalıyız yoksa daha büyük bir sorumluluktan mı bahsetmek gerekir?

İki temel talebimiz vardı: İştirak eden kamu görevlileri yargılansın ve icra eden örgüt açığa çıkartılsın. Savcılık icra ve organize örgüte dönük soruşturmayı ayırdı. O soruşturma henüz tamamlanmış değil ama devam edecek tabii. Yani bunun haricinde hâlâ açık olan bir soruşturma var. Toplanan bilgiler somutlaştırıldığında bir iddianame daha düzenlenecek. Eğer o gün bu bilgiler somutlaştırılırsa aslında bu cinayeti icra ve organize eden örgütü bulmuş olacağız ve bu örgütün yargılanmasına başlanacak. O kısım henüz sonuçlanmış değil.

 

Hrant Dink’in öldürülmesine giden süreç 2004’te başlamıştı; tehdit edilmesi ve sonrasında gelen duruşmalar, mahkûm edilmesi, duruşmalarda saldırıya uğraması, Agos’un önündeki gösteriler… Söylediğiniz soruşturma bunları da açığa kavuşturacak bir soruşturma mı olacak? Yoksa devlet içindeki başka yapılanmalar ile ilgili bir soruşturma mı olur?

Örgüte dair bazı bilgilere ulaşıldı ama somutta hangi bilgilere ulaşıldığını şu an konuşmak istemem; derinleştirilmesi ve nihayete erdirilmesi lazım. Ancak o zaman ortaya çıkan yapı nasıl bir yapıdır ancak soruşturma tamamlandığı zaman tam olarak görme olanağına sahip olacağız. İddianamenin teorisi mevzusunda müdahil taraf olarak biz, bu cinayetten haberdar olan kamu görevlilerinin kasıtlı olarak bu cinayetin önüne geçmediğini yıllardan beri söylemekteydik, halen de bunu söylüyoruz. Saik nasıl oluştu? Buradaki saik nedir, savcılık bir saik koydu ortaya ama deliller toplanacak, yargılamalar yapılacak, yeniden beyanlar alınacak ve bütün bunlar toparlandıktan sonra bizim de saike dönük müdahil taraf olarak beyanlarımız olacak. Bütün bu yargılama süreçlerini ve delillerin toplanmasını beklemek lazım ancak bunlar tamamlandıktan sonra biz de saik konusunda daha derli toplu olarak söz söyleyebilir duruma geleceğiz.

 

Sonuçta zaten bu bir iddianame, adı üzerinde. Mahkemede görülüp karara bağlandığı zaman bu iş böyledir denebilecek duruma geleceğiz...

Evet ama şu sabittir; bugün hakkında iddianame düzenlenenlerin tamamı cinayetten haberdardırlar, tamamı cinayeti önlemek ile yükümlüdürler ve kasıtlı olarak cinayetin önüne geçmemişlerdir. Bu tartışma dışıdır. Ama tüm diğer mevzuları ancak yargılanmanın devamı sırasında toplanan delillere bakarak söyleyebileceğiz.

 

Engin Dinç konusuna tekrar dönmek istiyorum çünkü mevcut İstihbarat Daire Başkanı olduğu için önemli olduğunu düşünüyorum. Diğer birçok sanık artık görevde olmayan insanlar, bir kısmı tutuklu, bir kısmı kızak görevlerde. İddianameye baktığımız zaman Engin Dinç’in ilginç bir şekilde suçlandığını görüyoruz. Müdahale edebilirdi, biliyordu her şeyi ancak müdahale etmedi, deniyor. Bir de şu kısmı ilginç, Ahmet İlhan Güler ile bir telefon görüşmesi yaptığını söylemiş. O telefon görüşmesinde “Yasin Hayal kararlı, vuracak” dediğini söylemiş. Ahmet İlhan Güler ise “Yok bana böyle bir telefon gelmedi” diyor. “Zaten kendi gönderdiği evrak da böyle bir evrak değil, hayatın akışına uymuyor, telefonda söylediklerini evraka da koyması gerekirdi” diyor.  Savcılık da Engin Dinç’i inandırıcı bulmuyor. Bu konuda ne söyleyebilirsiniz?

Evet, bir telefon görüşmesi yaptığı iddiası vardı. Buna ilişkin telefon irtibatlarına bakılıyor. Bu konuda somut bir sonuca varılamadı henüz. Dolayısıyla da iddianamedeki sav bunun üzerinden oluşturuldu.17 Şubat 2006’da Engin Dinç tarafından İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü’ne “McDonalds’i bombalayan, 6 kişiyi yaralayan ve radikal fikirleri olan Yasin Hayal’in Hrant Dink’i öldürmeyi tasarladığını, daha doğrusu Hrant Dink’e dönüp eylem yapmayı tasarladığını, bu eylemi yapabilecek yapıda olduğunu ve Ermenilere karşı büyük bir kin beslediğini” bildiren bir yazı göndermişti. Bu yazı elbette önemlidir fakat İstihbarat Şube Müdürü olarak yalnızca bu yazıyı İstihbarat Daire Başkanlığı ve İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü’ne ileterek sorumluluğu bertaraf edebilir durumda değil Engin Dinç. 17 Şubat 2006’dan sonra cinayetin nasıl işleneceği, cinayeti kimin işleyeceği, cinayeti işleyen kişinin olay yerinde mi kalacağı, propaganda mı yapacağı yoksa kaçmayı mı tercih edeceği gibi çok farklı bilgilerine ulaşılmasına rağmen bu bilgiler Trabzon İl Emniyet Müdürlüğü görevlileri dolayısıyla Engin Dinç tarafından kayıt altına alınmamıştır. Birincisi budur, ikincisi ise 17 Şubat 2006’da İstanbul Emniyeti’ne ve İstihbarat Daire Başkanlığı’na gönderilen bu bilgiler Trabzon Valisi’ne iletilmemiştir.  Başka bir kaynaktan bilgi sahibi olmuştur Trabzon İl Jandarma Komutanlığı görevlileri, ama yazıyla iletmesi gerekmekteydi. Eğer yazıyı iletmiş olsaydı Trabzon İl Jandarma Komutanlığı görevlileri elde ettikleri bilgiyi örtbas etme olanağına sahip olamazlardı, bu bilgiyi iletmemiştir. En nihayetinde de cinayeti işleme konusunda kararlılığı olan örgütü bildiği halde, bu örgüte dönük operasyon yapma yükümlülüğünü yerine getirmemiştir. Çünkü Emniyet Genel Müdürlüğü’nün operasyon yönetmeliği vardır, bu tür durumlarda bilgileri somutlaştırıp, derinleştirip çok kısa bir zamanda operasyon yapma yükümlülüğü olmasına rağmen bunları yerine getirmemiştir. Dolayısıyla da Ahmet İlhan Güler’i telefonla bilgilendirmemesine mevzusundan ziyade tüm bu sebeplerle aslında ciddi sorumluluk sahibi olan kişilerden bir tanesidir Engin Dinç. Zaten tutuklu olan Ercan Demir, Özkan Mumcu, Muhittin Zenit de Engin Dinç’in altında görev yapan kişilerdir. Bu kişilerin tutuklu ve haklarında 82. maddeden dava açıldığı bir noktada Engin Dinç hakkında iddianame düzenlenmemesi mümkün değildi.

 

Bu 17 Şubat 2006 tarihli rapor sanki bütün bu iddianamenin de ötesinde, bütün meselenin tam kilit noktası gibi geliyor bana. Bu doğru mu? İddianameye baktığım  zaman her şeyin 17 Şubat 2006’da yapılan o görüşme sonrasında düzenlenen rapora bağlandığını görüyorum...

Evet haklısınız. Dört evrak var Trabzon Emniyeti tarafından yaratılan ve birbiriyle bağlantılı olan. 13 Ekim 2005 tarihli ilk evrakta Yasin Hayal’in cezaevinden çıktığı, irtibatlar edindiği, radikal fikirlere sahip olduğu, Ermenilere karşı büyük bir kin beslediği ve sonraki eylemini de İstanbul’da yapmayı tasarladığı yazılıdır. 15 Şubat 2006 tarihli ikinci evrakta Ermenilere karşı büyük kin besleyen Yasin Hayal’in Hrant Dink’i öldüreceği ve bu eylemi yapabilecek kararlılıkta olduğu belirtilmiştir. 17 Şubat 2006 tarihli evrak, 15 şubat tarihli evrağa dayanarak oluşturulmuş ve İstanbul Emniyeti’ne gönderilmiştir. Bu 15 ve 17 Şubat tarihli evrakların ikisi de İstihbarat Daire Başkanlığı’na gönderilmiştir. Üçüncüsü, 8 Nisan 2006 tarihli evraktır, orada da Yasin Hayal’in, Hrant Dink’e eylem yapmayı tasarladığı bilgisi yer alır ve bu eylemi yapma konusundaki kararlılığı da görülür. Son evrak ise soruşturmanın esnasında ortaya çıkan bir evraktır. 12 Eylül 2006’da Trabzon İl Emniyet Müdürlüğü görevlilerinin, Erhan Tuncel ile yapılan bir görüşmesi vardır. Buna dair bir rapor hazırlamışlardır ve bu görüşmede elde edilen bilgilerin de F4 adını verdikleri haber raporuna aktarıldığı söylenmiş ve yazılmıştır. İçeriğin olduğu bu F4 raporu, imha edilmiş veya gizlenmiştir. Dolayısıyla birbiriyle bağlantılı dört tane evrak vardır fakat dediğiniz gibi 15 Şubat ve 17 Şubat tarihli evraklar bu işin Emniyet kısmı bakımından konunun merkezine oturan evraklardır.

 

O evraktan itibaren sadece Trabzon Emniyeti değil, bütün devlet yapısı Yasin Hayal adlı kişinin Hrant Dink’i ne pahasına olursa olsun öldürmeye niyetlendiğini biliyor. O yüzden ben o evrakı çok önemli buldum. İddianame diyor ki bu örgüt yapısı, Ergenekon ve Balyoz operasyonları için kendilerine bir ön açma ve bütün bir devleti ele geçirmek için beklettiler. Ancak görüyoruz ki burada aslında bütün bir devlet bunu biliyor. Sizce de öyle değil mi?

Tamamen öyle. Paralel devlet yapılanması denilen yapıyla ismi zikredilmeyen insanlar da bu bilgiye sahipler. Bunların hiçbiri cinayetin önüne geçmek üzere harekete geçmemişlerdir. Şimdi 17 Şubat 2006 ve 15 Şubat 2006 tarihli evraklar Emniyet bakımından kritik önemdedir. Ama bir o kadar önemli bir başka evrak da Trabzon İl Jandarma Komutanlığı’nca düzenlenen başka bir evraktır. Cinayetten sonra düzenlenmiş gibi görünmesine rağmen yargılama sırasında Temmuz 2006’da elde edilen bilgiler olduğu açığa çıktı. Bu evrakta Yasin Hayal’in Hrant Dink’i öldürme konusunda kararlı olduğu belirtilir. Yasin Hayal’in İstanbul’a geldiği ve Hrant Dink’in eviyle Agos ofisi etrafında keşif yapıp kroki hazırladığı belirtilir. O evrak tanzim edildiğinde henüz cinayette kullanılan silah ele geçmediği halde, cinayetin el yapımı silahla işlendiği de yazılıdır. Dolayısıyla da Trabzon İl Jandarma Komutanlığı görevlileri cinayet silahı konusunda dahi bilgi sahibidirler.

 

İddianamede Erhan Tuncel’in yardımcı istihbarat elemanı olarak bu yapı tarafından görevlendirildiği fakat cinayetten bir süre önce bu pozisyonunun kaldırıldığı ama bunun kendisine söylenmediği belirtiliyor. Böylece bu yapı Erhan Tuncel ile yaptıkları görüşmeleri raporlaştırmaktan kurtulmuş oldu iddiası söz konusu...

Evet, Trabzon İl Emniyet görevlileri cinayetin işleneceğin bilgisine sahiplerdi ve bu cinayetin işlenmesini istediler. Erhan Tuncel bu konuda bilgi aldıkları bir elemandı ancak bir noktada irtibatını kestiler, cinayetin gerçekleşmesinden birkaç ay önce irtibat kesildi fakat buna rağmen görüşmeler devam etti. Aslında bu cinayetin bütün bilgisine de sahiplerdi çünkü açığa çıkan bir belgede Yasin Hayal’in, Trabzon İl Emniyet Müdürlüğü görevlileri tarafından fiziken takip edildiği ortaya çıktı. Dolayısıyla Erhan Tuncel’den de bağımsız olarak zaten halihazırda bir çok bilgiye sahiplerdi. Ayrıca Erhan Tuncel’in tek muhbir olduğunu da düşünmüyorum. Erhan Tuncel bu cinayete ilişkin bilgi vermiş bir şahıs olabilir fakat süreç içerisinde Trabzon İl Emniyet Müdürlüğü görevlilerinin bu cinayetin işlenmesini istedikleri için bir noktadan sonra bu cinayeti organize eden kişilerden biri haline gelmiştir. Ama tabii Trabzon İl Emniyet Müdürlüğü görevlileri bu cinayetin işlenmesinin önüne geçme konusunda kararlı olsalardı, Erhan Tuncel’e rağmen bu cinayetin önüne geçerlerdi.

 

İstanbul Emniyeti ile İstanbul Valiliği de Hrant Dink’i koruyabilirlerdi çünkü cinayetin gerçekleşeceğinden haberdarlardı. MİT de bu olayı takip ediyordu. Herkesin işin içinde olduğunu bu vesileyle görmüş oluyoruz...

Ve Emniyet Genel Müdürlüğü Daire Başkanlığı da bilgisi dahilinde müdahale edebilirdi ama yapmadılar. Bu kurumların tamamı cinayette sorumluluk sahibidirler ve elbette dava açılmalıydı. İddianameyi değerli yapan da bu bütünsel sorumluluğu görmesi ve buna uygun hazırlanmış olmasıydı. Eğer Engin Dinç, Reşat Altay ve Ahmet İlhan Güler, Başsavcı vekilinin talebi üzerine bu iddianamenin dışına taşırılsaydı ve haklarında dava açılmasaydı, bizim tavrımız kendi içimizde bu hususu tartışmaya açmak olacaktı. Bu davaya müdahil olup olmamayı da çok ciddi olarak tartışarak ve kuvvetle muhtemel de müdahil olmayacaktık. Öyle bir tutum sergileme olasılığımız en güçlü olasılıktı ve bu noktaya kadar da varabilirdi. O zaman iç çatışmaların aracı haline getirilmiş bir iddianame karşımıza çıkardı ve biz bunun parçası olmazdık.

 

Bu noktaya gelmeyi, AKP ile Gülen Cemaati arasındaki savaşa borçluyuz galiba. Yani bu savaş olmasaydı buralara gelebilir miydik?

Ben hukuki çerçevede kalarak bu soruya şöyle cevap vereyim. Kamu görevlilerinin yargılanması noktasındaki dirençleri aşmamıza vesile olan dört karar var elimizde. İlki, AİHM’in 14 Eylül 2010 tarihli Dink-Türkiye kararıdır. Bu karar, çok açık bir dille bütün bu kurum görevlilerinin cinayetten sorumlu olduklarını tespit eder. Bu tespite rağmen yaptığımız suç duyuruları üzerine, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, İstanbul İl Emniyet görevlileri ve Ergun Güngör hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermişlerdi. Kovuşturma yeri olmadığı kararına yaptığımız itirazı Bakırköy 8. Ağır Ceza Mahkemesi 21 Mayıs 2014 tarihinde kabul etti. Çok kritik bir karardı bu; AİHM kararı dikkate alınarak “tüm bunlar etkin şekilde soruşturulmalıdır” denilmişti. Trabzon savcılığında olan, Trabzon İl Emniyet ve Jandarma komutanlığı görevlileri hakkındaki dosya, HSYK’ya gönderildi ve HSYK 1 Temmuz 2014 tarihinde “tüm bu görevlileri etkin şekilde soruşturun” şeklinde karar verdi. Yine biz Anayasa Mahkemesi’nde, İstanbul İl Emniyet görevlileri ve Ergun Güngör hakkındaki karara dönük itiraz başvurusunda bulunmuştuk. Anayasa Mahkemesi de 17 Temmuz 2014 tarihinde “tüm kamu görevlilerini AİHM kararını dikkate alarak soruşturun” diye karar verdi. Atanan savcıların bu konuda daha etkin soruşturma yapma tutumlarının yani sıra bu kararlar da çok ciddi etkili oldu. Bunların hepsi bir araya geldi ve bu sonuç çıktı.

 

"Bu karar gecikmeye neden olur"

 

İlginç bir gelişme oldu. İddianamenin gönderildiği İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi iddianameyi kabul etmiş ve davanın İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki ana dava ile birleştirilmesine karar vermişti. Ancak 5. Ağır Ceza bu talebi kabul etmedi. Nasıl değerlendirmek lazım?

İddianamenin 14. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilmesi, kamu görevlilerinin yargılanmasının olanaklı hale gelmesi için gereken son işlemdi ve bu işlem gerçekleşti. İddianamenin kabulüne yönelik gelişme iyi bir gelişme idi. 5. Ağır Ceza Mahkemesi ise birleştirme kararı için mahkemelerinden muvafakat alınmadığı, iki dava dosyasının birleştirilmesinin gerekli de olmadığı ayrıca ihtisas mahkemesi olması nedeni ile dosyalar birleştirilecek ise bunun 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde olması gerektiği gerekçeleri ile dava dosyasını 14. Ağır Ceza Mahkemesi’ne iade etti. Elbette 14. Ağır Ceza Mahkemesi  iade kararı ile ilgili bir karar verecektir. Bu konu ile ilgili karar alma süreçlerinin uzaması yahut bu konuda kararın Yargıtay 5. Ceza Dairesi tarafından karara bağlanmasının istenmesi, Dink cinayetine iştirak eden kamu görevlilerinin yargılanmalarına başlanmasını geciktirecektir.