Milliyet'ten Miraç Zeynep Özkartal, Şehir Tiyatroları'nın bu sezon açılışıyla birlikte sahnelenen 'Dinmeyen Alkışlar' adlı oyunu ele aldığı yazısında Cahide Sonku'nun başarılar ve trajedilerle dolu hayatı üzerine yazılmış oyunu eleştirel bir gözle ele alıyor.*** İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları, 1 Ekim’de perdelerini açtı. İlk oyun, Türk tiyatrosu ve sinemasının efsanevi ismi Cahide Sonku üzerine yazılmış olan “Dinmeyen Alkışlar”dı. Yükselişi ve düşüşü sonuna kadar yaşaması nedeniyle, Cahide Sonku’nun bir yazar için çok ilham verici olduğu muhakkak. Ancak onun üzerine yeniden bir oyun kurgulamak için bu yaşantıdan ilham almak yetmez. Yazarın söyleyecek “yeni bir sözü” olmalı; yeni bir yaklaşımı da... Ve Gülsün Siren Kınal’ın kaleminden çıkan “Dinmeyen Alkışlar”ın yeni bir sözü yok ne yazık ki. Kınal’ın metni derli toplu, hakkaniyetli ama derinliksiz. Daha önce Nezihe Araz’ın yazdığı “Bu Bir Efsane: Cahide” ile benzer dramatik çatıyı kullanmış Kınal. Ancak çok önemli bir farkla... Araz’ın apaçık mahkum ettiği Cahide’yi yargılamaktan kaçınmış. Burada iyi veya kötü, hatalı veye hatasız, mazlum ya da zalim bir Cahide yok. Başına gelenlerle kendi başına açtıkları arasında, sahnede ve yaşamda varlık savaşı veren bir kadın var...
‘İçeriden’ ve ‘içten’ bir reji Oyunun perdesi, günümüzde bir evin salonunda açılıyor. Konuşmalardan salondaki kadının tiyatro oyuncusu olduğunu anlıyoruz; hayranlarından biri Cahide Sonku’ya benzetirmiş onu. Karşısındaki adam ise Cahide’nin yakın dostlarından gazeteci Kemal’in yeğeni. Çiftin bulundukları evde Cahide’nin kostümleri dahil pek çok eşyası var. Aktrisin kostümlerden birini üzerine geçirmesiyle birlikte geçmişe dönüyoruz; Cahide’nin yükselişine, Talat Artamel ile yaşadığı sancılı aşka, içkiye başlamasına, sonra da “geliyorum” diyen düşüşüne şahit oluyoruz. Oyunun yönetmeni Engin Gürmen, yıllar yılı Cahide Sonku ile başrolleri paylaşmış olan Hüseyin Kemal Gürmen’in oğlu. Bu da daha “içeriden” ve “içten” bir reji beklentisine soktu beni; ki bu beklentim karşılandı da... Dekoru tasarlayan Ayhan Doğan ile çok doğru bir işbirliğine gitmiş Gürmen. Sahne içinde sahne, yeni bir buluş değil. Ama bütün oyunu bir sahne çerçevesi içinde seyrettirmek, Cahide’nin yaşamıyla tiyatro arasına sınır koymadığını anlatması açısından çok doğru. Üç kanadı olan döner sahne sayesinde her mekanın hakkı veriliyor. İlhan Ören’in ışık tasarımı da, hem Gürmen’e hem Doğan’a destek oluyor.
‘Oynamayı oynamak’ Ayşen Aktengiz imzalı kostümler de -zaman zaman renk uyumu ve uygulama sıkıntısı çekilse de (sözgelimi köşkteki davette Cahide’ye hiç yakışmayan mor tuvalet ve İhsan Doruk’un üzerine bir türlü oturmayan ceketleri)- vasatın üstünde. Oyunculuklara gelince... Oyunun temel sorunu başrol Cahide... Aslı Seçkin, Cahide Sonku dönemi oyunculuğunu referans almış olabilir; ancak o dönemde bile böylesine ağdalı bir oyunculuk olduğuna inanmak zor. Cahide’den çok Marilyn Monroe’yu hatırlatan bir sarı peruk, her sahneye kısık sesle yapılan melodramik bir final ve “oynamayı oynamak...” Hele ki oyunun sonlarına doğru, sahneye yansıtılan gerçek Cahide’yi görünce iki saat boyunca seyretmiş olduğunuz yorumuyla kendisi arasındaki farkı daha iyi anlıyorsunuz. Diğer oyuncuları ise bir de buradan alkışlamak isterim. Özellikle de hiçbir benzerlik peşinde koşmadan, metinden yola çıkarak Muhsin Ertuğrul’u fevkalade yorumlayan Aziz Sarvan’ı... Talat Artamel rolünde Erkan Sever, onun sabık sevgilisi rolünde Defne Gürmen Üstün, terzide Melike Altınbaran, gazeteci Kemal’de Cem Uras, İhsan Doruk rolünde Emre Narcı, kuaförde ise Enes Mazak çağdaş ve tempolu oyunculuklarıyla rollerinin hakkını veriyorlar. Oyundan çıkarken düşündüm de; ölümünden 27 yıl sonra bile efsanesi devam eden Cahide Sonku’nun ya metni ya oyunculuğu aksayan, ona layık olmayı bir türlü başaramayan oyunlarla anılması, günahlarının (!) bir kefareti mi acaba? Öyle olsa bile, öde öde bitmedi mi hâlâ?
İlgili haberler:Hiç gitmemiş olanlar için tiyatroŞehir Tiyatroları perdelerini açıyor