Hakan Özyıldız*
Baştan belirteyim. Ne olduğunu anlamakta zorlananlar varsa hiç kendilerini yormasınlar. Bakış açılarında derin bir ayrılık var. Olayı tetikleyen etkenlerin ekonomik mi yoksa siyasi mi?
Aşırı dolarize olmuş, sıcak paranın toplamı milli gelirin yüzde 25’le tarihi zirvesinde olan, yılda 240 milyar dolar dış kaynak bulması gereken bir ekonomide, niyeti kötü olan yabancılar bunu istismar etmez mi? Kendi lehine kullanmaz mı? Orta ve uzun vadeli politikalarını bunun üzerine kurmaz mı? Osmanlı kapitülasyonlar ve aşırı dış borçlar yüzünden ne hallere geldi bilmiyor muyuz?
Sıcak paraya bağımlı bir ekonomide ülke riski değerlendirmeleri hayati önemini Benim Mülkiye’deki öğrencilerim biliyor. Ülke derecelendirmesi yapılırken nelere dikkat edildiğini onlara her yıl anlatırım.** ABD, AB, İngiltere ve Japonya ile ilişkilere verilen özel öneme atıfta bulunurum.Öğrencilerim genellikle neden özellikle bu ülkeler diye sorarlar. Cevabım basittir: Sıcak para döviz fonlarının büyük çoğunluğu New York ve Londra olmak üzere Tokyo, Frankfurt ve Paris’ten yönetilir. Eğer o ülkelerle bir sıkıntı yaşanırsa bu sorun olarak algılanır ve ülke risk primleri artar.
Bunlar tamam. Ama son yaşananları sadece dış politika ile açıklamak, alınan bunca ekonomik kararı açığa düşürür.
Hatırlayın, on beş gün içinde; mevduat karşılıklarında, TCMB döviz işlemlerinde kapsamlı değişiklikler yapıldı. Ardından mali kurala ve mali disipline sıklıkla atıfta bulunuldu. Oldukça iddialı bütçe açığı hedefi belirlendi. Yanı sıra bankalara swap sınırlaması, bankalardaki kamu kağıtlarının muhasebeleştirilmesi yönetiminin değiştirilmesi, bankaların tahsili gecikmiş kredilerinin yeniden yapılandırılmasında sağlanan kolaylıklar gibi oldukça kapsamlı önlemler hayata geçirildi. Öyle ki, finansal sektör için gündeme gelen önlemler, 2001 ve 2009 Krizlerinde alınanlarla çok benzer.
Demek ki ekonomideki aşırı dolarizasyon ve reel sektör borçlarında 2008 Krizinden sonra görülen hızlı artışın yarattığı etkiler için çare aranıyor. Hatta bu çözüm arayışları geçen mayıs ayında, döviz geliri olmayan şirketlerin dövizle borçlanmasına yeniden sınırlama getirilmesiyle başlanmıştı. Yani bugün yaşananlar, bir şekliyle o zaman da tahmin ediliyordu.
Görünün o ki, kesin bir değerlendirme yapmak için erken olmakla beraber, alınan bunca önlemden sonra ekonomi yeni bir dengeye oturdu. Bugün için kur zirveden döndü. Ama başladığı yere değil. Ağustos başında yaklaşık 4,90 TL olan dolar bugün 5.84 TL.
Evet zirveden döndürüldü, ama bu arada faiz ve ülke riski değerlendirmesi değişti.Dış borçlanma ve ülke riski için çok önemli bir gösterge olan kredi temerrüt takasları (CDSler) 500 baz puana ulaşarak tarihi zirveyi gördü. Zirve yapan sadece CDS’ler değil. Yaşananlardan sonra yabancılar ellerindeki Hazine kağıtlarını (DİBS) elden çıkarmaya başladılar ve piyasalarda faiz oranları da %28’ler civarına çıktı.
Kısacası kırılganlıklar daha da arttı.
Peki şimdi ne olacak?
Umarım parça parça alınan önlemler yangını sınırlı alanda tutar. Ama sorun sadece kur seviyesi değil. Asıl dert borç geri ödemesi. Bu basıl olacak? Borçlar yine bankalardan ve/veya dışarıdan alınan yeni borçlarla çevrilecekse, maliyetler çok yükseldi. Şirketler bu maliyetlere katlanabilecek mi? Öte yandan kurlar yukarı çıkınca, ithalata bağımlı ekonomide enflasyon da yükselmeye başlayacak. Ona ne tür çareler bulunacak? Yanı sıra yaklaşan mahalli idare seçimlerinde kamu, harcamalarını nasıl kısacak? Mali disiplin kalıcı olabilecek mi?
Papazı versek te vermesek te bunlar bizim sorunlarımız. Dış politikadaki gelişmeler, eğer radikal değişiklikler olmazsa, dış borçları azaltmaz. Sadece yeni borç bulmayı kolaylaştırır.