Bugün solun önemli örgütlerinden 78’liler Derneği’nin Başkanı olan Celalettin Can, 1977’deki kanlı 1 Mayıs’ta İstanbul Dev-Genç Başkanı olarak alandaydı. Kargaşa sırasında insanlar can havliyle kaçışırken, Sular İdaresi’nin tam karşısına yerleşen “kitle”sinin güvenliğini sağlamaya, insanları yönlendirmeye çalıştı. Sular İdaresi’nden açılan ateş iddiasıyla ilgili “Ateş edildiğini gördüm, ama güneşten gözüm kamaşıyordu, kim olduğunu göremedim” diyen Can hem Sular İdaresi’nden hem otelden açılan ateşe karşılık verildiğini anlatıyor. Kanlı 1 Mayıs’ı, hayatının 19 yıl 5 ayını davası uğruna hapiste geçiren Can’dan dinledik.
1 Mayıs’a giderken sol gruplar arasındaki çatışma ne boyuttaydı?
Sosyalist hareketin 70’lerde dünya çapında bir ayrılığı vardı, bu Türkiye’ye de yansımıştı. Bir yanda Halkın Kurtuluşu, Halkın Sesi, Halkın Yolu gibi Sovyetler Birliği’ni emperyalist olmakla suçlayan gruplar, bir yanda Sovyet yanlıları var. Biz ise Dev-Genç olarak Çin’i de Sovyetler Birliği’ni de “sosyalizmi deforme ediyorlar” diye eleştiren geniş bir kesimi kapsıyorduk. İçerde Mahir Çayan, dışarda Che Guevara, Ho Şi Minh eğilimli diyebileceğim bir çizgiyi izliyorduk. Maocu denen kesimle Sovyet yanlısı denen kesim arasında sürtüşmeler var. Dergilerinde birbirlerine ağır suçlamalarda bulunuyorlar, aralarında yer yer kavga da oluyordu. Ama silaha dönmezdi bu çelişkiler. Ben en azından şahit değilim. Bir de ilginçtir... 1 mayıs katliamına doğru garip bir şekilde başta Hürriyet olmak üzere, büyük gazeteler “Solcular kan akıtacak”, Ahmet Kabaklı, Rauf Tamer gibi Tercüman yazarları “Rus yanlıları ile, Çin yanlıları, komünistler 1 Mayıs’ı kan gölüne çevirecek” diye yazmaya başladı.
1 Mayıs’tan önce solcu gruplar arasındaki çatışmada insanlar öldürülmüş, gazetelerinki makul bir öngörü sayılmaz mı?
Gruplar arasındaki çelişkiyi küçümsememek gerekir ama büyük medya bunu abarttı. Bu grupların katıldığı 1 Mayıs hazırlık toplantıları aslında sakin geçiyordu. Sözlü demeçler sadece kamuoyunda hamaset; başka birşey değildi. Olay yaklaşırken hiç olmadık şekilde iki kişi öldü, çok şaşırdık; nasıl oldu. Bunları sorduğumuzda, sahip çıkan da olmadı, “Bizle ilgisi yok” dediler. DİSK de bunu büyütmedi. Eğer ciddi şekilde birbirlerinden şüphelenselerdi misillemeler devam ederdi.
1 Mayıs’a insanlar hazırlıklı şekilde, gergin gitmiş zaten.
Yok, öyle değil... Atmosfer bu: 1 Mayıs’ta kan gövdeyi götürecek. Maocularla Rusçular çatışacak... Bir iki kişi ölmüş basın alabildiğine şişirmiş.
Peki DİSK’in bazı grupları alana almama kararına ne diyorsunuz?
DİSK’in en büyük hatası o zaten. Biz toplantılarda döne döne “1 Mayıs’a katılmanın herkesin hakkı olduğunu” söylüyoruz. Hatta bir ara DİSK’in koridorunda karşılaştım, DİSK Başkanı Kemal Türkler’e “Kemal abi, ne olursun bir açıklama yap, de ki ‘alana girebilirsiniz’. Bunu yaparsanız gerginlik bir anda düşer. Bir şey olsa bile kimse bizi bahane edemez” deme olanağım olmuştu. Gülerek “Goşist, sen daha çok çocuksun, bunları anlamazsın” dedi. Çocuksun dediği zaman 21 yaşındayım ama İstanbul Dev-Genç başkanıyım 70 bin üyemiz var. Bizi severdi ama dediğimizi ciddiye almadı.
1 Mayıs’ta siz neredeydiniz?
Biz DİSK’le beraber Beşiktaş’ta toplanmıştık. Maocu denen kesim Saraçhane’de. Biz bir türlü gidemiyoruz alana, saat 4-5 olmuş hâlâ Beşiktaş’tayız. Bunun üzerine Taksim’e Nişantaşı üzerinden kestirmeden gitmeye karar verdik. En azından arada tampon olalım, bir provokasyon olursa biz direnelim, halkımızı yalnız bırakmayalım. Alana işçilerin tezahüratı altında “Devrim için savaşmayana sosyalist denmez” sloganıyla girdik. Sular İdaresi’nin tam karşısında, Atatürk Heykeli’nin önündeki durağın önünde duruyorduk.
Ruh haliniz nasıl?
Gerginiz. Kitlemizi 3 kişi idare ediyorduk, Sinan Kukulu, İbrahim Erdoğan, ben -iki arkadaşım da öldü. Gerginiz; kavga olur mu dövüş olur mu bir müdahale olur mu. İnsan bazı tehlikeden önce kendini kötü hisseder ya. “Şu Kemal Türkler konuşmasını bitirse de bir an evvel çekip gitsek” ruh halimiz bu. Ben üst üste sigara içiyordum. Sinan sigara içmezdi, o da içmeye başlamış. “Bir an evvel bitsin” diye düşünüyoruz. O anda bir el silah patladı.
Ne oldu o sırada?
Benim yanımda bir arkadaşım duruyordu. “Celalettin vuruldum” dedi. Dizinden vurulmuştu. Ondan sonra 2-3 el oldu, sonra tarama başladı. Ateş edilirken mermiler bizim önümüze kısa düştüğünden dolayı direkt karşımızdaki Sular İdaresi’nin üzerine baktık. Oraya baktığımda ateş edildiğini gördüm...
'Kitlenin üzerine ateş edildi' diyorsunuz siz...
Evet kitlenin üzerine ateş edildi. Tek el ateş geldi, ben arkadaşımızın onla vurulduğunu sanıyordum ama demek ki değilmiş- o ateş Tarlabaşı’ndan atıldı dedi arkadaşlar. Sular İdaresi’nden açılan ateşten bizim arkadaş vuruldu. Biz de kendimize göre güvenliğimiz için bir grup örgütlemiştik. Epey bir grup arkadaşımız vardı...
20’nin üzerinde arkadaşımız vardı. Biz de ona göre güvenlik almıştık. Sular İdaresi’ne, Pamuk Eczanesi’ne, Kazancı Yokuşu’na, Intercontinental Oteli’ne göre... Siz önceden ateş edilebilecek yerleri hesaplamıştınız yani...
Nereler olabileceğini düşünüp, güvenliğimizi almıştık. Sular İdaresi’ndekiler bir süre sonra susturuldu, güvenlikten bir grup arkadaşımız ateş etti. Sonra bir arkadaş bağırdı “Intercontinental’den ateş ediyorlar”. Oraya da cevap verildi. Siz şahsen sular idaresinin üzerinden ateş edildiğini...
Gördüm ben.
Kim ediyordu? Sivil miydi, üniformalı mı?
Orada kim varsa o ediyordu. Üniformalı mı, değil mi, onu algılayamam ben. Güneş Sular İdaresi’nin arkasından batıyor, güneşe doğru bakıyorum. Gözlerim kamaşıyor. Böyle karartılar var. Ama ateş edildiğini görüyorum. Saat altı buçuk yedi, tam güneş batıyor, göremiyorsun tam.
Olay sırasında insanlar ne yapıyordu?
Kitle İstiklâl’e gidiyor, polis barikat kurmuş bırakmıyor, Sıraselviler’e gidiyor, polis bırakmıyor. Kazancı yokuşuna gitmiş, çarpmış arabaya, yığılmış oraya. Bz bir yandan bunları yaşıyoruz. Bir yandan da dalgaya kapılmamaya çalışıyoruz. Öte yandan da nereden ateş ediliyorsa müdahale edip susturmaya çalışıyoruz. Kitle Kazancı yokuşunda arabaya çarparken, panzer giriyor, panik yaratıyor, arkadaşlar panzeri etkisizleştiriyor.
Etkisizleştirmek ne demek?
Sen onun küçük camını taşla ya da başka bir şeyle kırarsın. Panzerin o küçük camı buğulandırıldı ve geri çekilmek zorunda kaldı. Ama başka panzerler de vardı. Bu arada bir panzer iki bayan arkadaşımızı ezerek öldürdü, tam Intercontinental Oteli’nin önünde. Muhtemelen Nil ve Meral’di bunlar. Çünkü iki üç arkadaş başlarına gitmiş, parçalanmış yanlarını örtmüş ve cenazelerini morga götürmesi için bir taksiye yerleştirmiştik. Polis ne yaptığını bilmiyordu deniyor, olur mu öyle şey. Emniyet müdürü olsan panzeri kitlenin üzerine sürer misin? Panzeri kullananlar eğitilmiyor mu, hangi koşullarda kullanılır hangilerinde kullanılmaz eğitimi yok mu? İnsanlar yığılmışken panzeri sürmenin anlamı ne? Panik mi? Eğer panikse polisimiz eğitimsiz; değilse o zaman başka birşey var. Ve arkasından beyaz Renault niye geliyor?
Beyaz Renault ne zaman çıktı ortaya?
Bizim bir güvenlik grubumuz Intercontinental Oteli’nin içine girdi üst kata çıkmaya çalıştı, giremediler. Dönüp geldiler Kazancı yokuşunun başına. O arada otelin garajından beyaz Renault çıktığını gördük. O dönem polis beyaz Renault’yla gezerdi, MİT de öyle. Gayrıihtiyarî üstüne koştuk, arka kapıyı açtık, esmer hafif dalgalı saçlı biri elini beline atar gibi yaptı, sonra araba hızla gitti. Peşinden koştuk yetişemedik, tanıyamadığımız için bir şey de yapamıyoruz, ayakkabı atıyoruz, taş atıyoruz. Sonra aynı Renault Sıraselviler’den döndü geldi Gümüşsuyu’na doğru ateş ederek gitti ve tekrar önümüzden ateş ede ede geçerek Sıralıselviler Caddesi’ne daldı.
İddianamedeki ifadelere göre, arabanın içinde yaralı polis vardı, onu hastaneye götürmeye çalışıyorlardı. Etraftan gelen saldırılara karşı ateş açılmıştı.
Yaralı polis götürüyorsa, ateş etmesi mi gerekiyor kitleye, hem de büyük silahla.
Siz, Kazancı Yokuşu’ndaki kamyonetin oraya yığılıp ezilenleri gördünüz mü?
Gördüm. İnsanlar böyle yığılmış, altta biri bağırıyor “Celalettin beni çıkar” diye. Hangisini çıkaracaksın, çıkarabildiğin kadar çıkarıyorsun. Üst üste insan yığını, balık gibi istiflenmiş. Arabanın üstüne çıkıp bağırıyoruz: “Arkadaşlar gelmeyin.” Barikat kuruyoruz ki yeni yığılmalar olmasın. Ve süratle atıyoruz,süratle atıyoruz. Atıyoruz derken, oradan alıp yere bırakıyoruz insanları. İstifi boşaltmaya çalışıyoruz. Bir bakıyoruz dipte boğulmuş insanlar.
Siz ne zaman terk ettiniz alanı? Ben, son ana kadar oradaydım. Kitlemiz alanı boşaltmıştı. Polisle kavga dövüş yaralılarımızı sırtlıyor, bulduğumuz taksilerle Taksim İlkyardım Hastanesi’ne göndermeye çalışıyorduk. Biz alanın sorumlusuyduk. Yaralılarımızı ve ölen arkadaşlarımızı taşıdık. En son İbrahim Erdoğan’la birlikte iki arkadaş kalmıştık. Cihangir’e gittik, orada Galatasaray Mühendislik’ten Ahmet Güvercin’le karşılaştık. Daha güneş batmamıştı, ya da tam yeni batmıştı. Ahmet bana dedi ki, “Celalettin Türkiye devrimci tarihi bir 10 yıl kaybetti”... “Bilmiyorum ama” dedim “çok arkadaş kaybettik.”