Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Başkanı Kani Beko, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın darbe girişiminden suçlanan Gülen cemaati hakkında "Ne istedilerse, verdik" sözünü hatırlatarak "Laiklik ilkesi çiğnenerek devleti bir cemaate teslim ederseniz olacağı budur. Darbeci subayların ezici çoğunluğu AKP döneminde atanmıştır. AKP sadece sivil bürokrasiyi değil silahlı bürokrasiyi de bir terör örgütüne bilerek teslim etmiştir. Bilerek diyorum çünkü ta 2004’ten itibaren Milli Güvenlik Kurulu’nda FETÖ ile ilgili karar alınmış ama gereği yerine getirilmemiştir. Sadece laiklik değil sosyal devlet ilkesinin bertaraf edilmesi de cemaatin önünü açmıştır" dedi.
DİSK Başkanı Beko'nun Cumhuriyet gazetesinden Olcay Büyüktaş'a verdiği söyleşinin bazı bölümleri şöyle:
- Darbe ortamına nasıl gelindi, neden fark edilemedi?
Bu konuda iki hususun önemli olduğunu düşünüyorum. Birincisi darbeyi yapan paralel yapının, FETÖ’nün bugünkü siyasal iktidar tarafından korunup kollandığı, devlete bizzat AKP tarafından yerleştirildiği gerçeğidir. Bunu sayın Cumhurbaşkanı da sayın Başbakan da açıkça kabul ediyor. Devleti cemaate teslim edenlerin, Atatürkçü subaylar kumpaslarla tasfiye edilirken destek verenlerin, alkış tutanların sorumluluğu büyüktür.
Laiklik ilkesi çiğnenerek devleti bir cemaate teslim ederseniz olacağı budur. AKP cemaatle işbirliği yapmış ve ne istediyse vermiştir. Darbeci subayların ezici çoğunluğu AKP döneminde atanmıştır. AKP sadece sivil bürokrasiyi değil silahlı bürokrasiyi de bir terör örgütüne bilerek teslim etmiştir. Bilerek diyorum çünkü ta 2004’ten itibaren Milli Güvenlik Kurulu’nda FETÖ ile ilgili karar alınmış ama gereği yerine getirilmemiştir. Sadece laiklik değil sosyal devlet ilkesinin bertaraf edilmesi de cemaatin önünü açmıştır. Öğrencilere yurt ve barınma imkânı sağlayamayan hükümet gençleri cemaat yurtlarına ve evlerine itmiştir. Vurgulamak istediğim ikinci husus 7 Haziran 2015 seçimleri sonrası hükümetin izlediği tutumdur. Türkiye 7 Haziran seçimlerinden sonra çok önemli bir toplumsal uzlaşma ve demokratik yenilenme imkânı yakalamıştı. Bu imkân Türkiye’nin demokratikleşmesi ve sorunlarının çözümünde bir başlangıç noktası olabilirdi. Ancak iktidar partisi AKP ve sayın Cumhurbaşkanı bu fırsatı elinin tersiyle itti. Bir koalisyon hükümeti kurulması engellendi. Türkiye yeniden terör, şiddet, katliam ve kaos girdabına sokuldu. Bir yandan artan terör eylemleri öte yandan güvenlik güçlerinin özellikle bazı Güneydoğu kentlerindeki hukuksuz ve keyfi uygulamalarıyla korku iklimi yoğunlaştı. Terör, şiddet, katliam gölgesinde ve baskı ortamında gidilen bu seçimden AKP tek başına zafer kazandı ancak Türkiye kazanmadı.
- Darbe girişimi sonrasında OHAL gerekli miydi?
Korkunç bir darbe girişiminin ardından olağanüstü bazı önlemlerin alınması elbette anlaşılabilir. Ancak darbecilerin parlamentoyu bombaladığı koşullarda bu tedbirler parlamento işletilerek alınabilirdi. Meclis’teki tüm siyasi partilerin darbeye karşı ortak tutum aldığı koşullarda OHAL’e gerek olmadan darbeyle ve darbecilerle mücadele edilebilirdi. Meclis’i darbe sonrası zorunlu BES ve yatırım fonu gibi sermayenin talep ettiği konularla meşgul etmek yerine darbeyle mücadele için işletselerdi bugün yaşanan hukuksuzluklar ve mağduriyetler söz konusu olmazdı. AKP hükümetinin darbe girişimini devleti yeniden yapılandırmak için bir fırsata çevirdiği görülüyor. OHAL ve KHK’ler bunun için kullanılıyor. OHAL dönemlerinde dahi askıya alınamayacak haklar askıya alınıyor, ihlal ediliyor. OHAL ile fiili başkanlık rejimine geçilmiş durumda. Darbe girişimi bir fırsat olarak kullanılıyor. KHK’ler adeta bir ‘Anayasa Hükmünde Kararname’ haline geldi. KHK ile anayasayı ve hukukun temel ilkelerini ayaklar altına alıyorlar. Darbecilerle geçmiş işbirliklerinin hesabını vermeyenler darbeyle mücadeleyi rayından çıkartıyor. Darbe girişiminin siyasi ayağına dokunamayanlar sıradan memurlardan hıncını alıyor.
DİSK olarak darbecilerle ve darbenin suç ortaklarıyla etkin bir şekilde mücadele edilmesini savunuyoruz. Darbecilerin ve destekçilerinin adil bir şekilde yargılanarak cezalandırılmalarını savunuyoruz. Ancak darbeyle mücadele hukuk dışına çıkılarak yapılamaz. Darbe girişimi dahil hiçbir gerekçe hiç kimseye hukuk dışı davranma yetkisini vermez. Askeri darbe bahane edilerek sivil darbe yapılamaz.
- At izinin it izine karıştığından söz ediliyor. Yaşanan mağduriyetler ve çözümüne ilişkin neler söylersiniz?
Siyasal görüşleri, üye oldukları sendikal örgütler ne olursa olsun haksızlığa uğrayan herkes için adalet istiyoruz. Darbeyle mücadeleye evet ama hukuksuzluğa hayır diyoruz. Kamu görevinden hukuksuz şekilde, haklarında yeterince delil olmadan, adil yargılanma yapılmadan çıkarılanlar göreve iade edilmeli. Barış bildirisine imza atan bir grup akademisyenin darbe, FETÖ, terör torbasına konarak üniversiteden atılması kabul edilemez. On binlerce öğretmenin somut delil ve yargı kararı olmadan görevden alınması ve uzaklaştırılması kabul edilemez. Devlet intikam duygusuyla hareket edemez.
Aynı şekilde darbeyle somut bir bağlantısı olmayan, dahası FETÖ ile uzaktan yakından ilgisi olmayan gazetecilerin, yazarların, aydınların tutuklanması da hukuk cinayetidir. Bu uygulamalar toplumda darbe soruşturmalarının sulandırıldığı izlenimi yaratıyor. Darbe soruşturması darbeciler ve onların siyasal destekçilerine yönelmelidir. Bir zamanlar hükümetin koruma ve kollaması altındaki cemaatin bankasına para yatırdığı, cemaat gazetesine abone olduğu için insanların hayatı karartılamaz. Devletin tepesindekilerin “Allah affetsin” diyerek işin içinden sıyrılmaya çalıştığı koşullarda darbeyle somut bir bağı olmayan sıradan memurlara fatura kesmek adil değil.
- OHAL darbe girişimi ile sınırlı kalmadı. Güneydoğu’da pek çok belediyeye kayyım atandı. Kürt sorununda barışçı çözüm ümitleri azaldı. Bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Nasıl halk oyuyla seçilenlere karşı silahlı darbe kabul edilemez ise, halkın oyuyla gelenlerin yerine kayyım atanması da kabul edilemez. Bu sivil darbe olur. Hâkimiyet milletinse Ankara’da da Batman’da da milletindir. Aynı şekilde somut bir delil olmadan soyut “terör bağlantısı” suçlamasıyla kamu çalışanları görevden alınamaz. Bu uygulamalar sorunların çözümüne katkı yapmaz. Eğer belediye başkanlarının ve memurların suç işlediği düşünülüyorsa bunun muhatabı yargıdır. Kürt sorunu terörle, şiddetle ve silah kullanarak çözülemez. Aynı şekilde sorun şiddetle, keyfilikle ve baskıyla da yok edilemez. Örgüt giderek artırdığı saldırılara, terör ve şiddet eylemlerine derhal son vermelidir. Hükümet de sorunun şiddetle ve güvenlik politikaları ile çözülmeyeceğini görmeli, hukuksuzluklara son vermeli ve sorunun siyaset zemininde çözümü için adım atmalıdır. Akan kan durmalı ve barış tesis edilmelidir.