Fazıl Say, Leyla Gencer’in ölüm yıldönümü dolayısıyla Radikal’e yazdı. Sanatçının küllerinin, vasiyeti gereği Boğaziçi’ne serpilmesi sonrası ortaya çıkan tartışmaları yıldönümünde yorumladı:Callas'ın rakibiydi yıllarca. Onun kadar popüler olamayışının sebebini belki de mütevazı yaşam tarzında aramalı. Arkasında hiçbir desteğin olmaması da önemli bir etkendi, kendisine gerçek anlamda sahip çıkabilmiş bir memleketten yoksundu. Hayatı boyunca deplasmanda oynadı Leyla Gencer... Leyla Gencer’in küllerinin, vasiyeti gereği Boğaziçi’ne serpileceği gün Bir kameraman yaklaştı yanıma ve haykırarak sordu: -Fazıl Bey, ülkede bazı çevreler Leyla Gencer’in küllerinin İstanbul Boğazı’na serpilecek olmasını “gâvur işi” diye niteleyip “Boğaz’ın küllerle kirletilmemesi gerektiğini” ileri sürüyor. Ne diyorsunuz bu konuda? Tam o anda benliğimi kıskıvrak yakaladı o çok tanıdık his... Hançer! Sakin olmaya çalışarak şöyle cevapladım soruyu: -Bu o kadar gereksiz bir tartışma ki! Leyla Gencer, Türkiye’nin yetiştirmiş olduğu en büyük opera sanatçısıdır, medarı iftiharımızdır. Bu eşsiz evladının son vasiyetini yerine getirmemesi düşünülemez bile. Birkaç yüz gram külün İstanbul Boğazı’nı kirleteceği düşüncesi, saçmalıktan başka bir şey değildir. Bu büyük müzisyenin külleri, öz memleketinin denizine ‘nur sesleri’ olarak karışacaktır. Tıpkı bir başka efsane, Maria Callas’ın küllerinin Ege’ye karıştığı gibi... Kameraman yanımdan uzaklaştığında, gitti sandığım o his sökün etti yine Bu kez daha da güçlüydü... Hançer! Yalnız hissediyorum kendimi, hançerlenmiş hissine kapıldığımda. Çok üzgün... Çok çaresiz... O gün cenazeden sonra, yakasında Leyla Gencer’in rozeti takılı bir arkadaşım Sigara almak için bakkala girmiş. Rozeti görür görmez bakkalın ilk sözü şu olmuş: “Nefret ediyorum bu gâvur kadından. İki hafta Boğaz balığı yemeyeceğim.” Bu ne öfkedir? Nasıl bir ‘ötekileşme’dir böyle? Bir toplum düşünün, uluslaşamamanın çaresizliği içinde İnanç ve özgürlük arayışında Dünyası karmakarışık... Bir toplum düşünün, birbirine kin güdenlerin “Sen o taraftansın, ben bu taraftan, o da şu taraftan” gibi zırvalarla ömür tükettiği... Tüm bu keşmekeşin altında ezilen, aslında sanat... ‘Sevgi’ yerine ‘kin’ duygusu ile baş başa bırakılan, aslında müzik... Leyla Gencer’i bilen, tanıyan, dinleyen Onu anlayan, seven Dünyanın bir numaralı opera kurumu Milano La Scala’da 35 yıl boyunca ‘primadonna assoluta’ sıfatıyla söylemiş olmasıyla övünen En fazla kaç bin kişiyizdir acaba Türkiye’de? 3 bin mi yoksa 5 bin mi? Bir de, bu, yakılma ve ardından küllerin Boğaziçi’ne serpilmesi haberlerini gazetelerden takip eden radikal düşünceli insanlarımızı düşünüyorum... Onlar kaç kişidir? Yüz binlerce, değil mi? Kin, nefret... Söyler misiniz kime, neye karşı bu tepki? Operanın ölmüş bir divasına mı? Onun mesleğine mi? Bana mı? Bize mi? Değerli orkestra şefi Gürer Aykal’ın dediği gibi “klasik müzikçiler bu ülkenin üvey evlatları mıyız?” Doğduğumuz, yaşadığımız, müzik yaptığımız... Emek verdiğimiz, hayaller kurduğumuz bu yer ülkemiz değilse? Neresi bizim ülkemiz? Anadolu için bir zamanlar hayal edilen aydınlanma Bir türlü gerçekleşemediyse? Metin Altıok’un dediği gibi... “iliklenmiş gömleğin düğmeleri” olmak mıdır bize kalan? Ya da İlhan Mimaroğlu’nun söylediği gibi... Klasik müzikçiler “ön kapıdan alınması” Ama kimsenin farkına varmayacağı şekilde “Arka kapıdan defedilmesi” gereken bir zümre midir? Leyla Gencer’i uğurlarken anladık aslında Bizler çoktan arka kapıdan defedilmişiz... Hakaretler ve tehditler savuran devasa bir koronun aleyhteki tezahüratı eşliğinde Bir evrensel değerimizin yeniden ön kapıdan alınmasına uğraşıyoruz Ne acı... Leyla Gencer on yıllar boyu dünyanın en önemli sahnelerinde icra etti sanatını Büyük bir mücadeledir bu Notanın ardına geçebilen ender sanatçılardan biriydi o Rolün içine girer ve yaşatırdı onu kendi bedeninde Tiz notaları eşsizdi... Onları tutuş biçimi Ve zarafetle onlara atlayışındaki kendine özgülüğü... Bir melodiyi yorumlarken sergilediği bilinç ve ruh birlikteliği Olağanüstü bir denge... Callas’ın rakibiydi yıllarca Ama onun kadar popüler olamayışının sebebini Belki de mütevazı yaşam tarzında aramalı Arkasında hiçbir desteğin olmaması da önemli bir etkendi Kendisine gerçek anlamda sahip çıkabilmiş bir memleketten yoksundu Hayatı boyunca deplasmanda oynadı Leyla Gencer... Orkestra şefi dostum İbrahim Yazıcı ile yıllar önce Gencer ve Callas’ı karşılaştırırdık Aynı aryaları ardı ardına dinlerdik her birinden İkisi de eşsizdi gözümüzde... Kendine özgü kişiliklerdi Birbirinden güzeldi dinlediğimiz yorumlar “Hangisi daha iyi?” sorusunu sormaya gerek görmüyorduk Sanattı yapılan ve dinlediğimiz sanat safi ruh doluydu Ege’ye bakan iki yakadan çıkmış bu anatanrıçaları dinlerken içimizi mutluluk kaplıyordu Gencer’in Callas’tan hiçbir eksiği yoktu gözümüzde. Ama o sürekli deplasmanda oynamak yok mu? Ve ah o hançer... Başbakan Erdoğan bu kadar bırakmamalıydı dizginleri elinden sanatçılarını savunmalıydı kapmak uğruna, yığınların dilinden konuşacağına Anlamaya çalışmalıydı Atatürk’ü Batılılaşmasını, çağdaşlaşmasını, uygarlaşmasını... Aydınlanmacılığını, sanat ve bilim alanındaki ülküsünü Meydanı bu kadar boş bulmamalıydı ilkellik... Bu kadar saldırganlaşmasına izin verilmemeliydi laik bir ülkede Engin Ardıç diye bir köşe yazarı “Fazıl Say gitmek istiyormuş bu ülkeden. Giderse gitsin, Leyla Gencer de bir zamanlar pılısını pırtısını toplayıp gitmişti” diye yazmış Ölümünün ardından Gencer’i yerden yere vuran köşe yazısında Leyla Gencer gitmiş de ne olmuş? Milano La Scala Operası’nın 35 yıl boyunca bir numarası kalmakla kötü bir şey mi yapmış? Ya, dünya çapında kariyer yapmak kötüdür Tüm dünyada ‘La Diva Turca’ diye anılmak Muhteşem icralara imza atmak İnsan olarak kimseye en ufak bir zarar vermemiş olmak Kötüdür bu saydıklarım... Sanırım hiçbir devirde, hiçbir coğrafyada ‘Haksızlık’, ‘hakaret’, ‘tahrik’, toplumun içine bu denli nüfuz etmemiş Saldırganlık hiç bu denli fütursuz bir hal almamıştır Bu ülke, herkesin birbirine rahatlıkla “faşist” diyebildiği bir yere dönüştü Çok yazık... Ne olacaktı Leyla Gencer son yıllarında Türkiye’de yaşamış olsaydı? Herhalde televizyon kanalları günlük siyasi gelişmeler üzerine Arada sırada kendisine telefonla bağlanacak O da ağzını açtığı anda düşmanlarının sayısını katbekat artıracaktı Hatta içinde yaşadığımız dönemde hayatta olsaydı “Ergenekon soruşturması beni de kapsar mı?” diye endişelenebilirdi belki de Çünkü bir opera sanatçısıydı o Opera aydınlanmacılıktır Bu ülkenin insanı operayı, çoksesli müziği Atatürk sayesinde tanıdı Leyla Gencer’e şakayla karışık “Atatürk’ün manevi kızı” denirdi Opera aynı zamanda Kültür ve sanatla en çok sorun yaşayan Bugünkü AKP iktidarına muhaliflik demektir. Tam bir çorbaya dönen Ergenekon soruşturmasında İlgili veya ilgisiz, bilinçli veya bilinçsiz gözaltına alınanlar arasında “Hükümete muhalif şahıs” olarak mimlenip Çaktırmadan içeri tıkılan aydınlar da var Kirletilen, karalanan, onuru kırılan aydınlar Atatürk Cumhuriyeti’nin savunucuları Leyla Gencer yaşasaydı o da listede olacaktı Yazıklar olsun... Not: Leyla Gencer 10 Mayıs’ta hayatını kaybetmişti... Fazıl Say: Müzisyen...