Star gazetesi yazarı Fadime Özkan, bugünkü köşesinde Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in gazetecilerle toplantısında konuşulanları aktardı. Kamuoyunda ‘sapkın fetva’ olarak bilinen ‘’Babanın kızına şehvet duyması haram değildir’’ başlıklı fetvanın gerçeği yansıtmadığını ileri süren Görmez’in, Alevilerin taleplerinden, PKK’nın dinle olan ilişkisine ve Türkiye’de Selefilik’in durumuna kadar çok sayıda konuya ilişkin görüşlerine köşesinde yer veren Özkan’ın yazısı şöyle:
Ortadoğu adım adım bir mezhep savaşına itilirken Türkiye her zamanki itidalini koruyor. Kuşkusuz toplumun ve siyasetin olduğu kadar Diyanet İşleri Başkanlığı’nın da (DİB) büyük rolü var bunda. İslam’ı mezheplerin üzerinde ve tasavvufi geleneği canlı tutan bir dini anlayış sayesinde Türkiye, hem cehennemi ateşin dışında kalmayı başardı hem ateşe su dökme çabasında. Lakin DİB, Başkanından imamına, internet sayfalarından dipnotlara kadar kasıtla kullanılan bir büyütecin de altında. Sık sık çarpıtma haberlerin konusu haline getiriliyor. Dün bir grup gazeteciyle birlikte Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez ile İstanbul Beşiktaş’taki Ertuğrul Tekkesi’nde buluştuğumuzda medyatik saldırıları da konuştuk. Görmez’in anlattıkları pek çok düğümü çözecek nitelikte.
Mehmet Görmez: “Bizi Türkiye’deki bütün kızlarımıza annelerimize babalarımıza karşı mahcup edecek bir konuda bile çarpıtma haberler yapılıyor. Anlaşılıyor ki haber önceden üretilmiş. Önce Ankara’da büyük bir gazetemize götürülüyor. Gazete eski kurul başkanımız Saim Yeprem hocayı arıyor ve “biz böyle bir haber yapıyoruz, sizin de görüşünüzü almak istiyoruz”. Hoca “Bu yanlış. Burada bir babanın kızına gayri ahlaki gözle bakması caizdir denmiyor. Bir kişi böyle bir ahlaksızlığa düşerse eşiyle nikâhı ne olur sorusunun cevabından üretilmiş bir şey diyor. Gazete hatadan dönüp haberi getirenlere iade ediyor. Bunun üzerine haber başka gazeteye götürülüyor.
Üç gün önce Ankara’da kadın dernekleriyle bir toplantı yaptım. Öğrendim ki meğer iki gün önce kadın derneklerine telefon ediliyor, hazır olun, böyle bir haber var, gündeme gelince birlikte mücadele edelim diye. Bu kasti haber dünya basınına da yansıtıldı. İtalyan Libero gazetesinde manşet yapılmasının nedeni aslında Vatikan’a servisti. Aynı iftiranın Arapçasını da Cihan haber ajansı Arapçaya çevirip yaydı.
Halbuki bu konuda şimdiye kadar 13 soru sorulmuş Diyanet’e. Hepsinde bunun patolojik bir sorun, sapkınlık olduğu ve hukuka başvurulması gerektiği söylenmiş.
Fetvayı 16 kişilik Din İşleri Yüksek Kurulu günlerce tartışarak verir. 16’nın 10’u fıkıh, hadis, tefsir gibi alanlardan. 12’sini ilahiyat fakülteleriyle Diyanet ortak seçer. 4’nü başkan üniversitelerden atar. Fetva 16 kişilik kurul ortak verdiği zaman fetvadır. Yoksa bir uzmanın, imamın soruya verdiği cevap fetva değildir. Kitaplara bakıp verdiği cevaptan ibarettir. Eski fetvaların hükmü yok. Çünkü fetva fetha kökünden gelir. Fetha genç demektir. Fetva olabilmesi için bir hükmün yeni, güçlü ve genç olması lazım. İçtihata yakın kavramlar.
Gezi olayları sırasında bir gazeteci Diyanet’i arayıp soruyor. Hocam biber gazı yutmak orucu bozar mı? O da bozmaz diyor. Ertesi gün üç gazetemizin manşeti: “Diyanet’ten biber gazı fetvası”. Yahut 17-25 Aralık olmuş. Israrla hırsızlık caiz mi diye soruluyor? Anlıyoruz tabi ne yapılmaya çalışıldığını. Yoksa hiç bir dine sorulmaz hırsızlık günah mı diye. Cevap verilmeyince bu defa kılık değiştirip “Hocam lades oynamak haram mı” diye soruyorlar. Bizimkiler de saf saf “bahiste para varsa caiz değil” deyince bu defa “Hırsızlığa ses çıkarmayan Diyanet lades haramdır diye fetva yayınladı” diye haber yapıyorlar. Bu çok kötü bir şey. Kendimizi aşağılanmış hissediyoruz.
Ülkemiz ateş çemberiyle kuşatılmış vaziyette. Şu üç konuyu behemehal çözmemiz gerekiyor. Birincisi, siyaset üzerinden aşırı ayrışma. Toplumun katmanları arasına kin nefret öfke gibi kavramların asla girmemesi için yapılması gerekenler var. İkinci, terör meselesi, Kürt meselesi. Üçüncüsü de Alevilik meselesi.Bunları konuşmak yerine ya bir takvim yaprağındaki ya bir ilçe müftülüğümüzün sitesindeki ya da Ramazan’da düzenlediğimiz kitap fuarında satılan binlerce kitaptan birinin içindeki bir cümleden dolayı “Diyanetten skandal ifadeler” diye manşette buluyoruz kendimizi. Bu konuda Türkiye’nin münevverlerinin, fikir insanlarının dikkatine ihtiyaç var.
İslam dünyasında iktidar mücadeleleri mezhep ihtilafına dönüştürülerek bir parçalanma ve şiddet yaşanıyor. DAEŞ gibi terör örgütleri eliyle İslam dininin genleriyle oynanıyor. İslam’ın medeniyetler üreten ana yolu nevzuhur tezahürlerle işgal ediyor. Böyle bir dünyada ve böyle bir Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanlığı giderek önem kazanıyor. Önümüzdeki 5-10 yıl içinde daha da önemli olacak. Çünkü bizim dışımızdaki dünyada din meselesi ve din hizmetleri meselesi bir güvenlik meselesine dönüştü. Diyanetin barışın itidalin merkezi olduğu için de dünyada yaşanan hadiseler Müslümanları Türkiye tecrübesine yöneltti. Lakin, belki bizim kusurumuz da vardır ama biz kendimizi kendi medyamıza anlatmakta da zorluk çekiyoruz doğrusu.
Emniyetle birlikte ortak bir çalışma yaptık. DAEŞ’e en düşük katılımın Türkiye’den olması bizi çok mutlu etti. Elbette ki tek bir kişi bile çoktur bize. Bir ikincisi imam hatip ve ilahiyatlardaki eğitimin doğru bir eğitim olması, Kuranı Kerim dersinden çıkan çocuğun kimya dersine, felsefe dersine girmesi sayesinde asla radikallik çıkmaz. Bu Türkiye’nin bir başarısı, Körfez ülkelerinde Pakistan’da bunu göremezsiniz.
Hendek kazmak sünnettir diyerek medyaya yansıyan PKK imamları bize bağlı değil, dini bilen insanlar da değil. Üzülerek belirteyim, son birkaç yılda PKK terör örgütü dini kullanmak için pek çok insanın başına sarık geçirip belediyelerde iş verdi. Dini ideolojik olarak kabul etmediği halde dini örgütünü kurmaya çalıştı ve halkı din üzerinden aldatmaya kalktı. Bunlar cahil insanlar. Hâlbuki bölgede çok büyük âlimler gelenekler olmasına rağmen hiç bir alim böyle bir cümle kurmaz.
Hamaney Muharrem ayında camilerimizde okunan ve Ehlibeyt sevgisini anlatan bir hutbeyi göstererek ‘reaksiyon olmadı mı” diye sordu. ona “90 bin camide okundu ve hiç reaksiyon olmadı. Olmaz. Çünkü Anadolu’da ortak inşa ettiğimiz İslamiyet’e ehlisünnet denir. Ehlisünnetin üç özelliği var. ilki Ehlibeyt sevgisine içkindir. Anadolu’da Şiilik İslam dışına itilmemiştir. Muharrem, Kerbela, Aşura bizim ortak değerlerimizdir. İkinci özelliğimiz, biz irfan, tasavvuf geleneğini takip ederiz. Bizden selefilik çıkmaz. Üçüncüsü de akıl ve hikmet geleneğidir. Bizde nasıl ve niçin soruları sorulmadan inancımızın esaslarını belirlemeyiz. Dolayısıyla biz Diyanet olarak, ortak değerlerimizi ayakta tutar, ortak dil ve zemin oluşurursak birbirimizle daha rahat konuşur anlaşırız diye düşünüyoruz.
Birlikte yaşadığımız vatandaşlarımızın da, Şii kardeşlerimizin de düşüncelerini dikkate alıyoruz. Kerbela bizim ortak hüznümüz, ortak acımız, ehli beyt muhabbeti ortak muhabbetimiz, teması üzerinde duruyoruz.
Sünniler arasında Alevilerin talepleri konusunda hiçbir negatif algı-tepki yok. Alevi taleplerinin yerine getirilmesi için en uygun zaman şu an. Yanlış algılar bilgiler geçmişte vardı ne yazık ki. Diyanet olarak toplumsal algıyı değiştirmek için 2003’de çalışmaya başladık . Önce camide kullanılan dili güncelledik, Diyanet elemanlarına eğitimler verildi. Kuşatıcı bir dil inşa etmek istedik. Alevi nüfusun çoğunlukta olduğu şehirlerde görevli Diyanet elemanlarına öncelik verdik. Sonra cami dışına çıktık. Alevi yazılı kaynaklarını hem tıpkı basım hem günümüz Türkçesiyle yayınladık. İstedik ki ortak noktalarımız bilinsin, okunsun. Türkiye’de 12 Alevi ocağı vardır. Bize göre talepleri çok önceden karşılanmalıydı. Geç kalındıkça ve kırsaldan kente göçle birlikte ocakların etkisi azaldı, şehirli örgütler ve toplum mühendislikleri arttı.