'Diyanet, Kürtleri, Alevileri ve Şafileri dışlıyor'

'Diyanet, Kürtleri, Alevileri ve Şafileri dışlıyor'

- Nevzat Eminoğlu

 
Taraf/29 Ağustos 2012
 
 

Sultan Abdülhamit’ten Erdoğan’a Kürtler ve Türk Dindarlığı...

 
 
Hükümet, Ergenekon destekli askeri vesayet sistemini geriletip tam iktidar olduktan sonra, kendisinden demokrasi ve insan hakları adına daha ileri adımlar beklenirken anlaşılmaz bir şekilde durakladı. Demokrasi ve barış gibi insani söylemler de yerini egemen ve ötekileştirici bir dile ve adaleti araçsallaştıran güvenlikçi bir yaklaşıma bıraktı.
 
İşte eskiden beri özgürlüklerin genişletilmesi yönündeki yazılarını severek takip ettiğim Yasin Aktay’ın bu değişim paralelindeki son yazılarının beni uğrattığı hayal kırıklığı ile Taraf gazetesinde “Yasin Aktay’a ne oldu böyle” diye bir yazı yazdım geçenlerde. Sayın Aktay da “Zalimlik ve mazlumluğun ötesinde: Kürtler ve siyasal tutulma” başlığı altında yazdığı cevapta özellikle iki noktada eleştiri getiriyor ve”Peki, kendini muhalif, mağdur ve mazlum sayan bir hareketin eleştirilere karşı aşırı alınganlığı, hâlâ yeterince onaylanmamış ve tamir edilmemiş bir kırıklığın mı ifadesi yoksa artık göreli bir iktidar hissinin kibriyle mi ilgilidir? Eminoğlu’nun ‘yıllardır beğenerek okuduğu bir yazar nasıl olmuş da bir anda ‘akıl ve vicdan tutulması’ içinde görülebilmiş? Bir insanda bu kadar büyük değişim olur mu?” diye soruyor.
 
Bu sorular S. Abdühamit’ten günümüze istibdadı ve Cumhuriyet’in biz Kürtlere karşı uygulama ve söylemlerini yarım ağızla reddedip ama yumuşatarak savunan dindar Türk kardeşlerimizin biz Kürtlerde sebep oldukları handikapları irdelememe neden oldu. Aktay’ın sorularını bu bağlamda cevaplarsam sanırım daha açıklayıcı olur. Türk kardeşlerimizin kendi kardeşlerinin ilahi-doğuştan gelen haklarını net bir tavırla savunmamalarının sonuçları:
 
1-Kürtlerde kırgınlığa ve tepkiselliğe neden oluyor. Olayımızda Aktay “Selam tartışması”nda hemen Diyanet’in yanında pozisyon alıyor. Evet ben de şimdiki başkanın iyiniyetli olduğuna inanıyorum fakat yapısal ve zihinsel hiçbir değişime uğramayan diğer devlet kurumları gibi Diyanet’te de pek değişen birşey yok henüz. Örneğin 28 Şubat döneminde başörtü yasağına karşı çıkmayan Diyanet, sekiz yıldır İstanbul Sultanahmet- Beyazıt Ramazan Kitap Fuarı’nda dindar kimlikli Nûbihar Yayınlar’ını Kürtçe olduğu için almıyor. Derdimiz “selam” ya da “slav” değil. Nûbihar’ın fuara alınması da değil. Ama Diyanet’in Kürtleri, Şafileri ve Alevileri dışladığını kabul edin. Bunu inkâr değil, ikrar edin. Biz de sükut edelim.
 
2-Kürtlerde çoğulculaşmaya engel oluyor. Çünkü Kürtlerin kendilerini özgürce ifade edebileceği alanı daraltıyor. TV Net’te dinlediğim Prof.Dr.Mücahit Bilici’nin şu tesbitleri sanırım açıklayıcıdır:”Türkiye’de Türklerin Türk olma hakkı var, bir de Türkçü olma hakları var. Kürtlerin böyle bir imkânları hiçbir zaman olmadığı için Kürt olanlar Kürtçü olarak etiketlendiler. Kürdüm diyene Kürtçü dediğimiz ve Kürtçü olmak istemeyenler Kürtlükten geri çekilmek zorunda kaldıkları için geriye sadece Kürtçülük yapanlar kaldı. Bu anlamda PKK devletin Kürtleri inkâr politikalarının yol açtığı zorunlu temsilci konumuna gelmiş durumdadır. Kürtler Kürt olarak başını çıkardığı an Kürtçü etiketini yiyor. Onun için ben bugüne kadar Kürt sorunu üzerine pek fazla birşey söylemedim. Sırf bu tür bir etiket yememek için.” Aktay, Nûbihar camiasının dindar olduğunu bildiği halde, yazımı alınganlığa; alınganlığı, mazlumiyetten oluşmuş iktidar hissinin kibrine ve Kürt siyasal hareketine, bunu BDP’ye ve BDP’yi de tahmin edeceğiniz gibi götürüp PKK’ya bağladı.
 
3-Kürtlerle inanç değerleri arasında yabancılaşmayı doğuruyor. Ortadoğu’nun belki de en dindar toplumu olan Kürtlerin -özellikle Türkiyeli olanların- yeni nesli, eskiden beri öz-dinî bilgi kaynakları olan ve Cumhuriyet’le beraber engellenen medreselerinden dinlerini öğrenemedikleri için sahih dinî bilgiden mahrumdurlar. Resmî devlet ideolojisi çerçevesi dışına çıkamayan Diyanet’e ve dindarların tavırlarına göre dini değerlendiriyorlar haliyle. Onun için Yeni Şafak yazarlarından Hilal Kaplan H.Karaman’ın Kürtleri sığıntı olarak gösterdiği “Kundakçı” yazısını eleştirirken soruyordu: “Dine oldukça mesafeli, yer yer düşman bir hareket bu halkın (Kürtlerin) içerisinde karşılık bulduysa bunda biraz da Müslüman alimlerimizin aynaya bakıp kendilerine sormaları gereken bir yön yok mudur?”
 
4-Kürtleri hayalkırıklığına uğratıyor. Tıpkı 100 yıl önce Kürtçe eğitim öngören projesi için İstanbul’a gelip S. Abdulhamit’e müracaat eden ve bu nedenle tımarhaneye atıldıktan sonra nezarethanede Zaptiye Nazırı Şefik Paşa’ya: “Kürdistan’da iken sizi iyi bilirdim. Bu ahval sizin içyüzünüzü bana iyi öğretti. Bahusus tımarhane bu metinleri bana iyi şerh etti. Hem de bu hallere teşekkür ederim. Zira sûizan makamında hüsnüzan ederdim. (Suizan edeceğimiz yerde hüsnüzan ediyormuşuz)” diyen B.S.Nursi’nin uğradığı hayalkırıklığı...
 
Bediüzzman Osmanlı mahkemesinde “Biz ki Kürdüz, aldanırız fakat aldatmayız. Bir hayat için yalana tenezzül etmeyiz” diyerek Kürtlerin iki yüz yıla hatta -kendisinin bir beyanına göre- beş yüz yıla varan uyku ve aldanma gerçekliklerine göndermede bulunarak bir daha aldanmamalarını tembihleyen ince mesajını da özellikle zikretmek gerekir bu bağlamda.
 
Aktay için zikrettiğim “Kürtçe’yi tarzanca konuşabiliyor” ifadem şık olmadı gerçekten. Ama yazdığı iki yazıda “Nûbihar” ismini iki defasında da “Nîbahar” şeklinde yanlış yazması oldukça dikkat çekiciydi.
 
Aktay son olarak “Bir görüşten yola çıkarak bu kadar kesin ve kıyıcı hüküm inşa etmekten kaçınmak gerek. Yarın birbirimize bakacak bir yüzümüz kalsın” diyor. Evet Sayın Aktay, biz de Üstad Nursi’nin Medresetü’z- Zehra-Üniversitesi projesi sebebiyle tımarhaneye ve İttihad- Terakki yönetimince de hapishaneye atılmasından sonra hayalkırıklıklarını kaleme aldığı “İstanbul’a Vedaname”sinde söylediğini söylüyoruz:”Şayet büyük sorumluluklar, ulvi gayeler ve hadiselerin yarın ne getireceği düşünülmeseydi, nefsimin isteklerine kavuşmasına yol verirdim. Bazı şeyler de var ki gizliyorum; şayet onları da söylersem, barış için bir yer bırakmamış olurum.”