Cumhuriyet yazarı Tayfun Atay, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş'ın "Sekülerizm, yani dünyevileşme ve hiçbir değer tanımama kıskacında debelenen insanlığa ulaştırmak için her zamankinden daha çok çalışmamız gerekiyor" açıklamasına tepki gösterdi. "Laik Cumhuriyet, dini tasfiye etmemiş, Diyanet’le ulusal çerçevede 'tanzim' etmeye çalışmıştı" diyen Atay, sözlerine "Ama şimdi Diyanet, laik Cumhuriyet’i tasfiye etme yolunda harıl harıl koşturuyor diyenlere hayır demek zordur. Hele ki sekülerizmi 'hiçbir değer tanımama' sayan bir akıl, işin başındayken" diye devam etti.
Tayfun Atay'ın "Diyanet neden kurulmuştu?" başlığıyla yayımlanan (22 Eylül 2017) yazısı şöyle:
Kendilerini “Atatürkçü Cumhuriyetçi” olarak tanımlayan dokuz ilahiyatçının Diyanet’i laikliğe, Atatürk’e, Cumhuriyet’e sahip çıkmaya çağırması, (sayısal açıdan) yükte hafif gibi görünse de pahada gayet ağır bir yerinde çıkıştır. Yerindedir, çünkü Diyanet laik Cumhuriyet’in var ettiği bir kurumdur. İlahiyat hocalarımız, Diyanet’i İslam’ın farklı yorumlarına mensup bütün Müslümanlara ve ayrıca tüm farklı inanç sahiplerine yönelik ayrımcı tutum ve uygulamaların son bulması için de gayret göstermeye çağırmış. Bu da hep yazdığımız bir husus; “çoğul” bir toplumun laik devletinde resmi bir din kurumu olacaksa ancak böyle olabilir. Elbette bu söylenenler “naiflik” olarak görülecektir. Çünkü bugünden bakıldığında laik Cumhuriyet’i kuranların nasıl olup da dini bu kadar devletin göbeğine bağladıklarını anlamak kolay değildir. Çünkü bugün, 100 bini aşkın çalışanıyla “laiklik düşmanı” devasa bir kurum haline geldiği izlenimini hepimize bol bol sergileyen bir Diyanet vardır. Peki, laikliği rejimin olmazsa olmazı kılmış bir siyasi irade, bugün onun başını yiyecek noktaya gelmiş bu kurumu neredeyse Cumhuriyet’le yaşıt şekilde (3 Mart 1924) neden, ne amaçla var etmiştir?
***
Cevap arayışında en önemli ipucu, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın hilafetin kaldırılmasıyla aynı gün hayata geçirilmiş olmasıdır. Bu, “İslam enternasyonalizmi” (Panislamizm) iddiasından vazgeçip “nasyonal”, yani ulusal bir İslam arayışına yönelmeyi yansıtan en çarpıcı örnektir. Cumhuriyeti kuranlar, kendi bindikleri dalı kesecek kadar ne yaptığını bilmez insanlar değildi. Onlar, (ne kadar mümkün olup olmadığı tartışması bir kenara) İslam’ı ulusallaştırmak, “ulus-devlet” (Cumhuriyet) sınırları dışına taşmayan biçimde yeniden yapılandırmak istediler. Ve tüm Müslümanlar için bağlayıcı ideal ve iddiaya sahip, İslam adına “evrenselci” halifelikten vazgeçerken nasıl modern ulus-devlet parametresiyle (kural ve ilkeleriyle) hareket ettilerse, Diyanet’i hayata geçirirken de aynı parametreden hareket ettiler. Modern toplumu var eden temel dönüşüm dinamiklerinden biri, dinde reformdur. Reform hareketi, Katolikliğin evrenselci anlayışına karşı dinin (Hıristiyanlığın) ulusallaşması sonucunu da doğurmuştur. Bu, Türk modernleşmesinin öncü siyasi kadrolarının esin kaynağını oluşturdu. O yüzden halifelik gibi “evrenselci” ve “enternasyonalist” bir kurum kaldırılırken dinde ulusallaşmanın arayışına gidildi. Kur’an’ın ve ezanın Türkçeleştirilmesi yolundaki girişimler bu arayışın sonucu olduğu gibi Diyanet İşleri Başkanlığı da aynı arayışın sonucudur!..
***
Diyanet, ulus-devlet Türkiye’nin, İslam’a da ulusal temelde yeni bir biçim ve içerik verme hedefiyle kuruldu. Ancak hilafetin kaldırılması dış (Müslüman) dünya ile bağın kopması açısından isteneni sağladıysa da İslam adına ülke içinde mevcut karmaşa ve darmadağınıklık, herkese hitap eden bir “ulusal İslam” var etme yolunda büyük zorluk yarattı. Mezhepler, tarikatlar, cemaatler, halk inançları… Diyanet bu malzemeden bir “Türkiye İslam’ı” çıkarma yolunda, modernitenin olmazsa olmazı “okuryazarlık” ilkesiyle de buluşabilecek elde mevcut tek seçenek olan “kitabî” (yazılı-basılı) Sünni birikime yöneldi. İşte bu, yukarıda sözünü ettiğimiz reformist hedef bakımından ciddi bir açmazdı. Çünkü Osmanlı’yla bağlaşık Sünniliğin resmî, (dolayısıyla “millî”) bir tercihe dönüşmesi, Diyanet’in zaman içerisinde Cumhuriyetin kuruluş ideallerinden çok Osmanlı-İslam anlayışını kültürel, toplumsal, siyasal çerçevede idealize eder hale gelmesine yol açtı. Böylece “çoğulcu” bir ulusal din arayışından, Sünni ve Hanefi kesime hitap ederek ulus-devletin kimliğini dinselmezhepsel bakımdan daralmaya uğratan, laik kimliği de yıpratan bir noktaya gelindi.
***
Sözün özü, laik Cumhuriyet, dini tasfiye etmemiş, Diyanet’le ulusal çerçevede “tanzim” etmeye çalışmıştı. Ama şimdi Diyanet, laik Cumhuriyet’i tasfiye etme yolunda harıl harıl koşturuyor diyenlere hayır demek zordur. Hele ki sekülerizmi “hiçbir değer tanımama” sayan bir akıl, işin başındayken!..