Akrepler, Kirpiler ve TOMA'lar Diyarbakır'ın dört bir yanındaki cadde ve meydanlara dağılmış durumda. Diğer yanda ise trafik akmaya devam ediyor.
Kent merkezinde grup grup sivil ya da üniformalı polisler var. Protestolara müdahale ediliyor. Sokaklar hâlâ kalabalık; dükkanlar, pazarlar, çarşılar, yeme içme mekanları hâlâ canlı. Hatta ortalıkta tek tük yerli turist dahi var.
Karanlık çöktüğünde devriye gezen güvenlik araçlarının tepelerindeki renkli ışıklar dönerken, mahallerde de yer yer ışık söndürüp açma, ses çıkarma eylemleri yapılıyor. Eylemleri yapanlar sonrasında evlerinin içinde ya da balkonlarında oturmaya devam ediyor.
Büyükşehir Belediyesi'nde işten çıkarmalar başlamış olsa da çalışanların büyük bir bölümü sabahları merkez bina önündeki bariyerleri geçip işlerine gidiyor.
Diyarbakır'da Büyükşehir Belediyesi'ne kayyum atanması sonrasında hayat, içinde işte böyle bir ikilik barındırıyor.
Bir yanda olağanüstü görüntüler yaşanırken diğer yanda ise Diyarbakırlılar hayatlarını olağan akışında sürdürmeye çalışıyor.
Kayyum atanmasının kentteki etkisini anlamak için, konuştuğumuz farklı kesimlerden yaklaşık 30 kişinin anlatımları, atamanın şehrin hatırı sayılır bir kesiminde destek bulmadığına işaret ediyor.
Görevden alınan yönetime destekle birlikte, bölgedeki tanımıyla 'Kürt siyasi hareketine' yönelik, özellikle 'hendekler süreciyle' ilgili eleştirilerin daha açıktan dillendirilmeye başladığını izlenimini de ediniyoruz.
Gazetecilere isim ve görüntüyle röportaj vermeyi kabul eden kent sakini oranıysa ciddi oranda azalmış. İnsanlar muhalif görüşlerinden dolayı başlarına bir şey gelebileceğine dair tedirginliklerini paylaşıyor.
Bölgenin özel sıkıntılarıyla etkisi daha da artan ekonomik sorunlar çok daha can yakıcı hale gelmişe benziyor. "Herkes ekmeğinin peşinde" lafı, kentte esnaftan en fazla duyduğumuz cümlelerden oluyor.
Ve arka fondaki olağan dışı görüntüler eşliğinde, Diyarbakırlılar için, yine çok duyduğumuz tabirle "hayat devam ediyor."
İçişleri Bakanlığı, kayyum ataması ardından Diyarbakır'daki tüm eylem ve etkinlikler için 15 gün yasak getirmiş durumda.
Polis, eylemlere tazyikli su, biber gazı, cop ve kalkanla müdahale ediyor.
Gösterilerde HDP yöneticileri ve partinin milletvekilleri ön sıralarda yer alıyor. Eylemler, geçmiş yıllarla kıyaslayacak olursak yoğun bir kitlesellikte düzenlenmiyor. Kimileri bunu eylemlerin yasaklanması ve polisin müdahalesine bağlarken kimileri ise farklı nedenlere yoruyor.
Görüştüğümüz bir kamu çalışanı, "Cizre'deki bodrumlardan sonra sokak bitti. Bu suskunluğun sebebi hukukun bittiğini bilmek" yorumunu yapıyor.
Bir yerel gazeteci "Buradaki HDP seçmeni çok bilinçli. Seçimde HDP'yi seçerek devlete bir mesaj verdi. Bu eylemlere katılmayarak da Kürt Hareketi'ne 'Biz her istediğinizde sokağa çıkacak yığınlar değiliz' mesajı veriyor. Özellikle Sur'daki çatışmalardan sonra insanlar sokağa çıkma konusunda temkinli" diyor.
Bir başka yerel gazeteci ise, "Artık sürekli kitlesel eylem olması zor. Ama şu anda bir enerji birikiyor. Öfkeyle biriken enerji bir yerde patlayabilir. Bu ne zaman, nasıl olur kimse kestiremez. 6-7 Eylül de kendiliğinden olmuştu" diyor.
Bu arada ışık yakıp söndürme ve ses çıkarma ile belediye otobüslerine ücret vermeden binme gibi farklı eylem türlerinin yaygınlaştığı da görülüyor.
Bu arada Kayapınar ilçesinde bir grubun molotof kokteylleriyle yolcularını indirdikleri bir dolmuşu yakmasına HDP'den anında sert tepki geldi.
Peki sokakta bunlar olurken belediyede ne oluyor?
İşten çıkarmaların başladığı belediyenin çalışanları tedirgin ve haliyle basına konuşmak istemiyor. Farklı görüşmelerden sonra memur statüsündeki bir çalışan, kimlik bilgilerinin yazılmaması şartıyla bizimle konuşmayı kabul ediyor.
Kendisiyle bir kafede buluştuğumuzda "Aslında bu konuda sizinle konuşmam en insani hakkım ama bunu bile gizli saklı bir şekilde yapmak zorunda kalıyorum, şu anda biri görse, bunu bile şikâyet edebilir" diyor.
Yıllardır belediyede çalıştığını, mesleğini çok sevdiğini, günde 15 saate kadar çalışmalarına rağmen ekstra mesai talebinde bile bulunmadığını anlatıyor.
Anlatımına göre, 2016'da belediyeye ilk kayyum atandığında, o ana kadarki projeler durduğu için bir süre hiç çalışamamış.
O dönem işe alınan ve siyasi olarak ağırlıklı şekilde hükümete yakın kadrolarla aralarında, onun departmanında sorun yaşanmadığını ekliyor.
"O dönem en büyük mobbing üretememekti" diyor ve açıyor: "Hizmetleri vadettiğimiz insanlara ulaştıramadık, onlara o güveni vermiştik, mahcup hissettim."
Bu süreçte istifa edenler olmuş. "Biz arada kalanlardık" diyor çünkü bir yandan yönetimle ilgili sorunlar yaşanırken bir yandan da bazı kesimler "Niye istifa etmiyorsunuz" diye o ve onun konumundakileri eleştirmiş. "Ama benim için şehir önemliydi, insanlar önemliydi" diye açıklıyor tavrını.
"Ha atıldık ha atılıyoruz" diye aylarca bekledikten sonra hiçbir gerekçe gösterilmeden açığa alındığını söylüyor.
Aylarca işsiz kalmış, yurtdışına çıkış yasağı getirilmiş, iş akdi feshedilmediği için başka yerde de çalışamamış. 31 Mart yerel seçimleri ardından tüm açığa alınan çalışanlar gibi o da yeniden işe alınmış.
"İstanbul seçimlerini kaybettiklerinde bunun hıncını kesinlikle Kürtlerden alacaklar diye düşündüm" sözleriyle kayyumu tahmin ettiğini belirtiyor.
Kayyum sonrası yaşananları ve belediye içindeki atmosferi ise şöyle aktarıyor:
"Olayı basından öğrendim ve Pazartesi işimize gittik. İşe başladığımda yeni bir proje hazırlamıştım ama şimdi belediyede yeni projelerin hepsi durdu.
"Bütün arkadaşlarım tedirgin. Hangi kritere göre insanları açığa alıyorlar, atıyorlar o da belli değil. Açığa alınanların hepsi HDP destekçisi de değil.
"Benim için önemli olan maaş alıp almamak değil. En önemli mesele projeler kapsamında insanlara vadettiğimiz şekilde sorumluluğumuz yerine getirememek.
"Belediyede şu an ölüm sessizliği var. Kurbanlık koyun gibiyiz. Hangimizi atacaklar, hangimizin evi basılacak, şu an bile bilmiyoruz. Daha önce açığa alınıp geri gelenler yeniden açığa alınmaya başladı.
"Hepimiz aynı zamanda gözaltına alınma tedirginliği yaşıyoruz. Ben ilk günlerde çocuklarım böyle bir şeye şahit olmasın diye onların evden başka yere gönderdim. Gözleri önünde bir şey olup kinle büyümelerini istemiyorum. İşim askıya alınırsa ne yapacağımı bilmiyorum. İnsan yaşamaya devam etmek zorunda."
Diyarbakır'da olağan dışı görüntülerin en fazla yaşandığı yerlerden biri de Halkların Demokratik Partisi'nin (HDP) Bağlar'daki İl Başkanlığı binası.
Aralarında milletvekillerin de bulunduğu bir grup partiliye, bina girişindeki polis müdahalesi görüntüleriyle gündeme gelen merkezin çevresinde, onlarca polis ve güvenlik araçları bekliyor.
İçeriden dışarı bakarken bir partili bize dışarıdaki bir polis aracını göstererek, "Eskiden beyaz Toroslar vardı, şimdi bu beyaz Toyota pikaplar var. Gözaltılar için kullanılıyor" diyor.
İl binasında görevden alınan belediye başkanı Selçuk Mızrak'lıyla görüşüyoruz.
Mızraklı öncelikle göreve 16 Nisan'da başladığını ama hakkındaki soruşturmaların hepsinin daha önceki tarihlerde açıldığını belirtiyor ve "İçişleri Bakanlığı'nın bunlardan ötürü bir tasarrufu var idiyse YSK'ya başvurması ve siz bu nedenle mazbata vermezsiniz demesi gerekirdi" diyor.
Soruşturmalarla ilgili detaylı bilgisinin olmadığını söylüyor Mızraklı: "Adli soruşturmaların hiçbirisinde ben daha ifadeye çağrılmadım. İdari soruşturmalarsa bana tebliğ dahi edilmemiş. Basından öğrendim."
PKK'nın belediye yönetiminde söz sahibi olduğu ve buraya kaynak aktarıldığını eleştirileriyle ilgili soruya Mızraklı şu cevabı veriyor:
"Bizim beraber çalıştıklarımızın hemen hemen yüzde 98'i kayyumla çalışmış olan kadrolar. Siz hukuksuz veya yasadışı bir işlem yapsanız bunu ihbar edebilecek insanlar vardır. Ayrıca israf, savurganlık olmasın diyen bir anlayış bir yerlere transfer yapabilir mi? Kayyum döneminin özel kalem için o dönem 100 lira harcanırken şimdi bir liraya düşürdük"
Mızraklı, "Şehit yakınlarını işten çıkardılar" iddiasını sorduğumuzda ise o insanlarla kesinlikle bir sorunu olmadığını, kayyum döneminde işe alınan yaklaşık 2000 insandan 50-60'nın işten çıkarıldığını bunların rüşvet, irtikaf, hırsızlık gibi nedenlere dayandığını öne sürüyor:
"Örneğin Ulaştırma Dairesi'nde oksijen tüplerini çalarken yakalanan kişiler işten atıldılar. Karayollarında çalışırken hiç işe gelmeyip, takım elbise kravatla gelip ayak ayak üstüne atıp 'Ben işe gitmem' diyenler işten atıldı."
Türk bayrağının belediyedeki farklı kullanım alanlarından kaldırıldığı da yeni yönetimin eleştirileri arasında.
Bu eleştiriyi sorduğumuzda "O bayrak en az onların bayrağı olduğu kadar benim de bayrağımdır. Resmi kurum mahiyeti olan yerel yönetimlerde şüphesiz ki bayrak bulunur, olması gereken her yerde bayraklarımız vardı. Bazı yerlerde Mustafa Kemal Atatürk'ün fotoğraflarının indirilip başka fotoğraflarının takıldığını da gördük. Ama kalkıp da ben bunu siyasi malzeme yapmam. Bayrağa saygısı olanlar kamu kaynaklarını israf etmezler" diyor.
Eylemlere katılımın neden yüzlü sayılarda kaldığını sorduğumuz Mızraklı, polisin ellerinde çakıl taşı olmayan insanları bile darp ettiğini, buna rağmen gelen kalabalığın anlamlı olduğunu belirtiyor ve "Yarın, bu hafta sonu bu kentte bir referandum yapalım" deyip ekliyor: "O referandumda bu kayyum kararını verenler seçimlerden daha yüksek mi bir karşılık bulurlar daha düşük mü bir karşılık bulurlar? Bunu kendi tabanlarının dahi bunu bir hüsnü kabulle karşılamadıklarını görecekler."
Bu arada BBC Türkçe olarak Diyarbakır Belediye Başkan Vekili Hasan Basri Güzeloğlu'na röportaj talebinde bulunduk. Değerlendirmeye alınan taleple ilgili henüz bir gelişme olmadı.
Ertesi gün, Elazığ Caddesi'ndeki Adalet ve Kalkınma Partisi Diyarbakır İl Örgütü'ne gidiyoruz.
Binanın içinde güvenlik önlemleri artırılmış. Partinin Diyarbakır İl Başkanı Serdar Budak'la görüşüyoruz.
Budak "Atamayı bekliyor muydunuz?" sorusuna şu yanıtı veriyor:
"Biz, kayyım bekleniyordu desek çok doğru olmaz ama HDP kanadı bekliyordu. Seçim öncesindeki propagandalarını bu minval üzerine kurmuşlardı. Biz nereye gidiyorsak onlardan şunu duyuyorduk: 'Seçimde biz Pazar günü kazanalım, Pazartesi günü zaten kayyım atanır'. Yani bu şekilde vatandaşa şu mesajı veriyorlardı; 'Biz hem oyumuzu alalım hem de zaten hizmetten mahrum kalmazsınız."
HDP'nin bundan ne fayda sağlayacağını sorduğumuzda ise partinin iktidar olmak istemediğini muhalefette kalmak istediğini söylüyor.
Mızraklı'ya iktidarın eleştirilerini sorarken Budak'a da muhalefetin eleştirilerini soruyoruz. "Velev ki bazı sorunlar var, seçimden kısa bir süre sonra kayyum atama yöntemi bir çözüm mü?" sorusuna cevabına "Devlet şunu artık çok açık, net söylüyor, teröre geçit yok" sözüyle başlıyor ve ekliyor:
"Terörle ilintilerinizi kesin. Devlet buna müsaade etmez. Teröristin önünde saygı duruşunun bir mantığı var mı? Bu adam bu devlete kurşun sıkmış. Veya Türk bayrağı hepimizin bayrağıdır. Bu kayyumlar, bu belediyeler Kürttür diye atanmıyor."
"Peki böyle bir algı oluşur mu?" sorusuna "Doğrusu öyle bir algı oluşmaz" cevabını verip devam ediyor: "Bizim, AK Parti'nin Kürtlere bakışı çok nettir. Sayın cumhurbaşkanımız ta 2005'te söyledi, 'Varsa bir Kürt sorunu o sorunu çözmekle mükellefiz' dedi ve hamdolsun sorunların yüzde 99'u çözüldü."
"Peki kayyum atanacaksa bile soruşturmaların tamamlanıp, somut deliller ortaya konulup, suç netleşince yapılması doğru olmaz mıydı' eleştirilerine ne diyorsunuz?" diye soruyoruz.
Budak cevaplıyor: "Ben tabii işin hukuki boyutunu çok iyi bilmiyorum, ne desem doğru olmaz. Bu bilgiler somut yani şahsen ben iyi biliyorum ama hukuki dayanakları nedir, o biraz da hukukun işi. Benim şimdi söylediğim şeyler doğru olmayabilir ama sokaktaki vatandaşa da sorsan bilir."
"Peki sizin bildiklerinizi neler?" sorusuna ise şu cevabı veriyor: "Adamın belediyede hiçbir vasfı yok, sıradan vatandaş gibi ama sağa sola vatandaş gibi emirler yağdırıyor. Adam belediye meclis üyesi değil ama belediye meclis üyesiymiş gibi davranıyor. Gerek ülkeler gerek kurumlar yasalarla yönetilir. Siz geldiniz burada misafirsiniz, burada parti başkanı gibi davranabilir misiniz? Ama orada öyle davranılıyordu. Çok somut bu."
Kürt sorununun çözülmediğini belirttiği yüzdelik birlik kısmıylala ilgili olarak şunları söylüyor:
"Ben bir Kürdüm. Bütün Kürtler bunu ister. Huzurlu bir yaşam ve kendimiz gibi olan bir yaşam. Her insan kendi diliyle konuşmak ister, ana diliyle konuşmak ister, eğitim, öğretim yapmak ister. Devrimler yapıldı, anadilde eğitim de anayasal problem, belki o da gerçekleşecekti. 7 Haziran'da onun da umudu doğmuştu aslında, masayı devirdiler."
İlerleyen saatlerde Diyarbakır'ın Sur ilçesindeyiz. Burası şehrinde kalbi olmakla birlikte 2015 ile 2016 yılları arasında kamuoyundaki yakıştırmayla 'hendek-barikat savaşlarına' sahne olmuştu.
Çatışmaların yaşandığı bölgedeki yıkımın ardından yeni yapı inşa faaliyetleri sürerken hemen yanı başındaki, arada beton blokların bulunduğu çarşılarda ise kepenkler artık açık.
Zülküf Yakşi, Sur'daki Kuyumcular Çarşısı'nda uzun yıllardır kasaplık yapan bir esnaf.
Dükkana gelen diğer esnaflar olayların nasıl başladığını anlatırken, en başlarda yüzünü kapatan gençlerin ellerinde molotof kokteylleriyle 'Eylem yapılacak, size zarar gelmesin' diyerek kepenkleri kapamalarını istediğini sonrasında da işlerin bambaşka bir boyuta vardığını söylüyorlar.
Çarşı o dönem aylarca kapalı kalmış ve çatışmalar sırasında bazı dükkanlar da hasar görmüş.
Yakşi bugüne kadar hep AKP'ye oy verdiğini, bir önceki kayyumun icraatlarını da beğendiğini ama kayyum atamanın doğru olmadığını düşündüğünü söylüyor:
"2002'den beridir AK Parti ve sayın Recep Tayyip Erdoğan dışında hiç kimseye oy vermedim. Adam bir şiir okudu cezaevine attılar, bu bir bedel ödemedir. Muhtar bile olamaz dediler adam küllerinden doğdu. O Kasımpaşalı, ben de Ali Paşalı, seviyorum. Fakat bir insana sevgimin saygımın çok olması, onun yanlışlarını görmeme de mani değil. Ben burada konuşurken sesimin ona gitmeyeceğini iyi biliyorum. Ama Nasrettin Hoca diyor ya belki maya tutar.
"Ben ilkesel bazda seçimle gelenin seçimle gitmesinden yanayım. Bana sorarsanız şık olmadı. Burada beş ay önce seçilen belediye başkanının yüzde 60 küsür halktan aldığı bir oy var. Bu insanların terchinin beş ay sonra yok sayılmasını ben doğru görmüyorum.
"Ben burada bir esnaf olarak şuınu görüyorum. İnsanlarımız kırgın. Gerçekten AK Parti'ye gönül vermis insanlar bile bunu şık karşılamadılar. Ben hiç bir seçimde onlara oy vermedim ama bu, yapılan haksızlığa da haksızlık değildir demeyi gerektirmiyor.
"Bundan önce yine kayyum atandı. Sayın Cumali Atilla geldi. O süreçte gördüğümüz hizmet, fevkaladenin fevkindeydi. Ben bir Diyarbakırlı olarak müteşekkirim. O zaman da kayyumu doğru bulmamıştım ama yaptıkları belediyecilik muhteşemdi."
Peki Diyarbakırlı gençler ne düşünüyor? Onlarla, konuşmak üzere bir akşam geç saatte, kentin modern bölümlerinden Dicle Kent'teki farklı kafelerde masa masa dolaşıyoruz.
Her selam verdiğimiz grup bizi masalarına oturmaya davet ediyor. Ancak kimse röportaj vermeye yanaşmıyor. Konuştuklarımızın hepsi kayyuma karşı çıkıyor.
En son bir gruptan Güzide Diker açıktan konuşmayı kabul ediyor.
Genç bir çevirmen olan Diker'in 2013'ten bu yana yaşadığı süreci özetlediği şu cümleler, kent sakinlerinin azımsanmayacak bir kesimi tarafından da sahiplenilecek cinsten gibi gözüküyor:
"2015'e kadar Diyarbakır'da bir barış havası vardı. Sonra çatışma sürecinde 90'lara geri döndük gibi oldu. Çatışmaların sesi, haberler psikolojik olarak sizi çok etkiliyor. O zamanlar hayatımda ilk kez panik atak geçirdim. Ondan sonra darbe girişimi oldu, sonra da OHAL süreci... Bu yerel seçimlerden sonra ise tekrar normalleşme sürecine gireriz hatta belki yeni bir çözüm süreci başlar diye düşündüm. Ama kayyumun atanmasından sonra bu umut gitti."
Diker kayyumu hem yaşadığı Bağlar ilçesinde hem de Büyükşehir için deneyimlemiş:
"Ben yerel seçimlerde oyumu Bağlar'da, HDP için kullandım. Ama KHK ile ihraç edildiğinden dolayı belediye başkanı olamadı. Bu karardan sonra belediye AK Parti adayına verildi. Yüzde 67 gibi bir oranla HDP kazandı ama başka bir partiye verildi.
"O zaman ben çok çok üzgün hissettim. 'Ben niye oy kullandım ki' dedim. Pazartesi günü de kayyum atamasından sonra Diyarbakır'da insanları görecektiniz, herkes çok çok üzgündü. Oylara saygı gösterilmiyorsa seçim yapılmasın."
Türkiye'nin Batı kentlerindeki bazı muhalif genç çevrelerinde konuşulan 'yurtdışına taşınma' fikrinin burada da yayıldığını söylüyor Diker:
"Kiminle konuşsam "Bu ülkeyi terk edip gidelim artık" diyor çünkü kendimizi ifade edemiyoruz, normal bir yaşam sürdüremiyoruz. Pazartesi ben de çok sinirliydim sonra fikrim değişti. Diyarbakır'ı çok seven bir insanım. Bu olumsuzluklar etkiliyor bizi ama hayat da devam da edecek."
Batıdaki gençlerden daha fazla anlayış beklediklerini söylüyor Diker ve şu örneği veriyor:
"İstanbul seçimlerinde herkes Mart'ta oyunu kullandı olmadı, Haziran'da da kullandı. İmamoğlu belediye başkanı oldu. Şimdi İstanbul belediyesine kayyum atansa kendilerini nasıl hissederler diye sorarım. Burası Diyarbakır diye farklı bir yer değil, bizim de oy hakkımız var, onların da oy hakkı var. Onların oy hakkı ellerinden alındığı zaman ne hissedeceklerse biz de şu anda onu hissediyoruz."
Diyarbakır'da farklı siyasi görüşlere rağmen temel beklentiniz ne sorusuna verilen cevaplarda benzer kelimeler kullanılıyor: 'Huzur', 'normalleşme', 'barış', 'kimliğe saygı'...
Sur'dan esnaf Zülküf Yakşi "Valla Diyarbakır çok bir şey istemiyor. Her şeyin sahip olduğu huzuru istemek çok şey istemek midir?" diyor.
Siyasi görüşleri ne olursa olsun Diyarbakırlılar kentlerini seviyor, Kürt etnik kimlikleriyle gurur duyuyor ve huzuru arıyor.
Ama kabaca söylemek gerekirse kimilerine göre huzuru "asıl olarak halkın iradesini hiçe sayan hükümet kaçırıyor" kimilerine göre ise "temelde PKK ve onunla arasına mesafe koymayan HDP".
Bu durumda, Diyarbakır'ın huzura ne zaman kavuşacağını tahmin etmek çok zor olsa da sürekli ülke gündeminde olacağını kestirmek zor olmasa gerek.
Siyasi partiler HDP'li 3 büyükşehir belediye başkanının görevden alınmasını nasıl değerlendiriyor?