Diyarbakır
Diyarbakır’ın sokaklarında önümüzdeki günlerin neler getirebileceğini konuşurken, Sur’daki evlerinden ayrılmış ahalinin beklentilerini dinlerken, yetkili isimlerden şehrin durumu hakkında bilgi alırken, Cizre’de travmatik bir yıkıma uğramış mahallelerine, evlerine dönenlerin şaşkınlıkla karışık çaresizliklerine tanıklık ederken bir hayalet kendini gösteriyor. Gelecek günler, beklentiler, çaresizlik, umut… Duygular, durumlar karmaşası içinde ‘belirsizliğin’ epey baskın biçimde hissedildiğini söyleyebilirim. Sokaktaki insandan sıcak gündemin bilgisine sahip bölgedeki gazeteciye, belediye başkanına kadar konuştuğumuz herkesin önümüzdeki günlere bakışına aynı belirsizlik hakim. Bilirsiniz; hayaletler her zaman belirsizliği, sisli havaları sever. Haber Nöbeti’nin 6. grubunun ziyaretiydi. Nöbet ile gelen gazeteciler Diyarbakır’da yayın yapan gazete ve televizyonlarda birkaç günlüğüne çalışmak için iş bölümü yaparken bana Kurdsat News’ten Ferat Mehmetoğlu ile 8 Mart etkinliğini izlemek düştü. Kurdsat News, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde yayın yaparken Diyarbakır’da da temsilci bulunduran 6 kanaldan biri.
Sosyal medyada epeyce paylaşılan, üzerine #OBenimKameramanım etiketi açılan bir video vardı; ocak ayının ilk günlerinde Sur’daki sokağa çıkma yasağının kaldırılması talebiyle yapılan yürüyüşte polis bir kameramanı gözaltına almış, muhabir de onu kurtarmak için tekrar tekrar “O benim kameramanım” diyerek polise direnmiş, cesaret örneği gösterip zırhlı aracın önünü kesmeye kalkışmıştı. İşte o gazeteci Mehmetoğlu. O cesaret anını sorduğumda kameramanı Baran Ok’un infaz edilebileceği düşüncesinin aklına geldiğini, kaygılandığını anlatıyor, “Bu coğrafyada olmayan bir şey değil” diyerek. Haftanın üç günü Mehmetoğlu’nun yanında staj yapan üniversite öğrencisi kameraman hakkında, eylem sırasında gözaltına alınan 24 kişiyle birlikte 7,5 yılla 18 yıl arasında değişen hapis cezaları isteniyor. Silahlı terör örgütü üyeliği, yasa dışı gösteriye katılma, terör örgütü propagandası yapma suçlamalarıyla…
Diyarbakır’da gazeteciliğin ABC’si: Polise asla ‘zoom’ yapma!
Sağını solunu kestiremeyeceğiniz güvenlik uygulamaları, istisnai sayılamayacak gözaltılar, tutuklamalar, sürekli diken üzerinde bulunma hali… Diyarbakır’da haber peşinde koşmanın zorluklarını görmek için oranın deneyimli gazetecileriyle sahada kısa bir vakit geçirmek yeterli: “Fotoğraf çektiğinde objektifini asla polise tutup zoom yapma” diyorlar mesela, “olay esnasında polis varsa da geniş açıyla çek.” Polis kendisine zoom yaptığınızı fark ettiğinde eğer çok şanslıysanız, elinizdeki makineyi alıp fotoğraflarınızı silmesiyle olayı atlatabilirmişsiniz. Fotoğrafların polisi hedef haline getirdiği düşünülüyor çünkü. “Etrafı daha iyi görmek için asla çatıya çıkıp çekim yapma” diyorlar mesela. Çünkü önünüz açık ve çatılardaki keskin nişancıların hedefindesiniz...
Gazeteciliğin zorlukları gibi, haberin girişindeki hayalet de kendini kısa sürede gösteriyor. ‘Batı’ ile birlikte yaşama amacının, motivasyonunun fazlasıyla zayıflaması, ‘barış’ın anlamsızlaşması… Ortalıkta dolaşan hayalet bu. Bugünlerde yaşananlar hakkında konuşulurken ‘Batı’da 1990’lar benzetmesi yapılması sıkça karşılaşılan bir durum. Diyarbakır’dan, Cizre’den baktığınızdaysa bugünlerin 1990’lardan farkı daha çok dikkat çekiyor. “1990’larda faili meçhuller vardı, şimdiyse her şeyin faili belli” sözlerini duyuyorsunuz mesela. ‘Hendekleri barikatları kaldırma’ meselesiyle açıklamanın hafif kalacağı boyutlarda bir yıkıma uğramış, top atışlarıyla harabeye dönüşmüş Cizre’deki evine dönen herkes ayrı bir travmatik olayla karşılaşıyor; kapısından odasındaki televizyonuna kadar kırılıp dökülmedik yer kalmaması, kadın iç çamaşırlarının sergilenmesi, “kızlar biz geldik yoktunuz” gibi hakaret içeren duvar yazıları… Gezerken aklınıza gelen “Bu nasıl bir ruh halidir, neden bunlar yapılır?” türünden soruların yanıtı çoğu kişiye göre aynı; sindirme politikası. Aslında bunları görmek için Cizre’ye, Diyarbakır’a gitmenize gerek yok. Bir gazetecilik başarısı olarak kabul edilebilir; yasak kalktıktan hemen sonra buradan görüntüler, fotoğraflar, videolar, tanıklıklar tarihe not düşülürcesine çeşitli yayınlarda haberleştirildi, sosyal medyada epeyce paylaşıldı.
Fakat ancak bölgeye gittiğinizde görebileceğiniz dikkat çekici durumlar da var. Buradakilere göre 14 Aralık bir dönüm noktası. Bu tarih operasyonlarda TSK’nın, tankların devreye girdiği tarih. Kimsenin beklemediği bir olay. O andan itibaren operasyonlarla ilgili her şeye hükümetin değil askerin karar verdiği konuşuluyor. İşin dikkat çekici kısmıysa bu duruma rağmen herkesin bir ‘Erdoğan’ ve ‘Saray’ kodlamasına sahip olması. Yaşananların sorumlusu olarak askeri değil de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı görmeleri.
Bugünlerin 1990’lardan farkını gösteren diğer bir dikkat çekici durum uzun süreler sokağa çıkma yasağı ilan edilen, boşaltılan, harabeye dönmüş yerlerden ayrılan halkın Batı’ya göç etmemesi. Evlerinden ayrılanlar akrabalarının yaşamasına karşın Batı’ya göç etmeyi değil; komşularının, çevre ilçelerdeki, şehirlerdeki akrabalarının yanında ya da belediyenin tahsis ettiği evlerde kalmayı tercih etmiş. Yasaklar kalkınca yıkılmış dahi olsa evlerine dönmeyi istiyorlar. İlk bakışta olumlu çağrışımlar yapabilecek bu davranışı hayırlı şeylere yormak biraz zor. Önemli bir nedeni Batı’yla birlikte yaşama isteğinin fazlasıyla zayıflamış olması. Az önce sözünü ettiğimiz hayalet… Diyarbakır Belediyesi eş başkanları Gülten Kışanak ve Fırat Anlı, evlerinden ayrılanların burada kalarak en fazla devletle karşı karşıya geleceklerini ama Batı’ya göç ederlerse komşularının bile kendilerine düşman gözüyle bakacaklarını düşündüklerini anlatıyor.
Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) Diyarbakır Şube Eş Başkanı Ramazan Kaval ‘Yaşasın halkların kardeşliği’ sloganının eylemlerde en fazla atılan slogan olduğunu fakat artık hiç atılmadığını söylüyor. Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eş Başkanı Hatip Dicle’den kitlesel gösterilere, toplantılara gençlerin katılımlarında önemli bir düşüş yaşandığını duyuyoruz. “Artık hep kır saçlı kişileri görüyoruz” diyor. ‘Batı’da yer yer, “HDP’ye güven azalıyor, eylem çağrılarına insanlar uymuyor” şeklinde yorumlanışına rastladığımız durum aslında yine bir vehamete işaret ediyor, o hayalet beliriyor: Gençler arasında demokratik tepki kanallarının işe yarayabileceği fikri hızla kayboluyor. “İyi de gençler neredeler, ne yapıyorlar peki?” sorusuna verilen yanıtlar, en azından küçümsenmeyecek bir bölümü için, Selahattin Demirtaş’ın önceki haftalarda HDP grup toplantısındaki “Silopi'de 27 gün sokağa çıkma yasağından sonra 500 genç dağa çıktı” açıklamalarıyla benzer. Durum böyleyken yukarıda sözü geçen ‘sindirme politikasının’ sonucunun ‘işe yaramasını’ beklemek kolay değil; ‘Batı’dan bakıldığında görülmek istenmeyen fikirlerin, duyguların buraya geldiğinizde, bu ortamda kendini sürekli yeniden ürettiğini görüyorsunuz. Operasyon öncesinde hendeklere yönelik azımsanmayacak bir eleştirel bakışın, yaşanan travmatik yıkımın ardından büyük ölçüde devlete yönelmesi gibi… Yakın bir geçmişe kadar ‘Barış’ lafı insanların ağzından düşmezken, Kışanak’ın aktarımıyla, Kürt annelerinin ilk kez asker ve polis ölümlerine üzülmemesi gibi…
Manzara iç karartıcı. İnsan ister istemez iyimserliğin ipuçlarını arıyor. Kürt illerindeki operasyonların, Batı’da patlayan bombaların arasında bugüne baktığımızda rastlamasak da tarihte bazı ipuçları bulmak mümkün. Siyasetin dinamikleri günümüze kadar her an her şeyin olabileceğini fazlasıyla gösterdi ne de olsa. 28 Aralık 2011’de Roboski katliamı yaşanmış, ardından 2012 Ağustos’unda PKK, Şemdinli Çukurca hattında ‘son büyük savaş’ dediği saldırılara girişmişti. ‘Barış’, ‘çözüm’ gibi şeyler kimsenin aklının ucundan geçmiyordu. Fakat kısa zaman sonra, 28 Aralık 2012’de Erdoğan bir televizyon programında Öcalan ile görüşmeler yapıldığını açıkladı. 2013 Newroz’unda Öcalan’ın, PKK’nın Türkiye sınırlarından çekileceği, silahlı mücadelenin bitirileceği yönündeki açıklamalarına yer veren tarihi mektubu okundu… Evet, eğer kurulabilirse bugünlerin denklemi 2012’den epey farklı olacak. Fazladan bir Rojava bilinmeyeni, başkanlık bilinmeyeni var. Bombaların, operasyonların tozu dumanı hayatını kaybeden sivillerin geride bıraktığı acılara karışırken denklemi kurma yönünde herhangi bir adım görünmüyor. Fakat hayaleti siz de görüyorsunuz değil mi?