İktisadi Kalkınma Vakfı’nın (İKV) Genel Sekreteri Doç. Dr. Çiğdem Nas, Birleşik Krallık'taki referandumdan AB'den ayrılık kararının çıkmasına ilişkin olarak, "Kesinlikle aşırı milliyetçi partileri daha cüretkâr hale getirecektir ve AB karşısında daha örgütlü ve daha güçlü olmaları sonucunu doğuracaktır. Sağ partilerin AB karşısındaki yaklaşımları arasında farklılıklar olsa da bir siyasi ittifak içine gireceklerdir." dedi. Türkiye - AB ilişkilerinde uzmanlaşmış bir sivil toplum ve araştırma kuruluşu olan İKV'nin genel sekreterliğini yapan Nas, "İngiltere'de göçmen sayısındaki artış kültürel bir tehdit olarak görülüyor. AB de bu tehdidin asıl kaynağı olan çok kültürlü ve müdahaleci bir yapı olarak algılanıyor" diye konuştu
Nas, İngiltere'nin iki yıllık bir süreç içinde ayrılacağını belirterek, "İki yıllık süreçte AB'den çıkışın koşullarını belirleyecek bir anlaşma müzakere edilecek. Bu da yeni bir pazarlık sürecini getirecek" dedi.
Nas’ın T24’ün sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
Avrupa Birliği projesi bitti mi?
Önemli yara aldı ama bitmez. AB'ye ihtiyaç devam ediyor ama kendini yenilemesi ve kamuoyu desteğini alması gerekiyor.
Birleşik Krallık’tan ayrılmayı düşünen ülkeler olur mu? "Türkiye, İngiltere yerine üye olur" yorumu yapıldı. Ciddiyeti olan bir yorum mu?
Bundan sonra AB'nin kurumsal yapısı da gözden geçirilecek ve farklı entegrasyon dereceleri ve üyelik modelleri ortaya çıkacaktır.
“Cameron, AB ile Britanya’nın özel statüsü ile ilgili anlaşmayı kesinleştirdikten sonra, Britanya’nın AB üyeliği ile ilgili referandumda “evet” oyu verilmesi için kampanyayı başlattı. Ancak, AB’den aldığı tavizler halkı ikna etmekte yetersiz kaldı.” diye yazmışsınız “Hayır” diyenler halkı ikna ederken neyi ön plana çıkardı?
Büyük ölçüde AB'nin bürokratik ve aşırı kuralcı olarak gördükleri yapısı ve göçle ilgili endişeleri ön plan çıkardılar. Özellikle İngilizlerin milliyetçi hislerine hitap ettiler ve bu referandumu bir bağımsızlık ve İngiliz olma oylamasına dönüştürdüler.
Referandum sonuçlarının Suriye’deki iç savaşının Avrupa üzerindeki en ciddi etkisi olduğu görüşü de dile getiriliyor. Göç ve mülteci konusu, bu ayrılık kararında diğer etkilere göre ne kadar ağır basıyor?
Oldukça ağır basıyor. İngiltere Schengen alanı dışında olmasına rağmen Suriye'den gelen mülteciler ve diğer AB ülkelerinden çalışmak için İngiltere'ye gelenler önemli gündem oluşturdu. İngiltere'de göçmen sayısındaki artış kültürel bir tehdit olarak görülüyor. AB de bu tehdidin asıl kaynağı olan çok kültürlü ve müdahaleci bir yapı olarak algılanıyor.
İngiliz milletvekili Jo Cox’un öldürülmesi bu oylamanın sonuçlarına etti mi? Ne kadar etki etti?
Özelikle AB'de kalma yanlılarını güçlendirdiğine yönelik bir kanı vardı. Son ana kadar bu algı devam etti. Referandum öncesinde UKIP lideri Nigel Farage'ın "AB'de kalma yanlıları önde gidiyor" yönündeki değerlendirmesi de etkili oldu. AB'den çıkma yanlıları bunun üzerine oy vermek konusunda daha ısrarcı oldular.
AB ülkelerinde medyaya yansıyan ilk tepkiler, sağcı partiler kendi ülkelerinin de ayrılması gerektiği savunurken birçok ülke lideri Birleşik Krallık’ın ayrılmasını üzücü olduğunu dile getirdi. Aynı zamanda AB’de bir Domino etkisi ihtimalinden bahsediliyor. İngiltere’nin ayrılması domino etkisi yaratır mı?
Yaratabilir ama her ülkeyi kendi kuralları ile değerlendirmek gerekiyor. İngiltere gibi AB içindeki statüsü de zaten farklı olan bir ülkenin ayrılması daha fazla mümkün olabilir ama örneğin bir İspanya için bir Hollanda için bu kolay bir tercih olamaz. Büyük ihtimalle bundan sonra AB'nin yapısı tartışmaya açılacaktır ve "Nasıl bir AB?" sorusu sorulacaktır. AB'nin reform ihtiyacı zaten tartışılıyordu ama artık kaçınılmaz hale geldi.
AB’de sağın yükselişinde bu referandum sonucunun motivasyon olarak bir etkisi olur mu? Avrupa’da sağın kazanımı olarak yorumlayabilir miyiz?
Evet kesinlikle aşırı milliyetçi partileri daha cüretkâr hale getirecektir ve AB karşısında daha örgütlü ve daha güçlü olmaları sonucunu doğuracaktır. Bunun yanında bu partilerin AB karşısındaki yaklaşımları arasında farklılıklar olsa da bir siyasi ittifak içine gireceklerdir.
Ayrılık için "İngiltere'yi iki yıllık bir süreç bekliyor" deniyor. Bu iki yıllık süreçte AB ile İngiltere arasında yeni pazarlıklar, yazınızda bahsettiğiniz İngiltere'ye getirilen özel statünün genişletilmesi ve mülteciler ve Suriye politikalarında değişiklik öngörülüyor mu?
İki yıllık süreçte AB'den çıkışın koşullarını belirleyecek bir anlaşma müzakere edilecek. Bu da yeni bir pazarlık sürecini getirecek. Mülteci konusu, Türkiye gibi ülkelerle yapılan anlaşmalarla şimdilik kontrol altına alındı. Ancak sallantıda olan Schengen alanı gibi düzenlemeler yara alabilir.
İngiltere vatandaşlarına AB ülkelerinde vize uygulamasına başlanır mı?
İngiltere'nin AB'den çıkışını düzenleyecek bir çıkış anlaşması müzakere edilecek. Bu anlaşma AB iç pazarına erişim vize gibi konuları regüle edecek. Vize uygulaması olacağını sanmıyorum.
Avrupa’dan gelen olumlu bir tepki yok. İngiltere’nin AB’den çıkması kimin yararına, hangi sorunun çözümü olması bekleniyor?
İngiltere'nin çıkışı Avrupa'yı rakip olarak gören Rusya gibi ülkeler ve Avrupa ve diğer bölgelerdeki milliyetçi ve küreselleşme karşıtı güçlerin yararına.
İKV Genel Sekreteri Doç. Dr. Çiğdem Nas’ın ikv.org.tr'de yayımlanan ‘8 soruda Brexit: Birliğin en aykırı ülkesi kritik dönemeçte’ başlıklı yazısı şöyle:
1-Britanya neden AB üyeliğinden çıkıp çıkmamayı oyladı?
İngiltere Başbakanı David Cameron, 2015 Genel Seçimleri’ni partisinin kazanması halinde ülkesinin AB üyeliğini referanduma götüreceğini açıklamıştı. Bu açıklamada aynı zamanda İngiltere’nin AB üyeliği koşullarını AB kurumları ve diğer Üye Devletler ile yeniden müzakere edeceğini söylemişti. Cameron, Britanya için AB üyeliği koşullarını iyileştirmek ve istediklerini almak için referandum kartını kullanıyordu. Bunu yaparken de hem kendi Partisi olan Muhafazakar Parti içinde, hem de son yıllarda Britanya siyasetinde ağırlığını artıran sağcı ve popülist Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi’nden gelen AB ile ilgili eleştiri ve şikayetleri de karşılamayı hedefliyordu. Cameron, söylediğini yaptı ve Britanya’nın üyeliğini tekrar müzakere etti ve bazı ayrıcalıklar kazandı.
Başbakan Cameron, Kasım ayında, AB Konseyi Başkanı Donald Tusk’a gönderdiği bir mektupta Britanya için dört alanda yoğunlaşan taleplerini ortaya koydu: Ekonomik yönetişim, egemenlik, rekabetçilik, göç. Konsey Başkanı Tusk bu talepler doğrultusunda hazırladığı bir anlaşma taslağını üye devletlere dağıttı ve onlardan gelen öneriler doğrultusunda son halini alan Anlaşma 18-19 Şubat 2016 tarihinde toplanan AB Zirvesi’nde kabul edildi.
Cameron, AB ile Britanya’nın özel statüsü ile ilgili anlaşmayı kesinleştirdikten sonra, Britanya’nın AB üyeliği ile ilgili referandumda “evet” oyu verilmesi için kampanyayı başlattı. Ancak, AB’den aldığı tavizler halkı ikna etmekte yetersiz kaldı. “Pandora’nın kutusu” açıldı ve AB’den çıkma yanlıları halkın gelir düzeyi, egemenlik kaybı, AB bürokrasisi ve artan göç gibi konulardaki kuşkularını ve hoşnutsuzluklarını kullanarak, güçlü bir kampanya yürütmeyi başardı. Referandumdan “AB’den ayrılalım” yönünde bir oy çıktı.
2-Başbakan Cameron AB’den ne bibi tavizler aldı?
Öncelikle Britanya’nın AB içindeki konumunun da biraz “farklı” olduğunu söylemekle işe başlayalım. “Opt-out (dışarda kalmayı seçmek, istisna kullanmak) mekanizması kapsamında Britanya bugüne kadar, Euro Alanı, Schengen ve ilgili düzenlemeleri, Avrupa Sosyal Şartı, Temel Haklar Şartı gibi AB üyeleri için bağlayıcı olan birçok düzenleme ve politikanın dışında kalabilmişti. Yani, Britanya zaten ayrıcalıklı konumda, Stephen George’un etkili kitabında belirttiği gibi biraz “tuhaf (awkward)” bir üye idi. Öte yandan, AB’nin kuralları Britanya için de geçerliydi. En azından Kurucu Antlaşmalara göre, ortak politikalara tüm üyelerin katılması gerekiyordu. Britanya’nın “opt-out” mekanizmasını kullanması bu politikaların ilelebet dışında kalacağı anlamına gelmiyordu. Cameron, AB ile yeni bir anlaşma müzakere etmek suretiyle, Britanya’nın bu “tuhaf” statüsünün resmen tanınmasını sağlamak istedi. Başlangıçtaki pozisyonundan taviz vermesi gerekse de, amaçları açısından oldukça kapsamlı sayılabilecek bir anlaşma sağlamayı başardı. Ancak aşağıda yer alan bu koşullar AB karşıtlarını tatmin etmeye yetmedi.
Britanya Başbakanı’nın müzakere ettiği yeni anlaşma ne gibi koşulları içeriyordu?
1-Ekonomik Yönetişim: Britanya’nın Euro Alanı dışında kalma hakkı tanındı ve Euro Alanı dışındaki üye devletlerin iflas durumunda olan Euro Alanı ülkeleri için oluşturulan kurtarma paketlerine katılmamaları, bu amaçla AB bütçesinden yapılan harcamaların telafi edilmesi kabul edildi.
2- Egemenlik: Britanya AB Kurucu Antlaşmalarında yer alan “giderek yakınlaşan bir birlik oluşturma” hedefinin dışında kalacaktı. Yani AB’nin federal özelliklerini güçlendiren siyasi entegrasyona katılmayacaktı. Ulusal parlamentolar AB yasama sürecinde daha fazla söz sahibi olacaktı. Ulusal parlamentoların yüzde 55’inin kabul etmesi halinde, Komisyonca hazırlanan yasa tasarıları veto edilebilecekti.
3- Rekabetçilik: AB iç pazarında bürokratik kuralların sadeleştirilmesi ve rekabetçiliğin artırılması için gerekli adımlar atılacaktı. Kilit sektörlerde işletmeler için idari yükün azaltılmasına yönelik hedefler belirlenecekti.
4- Göçmenler: Britanya’ya diğer AB ülkelerinden yeni gelen göçmen işçilerin katkı payıyla karşılanmayan bazı sosyal ödemelerden faydalanması ilk 4 yıl için sınırlandırılıyordu. Yeni gelenler ilk 3 ay işsizlik parası alamayacaktı. İlk altı ay içinde iş bulamazlarsa, geri dönemleri istenecekti. AB ülkelerinden Britanya’ya gelen göçmenler işlerini kaybetmeleri halinde, Britanya vatandaşları ile aynı haklara sahipler.
3- 23 Haziran’daki referandumda halka soru nasıl soruldu?
Referandumda halka sorulan soru şöyle:
“Birleşik Krallık, AB üyesi olarak mı kalmalı, yoksa AB’den çıkmalı mı? / "Should the United Kingdom remain a member of the European Union or leave the European Union?"
Referandumda Birleşik Krallık’ta ikamet eden, 18 yaş üstü Britanya, İrlanda ve İngiliz Devletler Topluluğu vatandaşları ile son 15 yılda seçmen listesinde olan ve yurt dışında ikamet eden Birleşik Krallık vatandaşları oy verdi. Yapılan kamuoyu araştırmalarında, AB’de kalma ve ayrılma yönünde oy kullanacağını söyleyen seçmen sayıları arasındaki farkın son derece az olduğu görülüyordu.
Referandumlarda halka sorulan sorunun yönlendirici olmaması yani mümkün olduğu kadar görüşleri etkileme amacını taşımaması, tarafsız bir şekilde ifade edilmesi ve net ve kolay anlaşılabilir olması büyük önem taşıyor. Referandumlar bir doğrudan demokrasi aracı olarak özellikle bir uluslararası örgüte üyelik, anayasa değişikliği gibi durumlarda zaman zaman kullanılıyor. Hükümetin kararlarını mümkün olduğu kadar meşru bir zemine dayandırması açısından halk oylamaları önem taşıyor. İngiltere’de yapılacak referandum bir danışma görevi görüyor yani hükümet üzerinde bağlayıcı değil. Referandumda AB’den ayrılma yönünde bir karar verilse dahi, bu konuda nihai kararı verecek olan Britanya Parlamentosu. Ancak, Hükümetin veya Parlamento’nun referandum sonucuna aykırı bir şekilde davranması kesinlikle beklenmiyor.
4-Bugüne kadar hiçbir AB üyesi üyelikten ayrıldı mı?
Bugüne kadar AB’den ayrılan üye olmadı. Sadece Danimarka’ya bağlı olan Grönland, 1975’te yapılan bir referandum ile AET’den ayrılmaya karar vermişti. Britanya, 1975 yılında AT üyeliği ile ilgili bir referandum yapmıştı. Bu referandumda halkın yüzde 67,2’si AT’de kalmayı seçmişti. Lizbon Antlaşması ile bir Üye Devletin AB üyeliğinden ayrılması durumu ilk defa Kurucu Antlaşmalara girmiş oldu. AB Antlaşması’nın 50. maddesi tüm AB üyesi devletlerin kendi anayasal çerçevelerine göre Birlikten ayrılma hakları olduğunu ortaya koyuyor. Buna göre, AB üyeliğinden ayrılmaya karar veren Üye Devlet, AB Konseyi’ne talebini sunar ve AB ve söz konusu Üye Devlet arasında üyelikten çekilme koşullarını ve AB ile bundan sonraki ilişkilerinin mahiyetini belirleyen bir Anlaşma imzalanır. Bu Anlaşma’nın imza tarihinden itibaren, AB Kurucu Antlaşmalarının o ülke üzerindeki etkisi sona erer. Üyelikten ayrılan ülke tekrar AB üyesi olmak isterse, herhangi bir diğer ülke gibi üyelik başvurusunda bulunup üyelik müzakereleri yürütmesi gerekir. Herhangi bir üyenin bu şekilde AB üyeliğinden ayrılmasından sonra, geri kalan üye devletlerin, bütçeye yapılan katkılar, kurumlarda temsil, ortak karar prosedürleri gibi konuları görüşmek üzere kendi aralarında müzakereler yürütmesi gerekir.
5- AB üyeliğinden çıkma yanlılarının temel savları nelerdir?
İktidardaki Muhafazakar Parti milletvekillerinin yaklaşık yarısı, 5 Bakan, bazı İşçi Partisi milletvekilleri ve genel seçimlerde oyların yüzde 13’ünü kazanan Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi (UKIP) Britanya’nın AB üyeliğinden çıkması için kampanya yürüttü. Britanya’nın AB’den çıkması gerektiğini savunan “Vote Leave /Çıkmak için Oy Verin” kampanyasının başında Muhafazakar Parti’nin kıdemli üyeleri Michael Gove ve eski Londra Belediye Başkanı Boris Johnson ile bazı İşçi Partisi ve UKIP milletvekilleri bulunuyordu. Kampanyayı Kuzey İrlanda Demokratik Birlikçi Partisi, Britanya için Çiftçiler Grubu, Britanya için Müslümanlar Grubu gibi bazı oluşumlar da destekledi.
AB üyeliğine karşı kampanya yürütenler, Britanya halkının sosyal politikalar ve işgücü piyasasında yaşadıkları sıkıntılar, işsizlik sorunu ve hükümetle ilgili şikayetlerini AB’ye kanalize ederek, AB’yi bir günah keçisi olarak kullandı. Bu kampın öne sürdüğü temel savları şu şekilde sıralayabiliriz:
-AB üyeliğinin Britanya’yı geri bıraktığını, Britanya’nın AB bütçesine yaptığı katkıların karşılığını alamadığını ve çok fazla sayıda kurala tabi tutarak iş dünyasının serbestliğini kısıtladığını düşünüyorlar. AB bütçesine yaptığımız katkıyı, eğitim ve sağlık gibi diğer kamusal öncelikleri için ayırabiliriz diyorlar.
-AB’nin giderek elinde bulundurduğu yetkileri artırdığını ve artık birçok konuda kararların Brüksel’de verildiğini, Britanya’nın kendi geleceğini belirleme hakkının elinden alındığını ileri sürüyorlar.
-AB’den çıkmak isteyenler göç konusundan da rahatsız. Britanya’nın sınırlarının kontrolünü tekrar eline geçirmesi gerektiğini savunuyorlar ve Britanya, Schengen üyesi olmasa da AB içinde özellikle Doğu Avrupa’dan gelen göçün de kontrol altına alınmasını istiyorlar. Bu arada, Türk vatandaşları için AB ile yürütülen vize serbestliği diyaloğu çerçevesinde vizelerin kaldırılması ihtimali dahi yeni bir göç akını olarak kamuoyuna yanlış bir şekilde sunuluyor. Yürütülen kampanyalarda doğru ve yanlış, ilgili ve ilgisiz konular birbirine karışıyor ve siyasetçiler tarafından aslında referandum konusuyla ilgisi bulunmayan konular da malzeme edilerek, algı yönetimi yapılması hedefleniyor.
6-AB üyeliğinde kalma yanlılarının temel savları nelerdir?
Britanya’nın AB üyeliği ile ilgili bazı ayrıcalıklar müzakere eden Başbakan David Cameron, 16 Bakan, İşçi Partisi, İskoç Ulusal Partisi (SNP) Galler Bölgesi’nin Partisi Plaid Cymru ve Liberal Demokrat Parti Britanya’nın AB üyeliğinin devam etmesi yönünde kampanya yaptı. Britanya’nın AB’de kalması için kampanya yürüten partiler arası grubun başında küresel ölçekteki perakende firması Marks&Spencer’ın eski Başkanı Lord Rose bulunuyordu. Kampanyayı aralarında Başbakan David Cameron, Maliye Bakanı George Osborne ve İşçi Partisi Başkanı Jeremy Corbyn’in yer aldığı siyasetçiler destekliyordu.
Bunun yanında, Britanya dışından da, ABD Başkanı Barack Obama; Fransa ve Almanya gibi diğer AB üyesi ülkeler de bu yönde desteklerini ortaya koydular. Almanya Şansölyesi Angela Merkel, referandum ile ilgili müdahaleci bir izlenim vermemeye azami özen gösterse de, Britanya’nın AB üyesi olarak kalmasına büyük önem verdiği biliniyor.
Britanya’nın AB üyesi olarak kalmasını isteyenler genellikle korku üzerinden prim yapmaya çalışmakla ve yapıcı bir gündem oluşturmaktan çok, AB üyeliğinin bırakılması ile kaybedilecekler üzerinden hareket etmekle eleştiriliyor. Bu grubun görüşleri şu şekilde ortaya çıkıyor:
- Britanya AB üyeliğinden faydalanmaktadır, AB, tek pazarında olmanın avantajlarından yararlanmaktadır. Eğer üyelikten çıkarsak bu kazanımları kaybederiz. Ticaretimiz, yatırımlarımız, istihdamımız olumsuz etkilenir.
- Özellikle AB ülkelerinden Britanya’ya gelen göçmenler ülkeye dinamizm kazandırmaktadır. Göç, ekonomik büyümeye katkıda bulunmakta ve kamu hizmetlerinin karşılanmasına katkı sağlamaktadır.
- Britanya AB üyeliğinden ayrılınca, bu uluslararası imajını ve etkinliğinin de sarsar. AB üyesi olarak Avrupa yönetiminde söz sahibi olan Britanya, daha güvenli ve daha etkili olacaktır.
Britanya iş dünyasının da genel olarak AB’de kalmayı desteklediği söylenebilir. Britanya Ticaret Odalarının yaptığı bir ankete göre, üyelerin yüzde 55’si Britanya’nın AB’de kalmasından yana. Özellikle büyük şirketler, AB iç pazarının ürünler, hizmetler, kişiler ve sermaye için sağladığı serbestliğin ticari çıkarları için vazgeçilemez olduğu görüşünde. Öte yandan bazı şirket yöneticileri, ticaret anlaşmalarının müzakere edilmesinde Britanya’nın 28 üyeli bir blok üyesi olarak değil, tek başına hareket etmesinin daha avantajlı olacağını düşünüyor. AB iç pazarının nimetlerinden yeterince yararlanamayan bazı KOBİ’ler ise çok fala bürokrasi, çevre ve sosyal açıdan düzenleyici kural ve ek maliyet getirdiği gerekçesi ile AB üyeliğinden ayrılmaya sıcak bakmıştı.
7-Referandum sonucu AB ve Britanya’yı nasıl etkiler?
Referandum sonucunda Britanya’nın AB’de kalması kabul edilseydi, Başbakan Cameron’un AB ile müzakere ettiği anlaşma yürürlüğe girer, Britanya’nın ekonomik yönetişim, egemenlik, rekabetçilik ve göç alanlarında AB’ye kabul ettirdiği bazı özel koşullar geçerli olurdu. Bu koşullar Britanya’nın AB içindeki özel konumuna daha resmi bir statü kazandırsa da, bugünkü durumdan farklı bir sonuç getirmeyecekti. Britanya gibi Euro-septisizmin güçlü olduğu bir ülkenin AB’de kalmaya karar vermesi, Avrupa entegrasyonunun geleceği için büyük bir destek olacaktı. Ancak, AB’nin farklı alanlarda birden yaşadığı kurumsal denge, demokratik açık, ekonomik dinamizm, Üye Devletler arasında dayanışma ve bütünlük sağlanması gibi sorunlara çözüm olmayacaktı.
Referandum sonucunda Britanya’nın ayrılması kabul edildi. Bu kararın Birleşik Krallık Parlamentosu tarafından da onanması gerekiyor. AB’den çıkma talebi Birleşik Krallık hükümeti tarafından AB Konseyi’ne sunulur ve Britanya ve AB arasında üyelikten çıkma koşullarını belirleyecek bir anlaşma için müzakereler başlar. Britanya’nın AB ile yoğun ilişkileri üyelik dışında da devam edeceği için, Britanya için farklı bir statüyü ortaya koyacak bu anlaşma ile AB ile ilişkilerde yeni bir alternatif ortaya koyulmuş olur. Bu model Türkiye gibi üyelik sürecinde zorluklar yaşayan ve AB ile ekonomik, siyasi, sosyal alanlarda yakın ilişkiler sürdüren ülkeler için de bir model olabilir.
Referandum sonucunda Britanya’nın AB üyeliğinden çıkmaya karar vermesi, AB için ciddi bir tehlike olur. Avrupa entegrasyonunun bugüne kadar devam eden bütüncül yapısı tartışmaya açılır ve “çok vitesli Avrupa”, “esnek entegrasyon”, “a la carte Avrupa”, “iç içe geçmiş halkalar Avrupası” gibi terimlerle tanımlanan farklı entegrasyon modelleri resmen geçerlilik kazanmış olur. İsveç ve Danimarka gibi AB’nin siyasi entegrasyon hedeflerine sıcak bakmayan ülkeler İngiltere’nin yeni oluşan statüsünü bir hedef olarak benimseyebilir. AB’nin lider ülkesi Almanya hem ticari ve ekonomik çıkarları, hem de siyasi etkinliği açısından bu gidişattan olumsuz etkilenir. Daha az etkili ve fakir AB üyesi devletler AB üyeliklerini bir şantaj aracı olarak kullanabilir. Yeni, uzunca bir süredir çeşitli sorunlar yaşayan ve bu sorunlarına kalıcı çözüm üretemeyen AB’nin radikal bir biçimde yeniden yapılanması artık kaçınılmaz olur. Bunun sonucunda, tekrar başa dönülerek, bugünün 28 üyeli Birliğinin ilk nüvesini oluşturan 6 ülke gibi merkezi bir ülkeler grubu aralarında yeni bir anlaşma imzalayarak daha federal bir yapı oluşturabilir ve diğer çevre ülkeler bu merkezi yapı ile farklı ilişki biçimleri tesis edebilir.
8- Referandum sonucu Türkiye’nin AB üyelik hedefini nasıl etkileyecek?
Referandum sonuçları Türkiye’yi hem tam üye olmayı hedeflediği bir Birliğin alacağı yeni biçim ve modellerin izlenmesi açısından, hem de AB entegrasyon hedefinin gerçekleşmesi açısından farklı modeller ortaya koyması açısından çok yakından ilgilendiriyor.
Türkiye için, 67 yıldır bir bütünleşme hedefi olarak benimsediği AB üyelik hedefi hareketli bir hedef olma özelliği taşıyor. Türkiye’nin ortaklık için başvurduğu AET’nin yerinde bugün 28 üyeli, tek paradan, ortak dolaşım alanına, ortak maliye yönetiminden dış ve güvenlik politikasına kadar birçok alanda federal özellikler sergileyen bir Birlik var. Ancak bu Birlik, tarihteki en başarılı ülkeler arasındaki birleşme örneklerinden biri olmasının yanında, ciddi sorunlar ile de karşı karşıya. Türkiye’nin üyesi olmayı hedeflediği bu Birliği yakından takip etmesi ve politikalarını buna göre şekillendirmesi gerek. Bu açıdan bakıldığında, Britanya’nın üye olduğu bir Birlik ile dışında kaldığı bir Birlik arasında önemli farklar bulunuyor. Türkiye’nin Britanya’nın üyesi olduğu bir Birliğe girmesi daha kolay olabilirdi. Bu hem Britanya’nın Türkiye’nin AB üyeliğine verdiği destek, hem de AB içindeki esnek entegrasyon yanlısı tutumu açısından bu şekilde değerlendirilebilir. Türkiye de bir gün AB üyesi olursa, büyük ihtimalle Britanya’nın takındığı pozisyonu benimseyecektir. Ayrıca gerek iç Pazar politikaları, gerekse küresel politikalarda Türkiye’nin pozisyonu Britanya ile daha fazla örtüşecektir. Bu açıdan, Türkiye’nin Britanya’nın üyesi olduğu bir Birlik içinde var olması daha rahat olacaktı.
Bunun yanında, Britanya’nın üye olarak kalması veya üyelikten ayrılmasının AB yapısını büyük ölçüde belirleyecek bir gelişme olduğu su götürmez. Britanya, AB üyesi olarak kalsaydı, kendisi için özel koşulların tanınmasını içeren bir anlaşma yürürlüğe girecekti ki bu gelecekte Türkiye’nin AB üyeliği için de model olabilirdi.
Britanya halkı AB dışına çıkmayı seçti. Bu durumda AB ile iç pazara erişimden, ticarete ve yatırımlara kadar devam edecek yoğun ilişkileri düzenleyecek yeni bir anlaşma müzakere edilecek. Güçlü bir ortaklığı tesis edecek olan bu anlaşma, Türkiye gibi AB üyeliği sürecinde zorluklar yaşayan bir ülke için en azından tam üyelik hedefine ulaşana kadar dikkate alınacak bir formül oluşturabilir.