"Doğruyu seçmenin 'cezası' ne kadar büyük görünürse görünsün, sevginin iyileştiremeyeceği hiçbir yara yok"

Ludwig-Maximilian Üniversitesi'nin önündeki Beyaz Gül Anıtı, Münih

Eylem Çamuroğlu Çığ*

Mersin Üniversitesi’nden ihraç edilen yirmi KHK’daşımdan biri olan Ulaş Bayraktar’ın “Nefretimi Kazanamayacaksınız” başlıklı yazısı çok paylaşıldı, çok konuşuldu. Mersin Üniversitesi’nden 689 No’lu KHK ile “barış istemek suçuyla” ikinci kez atılmış bir akademisyen olarak hiç şaşırmadım, bize karşı nefret ve öfkenin bir türlü dinmediğini görebiliyor, hissedebiliyorum çünkü. Faşizm ve nefret arasında çok yakın bir bağ var; faşizm bir kurallar silsilesi olmaktan çok, havada hissedebildiğiniz bir gerginlik, nefret, korku ve sessizlik aslında. Akla değil, duygulara hitap ediyor faşizm. Bireylere değil, güruha hitap ediyor ve sizi medeniyete değil, lince davet ediyor. Neocleous’un sözleri ile aktarırsak: “Faşizmin ... halkın hayal kurma gücü üzerinde oynamanın ne kadar önemli olduğuna dair ilgi uyandıran bir sezgisi vardır. Korkunun sıradan insanların fiziksel hayatlarına nasıl nüfuz edeceğini, düşlem dünyamıza nasıl sızılacağını, terörün fiziksel dışavurumları olarak popüler düşlemler, rüyalar, kabuslar üzerinde ve bunlar aracılığıyla nasıl çalışılacağını faşizm, muhtemelen diğer politik öğretilerden daha fazla bilmektedir”.

Ortak noktaları iktidar arzusu ile canavarlaşan karakterleri anlatmaları olan Yüzüklerin Efendisi, Harry Potter veya Star Wars gibi  popüler anlatılarda faşizmin ethosu berrak bir biçimde ifade edilmektedir. Yüzüklerin Efendisi’nde Orta Dünya halklarına yönelecek olan nefret, baskı ve savaşın büyütülmesi metaforlarla anlatılır üç kitapta ince ince. Veya Harry Potter romanlarında her bir romanda daha da karanlıklaşan atmosferin en güçlü metaforu “ruh emiciler” olur bu nedenle. Temas ettikleri her mekana buz kestiren, insanın içindeki bütün umudu, mutluluğu yok ederken insanı hayattaki en kötü tecrübelerine ve korkularına hapseden ruh emiciler, faşizmin “ethosunun” en güçlü metaforlarından bir tanesidir1. Ruh emicileri durdurabilen tek büyünün “expecto patronum” olması da metaforu güçlendirerek tamamlamaktadır. Bir tür pozitif güçtür Patronus büyüsü, umut, mutluluk ve varlığını sürdürme arzusunun bir yansımasıdır. Kitapta Voldemort’tan çok daha korkutucu tasvir edilir ruh emiciler. Faşizmi kişiliği ile bütünleştiren iktidar sahiplerinden çok daha korkutucudur çünkü faşizmin ethosu. 

Ancak faşizmin politik imgelemdeki güçlü ve korkutucu tasvirini ters yüz ettiğinizde, yani faşizmin ve temel kahramanlarının hiç de korkutucu olmadığını düşünürseniz ne olur? Bu ters yüz etmeyi sinemada en can alıcı biçimde yapanlardan biri büyük usta Charlie Chaplin idi. Neocleous da “ya Hitler ve faşistler, her şeyden önce, sırf korkmuşlarsa?” fikriyle Kavgam’ı okuduğunuzda sayfalarda Hitler’in korkusunu, hatta dehşetini görebileceğinizi vurgulamaktadır. Bu öyle bir korkudur ki, Münih Üniversitesi’nde bildiri dağıtan akademisyen ve öğrencilerden oluşan Beyaz Gül gibi naif bir hareketi bile ölümle cezalandıracaktır müthiş bir hızla. Üniversitenin sessizliğine rağmen küçücük bir ses bile bu kadar ürkütmüştür dönemin muktedirlerini. Bugün Almanya’da kahraman olarak anılan Scholl kardeşlerin ölümüne neden olan bu öfke, korkudan beslenmekteydi. Bu kadar naif bir harekete rağmen onları kahraman yapan şey ise korkuyu ve nefreti daha da besleyen sessizlikti.

Eylem Çamuroğlu ÇığUlaş Bayraktar’ın karanlık tarafa geçmeyeceğim diyerek Yoda’dan yaptığı alıntı çok önemlidir bu nedenle: “Korku, karanlık tarafa giden yoldur. Öfke korkuyla, korku nefretle, nefret de acıyla sonuçlanır”. Yüzüklerin Efendisi’nde de tıpkı Star Wars’da olduğu gibi, korkuya ve korkularını yatıştırmak için de gücün cazibesine kapılan karakterler birer birer karanlığı seçer ya da güçlendirirler. Herkesin birbirine şüphe ile baktığı tekinsiz bir atmosfer hakimdir kitaplara. Üniversitelerin şu anki atmosferi gibi... Bu tekinsiz atmosferdeki bir yolculukta Gandalf’ın sözleri yine de nefretin ve öfkenin tuzağına düşmemenin önemini anımsatır: 

“Bilbo’nun elini Gollum’un üzerine inmekten alıkoyan acıma duygusuydu. ... ve Bilbo bunun ödülünü alasıyla gördü, Frodo. Emin ol ki, kötülükten bunca az yara aldı ve sonunda kurtulduysa Yüzük’ü sahiplenişi bu duyguyla başladığı içindir. Acımayla. Yaşayanların birçoğu ölümü hakediyor ve ölenlerin bir kısmı da yaşamayı hak ediyor. Yaşamı onlara verebilir misin? O halde hak, hukuk adına ölüm buyurmakta çok acele etme; çünkü en bilge olanlar bile her şeyin sonunu göremez.”

Gollum ile Frodo arasındaki ilişkinin kırılma anlarının bir benzeri, Harry Potter romanlarında da yaşanır. Anne ve babasına ihanet ederek onların ölümüne yol açan arkadaşları Peter Pettigrew ile Harry’nin yüzleşmesi sonucunda Harry, Pettigrew’un öldürülmesine engel olur. Onun gösterdiği merhamet, son kitapta etkisini gösterir ve Pettigrew’un bir an vicdanın sesini dinlemesi, Harry ve arkadaşlarını kurtarır. Tıpkı Gollum’un Yüzüklerin Efendisi’nin sonunda yüzüğün yok edilmesinde oynadığı rol gibi, o da sonunda kötülüğün yenilmesine katkıda bulunmuştur. Bütün bu anlatılarda örgütlü kötülüğün karşısına sevgi, dostluk, dayanışma ve vicdan çıkar. Ve örgütlü kötülüğü yenebilen tek şey, tüm naifliği ile onun karşısına düşmanına dönüşmeden çıkabilen dayanışma olur. Her üç anlatı da belli kahramanları ön plana çıkarsa da onları destekleyen, düştüklerinde veya tökezlediklerinde kaldıran, korku ya da nefretin tuzağına düştüklerinde veya gücün cazibesine kapıldıklarında kurtaran dostlar/bilgeler/kahramanlarla doludur. 

Nefretin boyutuna rağmen ve aslında tam da bu nedenle naif bir biçimde sevgiden ve dayanışmadan bahsederek bitirmek istiyorum. Bir diğer KHK’daşım Ali Ekber Doğan’ın vurguladığı gibi, cezalandırmaya doyamamalarının nedeni tüm bu baskıya rağmen dayanışmanın sürmesi. Üstelik gün geçtikçe büyüyor ve dünyanın dört yanından farklı insanların dahil olduğu ağlarla genişlemeye de devam ediyor. Ve Neocleous’un vurguladığı gibi, faşizmin ölülerden korkmasının temel nedeni, ölü düşmanlarının asla ölmeme ihtimalidir. Üniversitelerde süregiden bu tasfiyenin acımasızlığı ve şiddetinin arkasında da aynı neden yatıyor aslında: Tasfiye edilenlerin geride bıraktıkları ruhun orada kalma ihtimalinden korkmak basitçe. Tanıl Bora’nın güzel metaforuyla, bahçeye beton dökseler de bir papatyanın o betona rağmen filizlenme ihtimalinin yarattığı dehşet ve telaş. Üniversitelerde bu beton dökme seanslarını sessizce ve korkuyla izlemekte olanlar da çok yakında Dumbledore’un vurguladığı seçimi yapmak ve o seçimin sonuçlarıyla yaşamak zorunda kalacaklar: “Önümüzde karanlık anlar var ve hepimiz yakında doğru ile kolay olan arasında bir seçim yapmak zorunda kalacağız”. Emin olun doğruyu seçmenin “cezası” ne kadar büyük görünürse görünsün, sevgi ve dayanışmanın iyileştiremeyeceği hiçbir yara yok. Ama kolay olanın vicdanınızda açacağı yara ile yaşamak göründüğü kadar kolay değil. Geschwister Scholl Platz’dan (Scholl Kardeşler Meydanı) her geçişimde korkuyu ve nefreti yenebilmemiz için beyaz bir gül dileyeceğim hepimize. 

* Yrd. Doç. Dr. Eylem Çamuroğlu Çığ,  1 Ekim 2016’da sözleşmesi yenilenmeyerek Mersin Üniversitesi’ndeki işine son verildi; ardından 29 Nisan 2017’de 689 sayılı KHK ile 7 aydır çalışmadığı Mersin Üniversitesi’nden ihraç edildi.

1 Ruh emicilerin “demokratik zamanlarda” kimsenin üzerine düşünmek istemediği mahkumlara gardiyanlık etmesi, yani sistemde hapishane gardiyanı olarak kullanılmaları ise Foucault’ya selam göndermek olarak okunabilir.

Bu yazı ilk olarak Evrensel'de yayımlanmıştır