Ali Bayramoğlu (Yeni Şafak, 7 Eylül 2012)
Örgütü ve siyasi partisi ile Kürt siyasi hareketinin gösterdiği son 'performans' ortada. Şiddet ile siyaseti özdeş kılan, cephe savaşı başlatan, siyasi alanı ve imkanları boğan bir yol izliyorlar.
Bu yolu, ne siyasi iktidarın siyaset alanlarını daraltması ne otoriter iklim hiçbir gerekçe açıklamıyor.
Bunun içindir ki sık söylüyoruz, bugün, Türkiye Kürt sorunu kadar bu sorunun ürettiği keskin, tekelci ve şiddeti şiar edinen bir Kürt hareketi meselesiyle karşı karşıyadır.
30 yıllık bir öykü sonucu bu iki hususun, malum Kürt sorunu ile hakim Kürt hareketinin, deneyim, yaşanmışlık, milliyetçilik gibi bağlarla iç içe girdikleri söylenebilir. Çözümün Kürt hareketini devre dışı bırakarak gelmeyeceği de iddia edilebilir.
Ancak bunlar Kürt hareketinin Kürt sorununu tümüyle kendi varlığına endekslemesini doğrulamaz. Kürt alanını başta Kürtlere, sisteme ve devlete karşı şiddet yoluyla kontrol ve inşa hedefini nihai çözüm olarak tanımlamasını tabiileştirmez.
Nasıl?
Kandil, PKK, BDP, İmralı temel olarak ne istiyor? Özerklik ya da başka biçimde tanımlayabileceğimiz bir 'siyasi egemenlik istiyor' ve bu egemenlik halinin 'vasisi olmayı, muhatap alınmayı talep ediyor'.
Peki bu hareket, bugünün koşullarında (KCK operasyon mantığına rağmen) en azından BDP gibi yasal unsuruyla söz konusu talepleri siyasi yoldan ifade imkanına ve hatta elde etme şansına sahip mi, bunlar için yasal ve meşru kavga verme imkanları var mı?
Alan dar da olsa, hareket zor da olsa, hiç şüphesiz evet...
O zaman şiddet ve terörün sürüyor olmasının tek anlamı vardır.
Verecekleri bu siyasi mücadele esnasında Kürt siyasi alanının çoğulculaşması ve PKK'nın bu çoğullaşmayla vesayetini kaybetmesi, hatta bizzat gelişmeler, Kürtler ve demokrasi tarafından tasfiye edilmesinden endişe duymak...
O zaman şu açıktır: Kürt siyasi haraketi için şiddet, siyasete oranla daha kolaydır ve daha garantilidir. Üstelik, bu, Ortadoğu kazanı üzerinden sürdürülebilir bir şiddettir.
Ne yapmalı?
Kurucu siyasi bir işlev üstlenen şiddetle mücadelenin zorluğuna şüphe yok. Şiddeti durdurmak ve şiddet-toplum-milliyetçilik bağını kesmek için ne tek başına demokrasi yeterli, ne ekonomik gelişme, ne hizmet, ne de güvenlik önlemleri...
Şiddetle mücadelenin tek aracı, yol uzun ve meşakatli olmasına rağmen siyasettir.
Bu, elbette, katılım, görüşme, etkileşim, taviz, uzlaşma boyutlarını içeren, Kürt siyasi alanının çoğulçulaşmasını amaçlayan demokratik bir siyaset olmalıdır.
Şöyle ifade edelim:
-AK Parti artık 'siyasi haklar ve muhataplık fikrini tümüyle dışlayan tek yönlü demokratik iyileştirme ve entegrasyon politikaları'yla yol alamayacağını, bu ataerkil tutumla bugün olduğu gibi bizzat demokrasi mantığıyla sık sık karşı karşıya geleceğini görmelidir.
-'Siyasi haklar meselesi'ni gündemine almalıdır.
-Ve şiddete karşı elindeki tek araç olan siyaseti, özellikle siyasi yasal ve meşru muhatapların bulunduğu, görüşmeler yapabileceği siyasi alanı hassas bir şekilde korumalı ve geliştirmelidir.
Ne var ki, siyasi iktidar ters istikamette ilerliyor...
1990'ların mantığıyla hareket ediyor...
Başbakan'ın, 'BDP'lilerin dokunulmazlıklarının kaldırılması için yargıyla görüştük, Meclis'te de gereğini yapacağız' sözleri buna açık kanıttır ve dar siyasi alanın tümüyle ortadan kalkması anlamına gelir...
Bedel ağır olur...
Bugün medyanın tam bir suskunluğa davet edilmesi, açık savaş halindeki bir ülke basınına indirgenmesi, hatta buna yönelik yeni yasal düzenleme işaretleri bu bedellerden birisi değil midir?
Bu tutum Kürt sorununu daha kanlı kılar, öfkeli mağdur milliyetçiliğini daha çok azdırır ve ülke çapında demokrasiye ağır fatura çıkarır...
Ve gün gelir bu faturaların altından kimse kalkamaz...