Dokuz milyon oy nerede?

Dokuz milyon oy nerede?

*Figen A. Çalıkuşu

Hukukun iyi işlemesi, devlet ve toplum tarafından özenle sakınılması, titizlikle el üzerinde tutulması, tavizsiz bir bilinç ile uygulanması ülkelerin birliğini, bütünlüğünü daha da ötesinde huzurunu sağlıyor. 

Tersi olduğunda hukukun itilip kakılması, ihmal edilmesi ise huzursuzluğu ve ayrışmayı artırıyor.

 Hukukun en büyük özelliği yaşamın ve hayatın her alanını düzenlemesidir. Birey, toplum, devlet ve bu unsurların birbiriyle ilişkilerini de hukuk düzenler. Bu işleviyle her şeyin ve herkesin sigortası, dirlik, düzenlik ve güvenin temel sigortasıdır.

Hukukun işlemesi ya da zaafa uğraması hâlinde ortaya çıkacak sonuçları her türlü toplumsal gelişmeye pertavsız tutarak bunu sergileyebiliriz.

Bunun en güzel örneği, Pazar günü gerçekleşen referandumdur. Referandumun ortaya çıkardığı tablo ince, hassas ve çok dengeli bir yönetim anlayışına ihtiyaç duyacak kadar başa baş noktasındadır. Anayasa gibi çok kapsayıcı, çok geniş bir mutabakat arayan, çok sağlam bir toplumsal zemine oturması gerekirken, sonuç bundan çok uzaktır.

Anayasa değişikliğinin çok hızlı, çok acele ve sağlıklı olmayan çok kısıtlı bir zeminde, topluma mâl edilmeden yasamadan geçiş sürecini bir yana koyuyorum. Ancak ayrıştırıcı bir sonucun çıkması şüphesiz ve tartışmasız bu noktadan start almıştır.

Bunun altını defalarca çizerek 16 Nisan’a giden son iki ayı hukuksal bir zemin açısından hızlıca ameliyat masasına yatırmamız da bize çok önemli bir patoloji raporu verecektir. 

Özetle: 

1-)       Anayasaya göre Cumhurbaşkanı tarafsızdır. Referandum sürecinde Anayasanın bu emri askıya alınmış, fiilen yok sayılmıştır. Bu birleştirici olmayan bir huzursuzluğun ilk ateşini fitillemiştir. 

2-)       Almanya’da Naziler OHÂL şartlarından yararlanarak iktidarı ele geçirdiği ve dönem koşullarını zorbalığa yorduğu için demokratik ülkeler bu tarihsel açıdan ders çıkarmış ve Anayasa değişikliklerinin görüşülmesi ile oylanmasının OHÂL’de yapılmasını yasaklamıştır.

Örneğin, şu anda OHÂL uygulaması olan Fransa’da Anayasa değişikliğinin yapılması yasaktır. 

Biz bu demokratik geleneğin doğal sonucu olan kuralı, Başbakanın 1 Kasım’daki sözüne rağmen dikkate almadık. Hukuksal bir birikimin sonucunu yok saymak da birleştirici, huzuru ve toplumsal zemini daha güçlü kılmamızı engellemiş oldu.

3-)       Vatandaşlık bilinci konusuna da hukuksal bir gözlükle bakabiliriz. Referanduma katılım % 85 olmuştur. Bu oran dünya ortalamalarına göre, Türkiye’deki önceki katılımlar açısından anlamlı ve önemlidir. 

Ancak Türkiye’nin ve vatandaşlarının, hem de onların sorumlu olduğu bir sonraki kuşakların geleceği açısından hayati olan bir anayasa oylamasına % 15 oranında bir seçmenin ilgisiz kalması da farklı bir şekilde yeniden değerlendirilmelidir.

Çünkü referanduma katılmayanların oranı oya vurulduğunda dokuz milyon seçmen anayasa değişikliğine ilgisiz kalmıştır.

Keskin bir vatandaşlık bilincinin oturduğu, bireyin kendini daha egemen hissettiği, demokratik hakların kullanmasının öneminin algılandığı bir ortamda dokuz milyon seçmen bunca aldırmaz davranır mıydı? Hukuksal açıdan daha derin irdelenmesi gerekir.

4-)       Bir iki üzücü münferit olay dışında referandumun sakin ve huzurlu geçmesi çok sevindiricidir.

Ancak, YSK’nın referandum öncesi koyduğu kuralları, yasanın açık emredici hükmüne göre yok sayması da hukuk bilinci, özeni açısından dramatik bir gelişme oldu. 

5-)       Anayasa gibi toplumsal bir sözleşmenin tartışılması, halkın, seçmenin, vatandaşın önerilerini sağlıklı bir şekilde bilmeyi, öğrenmeyi, buna göre sağlıklı ve huzurlu bir gelecek tesis etmeyi amaçlar.           

16 Nisan sürecinde ise tek hedef, hem iktidarın tercihinin sonuç olarak çıkması için tüm devlet olanaklarıyla tek kale maç oynanması hem de üstelik kalecinin de elinin ayağının bağlanması hukuksal bir mutabakatın oluşmasını fazlasıyla kösteklenmiştir. Hukukun eksikliği toplumsal sağlığı bozar.

Olaya hukuksal boyutlarıyla bakınca söylenebilecek çok önemli aksaklıklar, hukukun toplayıcı, huzur ve güven verici işlevinin eksik kalmasına yol açıyor.

Hukukçu kimliğiyle özetle çekilen ilk röntgen bunu gösteriyor.

Anayasa değişikliği konusunda, büyük kentlerde yaşayan, eğitim ve gelir durumu yüksek olanların tereddütlerine karşılık, daha mağdur ve zor durumda olanların mutlak kabulü de bu ayrışmanın önemli bir noktasıdır. Kır-kent farklılığı da buna eklenebilir.

Ancak, bunlar hukukun toplumsal işlevini öne aldığımızda “bahsi diğer” kabul edilebilir.

Dememiz odur ki, hukuk toplum, devlet ve birey için en sağlam birleştirici huzur ve güven verici reçetedir. 

Bu süreçte, hukukun örselendiği her noktada ayrışmanın ateşine odun atıldı.

Yeni dönemde, yeni sorular sorup duruma yeni çareler aranacak ise ilk müdahale hukuka müracaat olmalıdır. 

Çünkü hukuk olmayınca huzur da olmuyor. Bütünleşme yerine ayrışma, hoşgörü yerine düşmanlık, güven yerine kuşku doğuyor. Bu ise bir toplum için en büyük tehlikedir. 

Bakalım hukuk yeniden mi keşfedilecek yoksa tümden mi tedavülden kalkacak?

Bekliyoruz, 21 yüzyıla doğru giderken uyuyan hukukun uyanmasını bekliyoruz.

Biliyoruz ki hukuk uyur ama asla ölmez.

Bu yazı ilk olarak P24’te yayımlanmıştır.