Dormen Ayşe Arman'ın kocasını anlatmasından rahatsız

Dormen Ayşe Arman'ın kocasını anlatmasından rahatsız
Usta tiyatro adamı Haldun Dormen, “300 yıl önce başladı” dediği sanat hayatı ile siyasi ve kültürel gündeme bakışını Taraf'a anlatırken söz, gelini, gazeteci Ayşe Arman’a da geldi: Çok cesur, kafasına koyduğunu yazıyor. Kocasına olan aşkını fazla anlatması beni bazen rahatsız ediyor.90’lı yıllarda başrolünü oynadığınız “Two into One” (ikide bir) oyunu 7 Ekim’de İzmit’te sizin yönetiminizde sezon açılışıyla birlikte prömiyer yapacak. Çalışmalar nasıl gidiyor?Çok mutlu oldum. Kocaeli’de müthiş bir tiyatro. İnanılmaz iyi aktörleri var. hiç birini tanımıyordum. Ama, Kocaeli Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni Nejat Birecik benim eski öğrencim ve eski aktör. Bana harika bir kadro yapmış. Çok mutlu bir çalışma oldu. Onlar da benimle çalışmaktan mutlu oldular. Ben de onlarla çalışmaktan çok mutlu oldum. Oyun hazır gibi. Selamları bile hazır.Oyunun konusu?Çok komik bir oyun. Hükümette görevli bir bakan aslında genç kızlarla maceraya girmeye çalışıyor ve bütün Ray Cooney oyunlarında olduğu gibi başaramıyor.Sürç-ü Lisan Ettikse adlı kitabınızda “Sanat haberleri arka sayfalarda neredeyse görünmeyecek yerlere kakalanırken, bir mankenin ayağının takılıp düşmesi baş sayfalarda manşetlerle verilir oldu” diyorsunuz Neden böyle oldu sizce?Bir arkadaşımla müzikallerden bahsediyorduk. Broadway’de hiç Türk oynamadı dedi, nasıl oynamadı dedim. Evita’yı bir Türk kızı oynadı dedim. Türkiye’de bundan hiç kimsenin haberi yok. Bu eski bir haber. Ama yeni bir sürü şeyler oluyor. Fazıl Say’ın bilmem ne başarısı çok medyatik olduğu için bahsediliyor ama başka bir piyanistimizin hiç bir şeyinden bahsedilmiyor. Bir sürü şey oluyor kimsenin haberi yok. İnsanlar kendi kendilerine bir şeyler yapıyorlar. bir mankenin veya medyatik bir kimsenin annesinin ayağının takılması bile olay oluyor. Onlara karşı değilim. Tabii ki olacak, onlar da medyatik insanlar ama sanat haberlerini biraz da önde vermemiz gerekir. 60’lı yıllarda öyle değildi. 60’lı yıllarda her gazetede bir tiyatro sahnesi vardı.“Ne kadar yetenekli olursa olsun herkes her rolü oynayamaz”. Bu sizin sözünüz. Peki, siz kendinizi hangi rollere daha yakın buluyorsunuz?İyi bir oyuncu her rolün altından kalkar. Ama her oyuncu tam hakkını vererek oynayamaz. Örneğin Müşfik Kenter benim için Türkiye’nin en iyi erkek oyuncularının iki, üç tanesinden bir tanesi. Ama Müşfik Kenter’i ben “Arzu Tramvay”ında rolünde çok yanlış buldum. Filminde Marlon Brando oynamıştı. Müşfik’te daima bir zerafet, bir kibarlık, bir okumuşluk var. O bende de biraz var. Hani ben şimdi bir köy ağası oynayamam. Ne kadar iyi oynamaya çalışırsam çalışayım inandırıcı olamam. Uydurmaya çalışırım kendimi. Ancak altından kalkabilirim yani. Her zaman bir okumuşluk, bir şehirlilik göstereceğim yani. Çok başarılı şişman oyuncularımız var. Ama kalkıp Juliet’i oynayamaz mesela. Güzellik çirkinlikten bahsetmiyorum. Kostümün de çok önemi var. Öyle bir kostüm giymeli ki o karakter o karakteri yansıtacak bir kostüm olmalı. Çıkar çıkmaz seyirci bilinç altına onu yerleştirmeli.Seyirci karşısına ilk çıktığınız yıllarda hissettiklerinizle, şimdiki arasında fark var mı?300 yıl oldu... Vallahi unuttum. Ama o zamanlar çok heyecanlanıyordum şimdi çok heyecanlanmıyorum. Çünkü eyvah laflarımı unutur muyum, insan yaşlanınca onu düşünüyor herhalde. Allah’tan halen ezberleyebiliyorum. Arada unuttuğumuz tabii ki oluyor da bu idare ediliyor. Şimdi siz gittikten sonra yine ders çalışacağım.Televizyon dizilerinin kalitesi hakkında ne düşünüyorsunuz?Yaprak Dökümü‘nü halen keyifle izliyorum, izlemeye çalışıyorum. Yalnız, inanılmaz uzun. İki saat sürüyor. O zavallı set işçileri, o zavallı aktörler, o zavallı yönetmen nasıl çalışıyor. Aktörün bir sahnesi var bir sahnesi yok. Ama yönetmen, kameraman, set işçileri sabahtan akşama kadar orada. Canları çıkıyor işçilerin. Üzülüyorum. Bir dizi en fazla elli dakika olmalı. Tadına varmalı. Ah, keşke biraz dahası olmalı... Diziyi ve oyuncuları çok sevmeme rağmen... bence ilk yapılması gereken şey biraz kısaltmak.Tiyatrocuların dizilerde oynamasını eleştiriyor musunuz?Bu bizim işimizin bir parçası. Tiyatrodan çok para kazanılmıyor. Ben hiç karşı değilim. İşi show busıness olarak görüyorum. Tabi ilk işimiz tiyatro. Ama dizide oynamak, filmde oynamak, dublaj yapmak, bunlar da işimizin parçaları.Televizyonda oyunculuk yapmak maddi anlamda hayat kurtarıyor yani...Parayı alırsanız evet. Bir de tabii başka bir şey daha oluyor. Size ün kazandırıyor.Dormen Tiyatrosu en parlak dönemini 1957-1972 yılları arasında yaşadı. Sonra ne değişti, neden perdelerini kapattı?Dormen Tiyatrosu daha çok mali nedenlerle kapandı. Bence de kapanması gerekiyordu artık. Bence görevini yaptı, tamamladı ve onun için artık bitti. Bir efsane oldu. Bundan sonra hakikaten önüme servetler akıtsalar ben Dormen Tiyatrosu’nu açmam.Niçin?Çünkü şimdi çok memnunum hayatımdan. İzmit’te oyun sahneye koyuyorum, Eskişehir’e gidip oyun sahneye koyuyorum. Sorumluluğum yok. Ay sonunda nasıl maaş ödeyeceğiz, kirayı nasıl ödeyeceğiz, prodüksiyonu nasıl çıkaracağız. Ben onları yeteri derecede yaptım.Yurtdışındaki bazı tiyatrolar devletten destek görüyorlar, Türkiye’de AKP hükümeti tiyatro için ne yaptı?Türkiye’de görülen destek dünyanın hiçbir tarafında görülmüyor. Amerika’da hiçbir özel tiyatro destek görmüyor. Kendi yağıyla kavruluyor yani. Amerika’da özel tiyatro diye bir şey yok. Belki çok ufak kumpanyalar var onları da biz bilmiyoruz. Orada prodüksiyon tiyatroları var. Bir prodüksiyon yapıyorlar o prodüksiyon para getirirse getiriyor getirmezse getirmiyor. Belki opera falan bir yerlerde var ama o da özel sponsorla yapılıyorlar. Koskoca devlet tiyatrosu var, koskoca devlet operası var. Şimdi her tarafta bir devlet tiyatrosu açıldı. Bütün Anadolu’da aşağı yukarı. Bence tiyatrolar destek görüyorlar. AKP fazla bir şey yapmadı. Ama baltalamadı da bence. Herkes Muhsin Ertuğrul’un yıkılmasına çok karşı çıktı. Ama yapılıyor ve açılıyor bu sene. Operanın böyle durması ise beni rahatsız ediyor. Hiç bir şey yapılmadan lök gibi duruyor. Bari açın da operalar sergilensin.Bir devlet sanatçısı olarak siz Ankara’nın desteğini görebiliyor musuz?Ben devletin hiçbir desteğini görmedim.Nasıl geçiniyorsunuz?Maddi sıkıntılarım bitmedi daha. Halen Dormen Tiyatrosu’nun sıkıntılarını çekiyorum. Ama geçecek inşallah. Bitiyor yani...Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın AKM konusundaki tutumunu nasıl buluyorsunuz?AKM’nin kapanması büyük bir skandal. Madem tamir etmeyecektiniz kapatmasaydınız. Onlar orada burada köşe tiyatrolarda opera yapmaya çalışıyorlar. Yani operayı kapatmaları mümkün değil. Türkiye’de bir opera var. Operamız yoktu, balemiz yoktu diye bir şey yapılamaz. Ertuğrul Bey’in bunu hemen görüp AKM’yi açması lazım. AKM’yi ne yapıp yapıp açmaları lazım. Hakikaten anlamıyorum. Gerçekten skandal...Yurtdışındaki sanat eğitimi ile Türkiye’deki eğitimi karşılaştıracak olursak...Çok önemli bir soru sordunuz. Yurtdışında sanat eğitimi görmüş biri olarak bunu çok kolay cevaplandırmak istiyorum. Çünkü herkes dışarıda kuş konduruyorlar zannediyor. Fark yok. İyi hocalar, kötü hocalar, iyi öğrenciler, kötü öğrenciler, iyi sistemler kötü sistemler var. Ben konservatuarda yirmi beş yıl hocalık yaptım. İyi hocamız kötü hocamız, iyi talebemiz, kötü talebemiz vardı. Ama ben Amerika’da üç yıl da çok kötü hocalar da gördüm, harika hocalar da gördüm. Yönetmenlik hocam çok kötü bir hocaydı hiçbir şey öğrenmedim, ama oyunculuk hocamdan yönetmenlik de öğrendim. Belki daha sistematik çalışıyorlar. Aldıkları paranın hakkını vermeye çalışıyorlar.“Kantocu” oyun kitabınızın arka kapak yazısında “20. yüzyılın başında bunca Ermeni sanatçımız İstanbul’da baş tacı edilirken bir “Ermeni Soykırımı” olayının gerçekleşmiş olabileceğine nasıl inanılabilir” demişsiniz ama 1922-46 yılları arasında Ermenice oyun oynama yasağı getirildi, birçok Ermeni tiyatrocu İstanbul’u terk etmek zorunda kaldı...Onu bilmiyorum. Yasak mı getirildi. Sahi mi?Evet... Hükümetin Ermeni açılımı hakkındaki ne düşünüyorsunuz?Ben ırkçılığa karşıyım. Ermenice oyun da oynanmalı, Kürtçe de oynanmalı, Rumca da oynanmalı. Bir zamanlar çıkan “Apoyevmatini” diye bir Rum gazetesi vardı şimdi artık yok galiba. Bunlar bizim Türkiye’nin İstanbul’un renkleriydi. İstanbul’u İstanbul yapan şeylerden bir tanesiydi. Ermeniler bizim sarayımızda bile yer almış insanlar. Sarayımızda hani çok önemli insanlar oturmuştu. Tiyatromuzun taşları arasında çok yer alanlar var. Onları yok saymak... Tam olarak bilmiyorum da ‘Türkiye’de Ermeni soykırımı varken İstanbul’da nasıl oluyor bu iş’ diye düşünüyorum. Almanya’da İkinci Dünya Savaşı sırasında Büyük Yahudi Soykırımı varken Yahudi kanı olan biri böyle bir şey yapabilir miydi? Bu mümkün değil. Ama tabii Ermeniler, Yahudiler, Rumlar İstanbul’un vazgeçilmez parçaları olmalı bence.Ya Kürt Açılımı...Bence bizim en büyük hatamız Kürtleri çok ihmal ettik. Orayı yok saydık. Zavallı Kürtler kendi kendilerine... Onların arasından çıkıp da önemli yerlere gelmiş insanlar yok mu? Var. Çok saygın Kürt vatandaşlar var. Büyük işlerde bulunan, yakın dostlarım var mesela. Devlette de var değil mi? Ama biz ulus olarak onları yok saydık. Onlar o yokluğun içinden çıkıp gelmiş insanlar. Bence en kötü skandallarımızdan bir tanesi 6-7 Eylül hadiseleri. Bir sürü insan burayı terk etti. İstanbul’un rengini yok ettiler. Ben Amerika’da siyah-beyaz ırkçılığını yaşadım. Otobüste oturuyorduk siyahlar arkada oturuyordu. Obama’nın seçilmesi bu yüzden benim için inanılmaz bir şey.Betül Mardin-Haldun Dormen evliliği neden bitti?Mesela bazen biz notlaşıyorduk. Ben film çekiyordum. Akşam eve geliyordum Betül uyumuş oluyordu. O sabah gazeteye gidiyordu, ben akşam geliyordum yatmış oluyordu.Gelininiz Ayşe Arman ile ilişkiniz nasıl?İki gelinimi de Betül de, ben de, kardeşim de, Ömer de çok severiz. İki de torunum var.Ayşe Arman’ın yazılarını beğeniyor musunuz?Bence çok cesur bir yazar. Kafasına koyduğunu yazıyor. Çok da beğeniyorum. İkaz ettiğim yazıları oluyor. Fazla aile hayatından bahsetmesi, kendi kocasına olan aşkını anlatması beni bazen rahatsız edebiliyor. Ben olsam yapma derdim ama tabi onların bileceği iş.Konservatuardan mezun olmayan ama bir yarışma veya reklam filmiyle oyuncu oluverenler var...Ama onların hemen düşmesi de olası. Bence kafanızı kullanmanız lazım. Gençlerimizin çoğunda ‘ben oldum’ var. Bir başarı kazanıyor ‘ben oldum’ diyor. Hiç kimse olmuyor. Her dakika düşebilir, parçalanabilir. Ben kendime hala “ben oldum” diyemiyorum. Otuz yaşımda Sokak Kızı Irma‘yı yaptım. İnanılmaz bir şey oldu, mucize oldu. Kıyametler koptu. İki bin beş yüz kişilik Atlas Sineması inanılmaz şekilde doldu. Kuyruklar Hacı Bekir’e kadar gidiyordu. Gülriz Sururi ile aşağıya inip kuyrukları seyrederdik, hoşumuza giderdi. Amerika’dakinin aynısını yaptık. Neyse büyük başarı kazandı. Ben çok şımardım, ben her şeyi yaparım dedim. Sonra çok daha büyük bir müzikal sahneye koydum. Otuz kişi sahnede yirmi kişilik orkestra... İnanılmaz bir fiyasko oldu. O kadar büyük bir prodüksiyonu palas pandıras kaldırdık. Yerine Sokak Kızı Irma‘yı koyduk yeniden. Haldun bey dur kolay değil bu işler. Yani oldum diye bir şey yok. Bu bana çok büyük bir ders oldu.Cinsel kimliğinizi sorsam...Sorarsınız. Ben normal yaşayan bir insanım. Bu yaştan sonra da çok önemli değil yani.Tuhaf bir yazı çıkmıştı ona çok sinirlenmiştim. Abartılı, başka bir yöne çekildi, onu kast ediyorsunuz herhalde. Ona çok sinirlendim, oğlum da çok sinirlendi haklı olarak.