T24 - Hıncal, haftanın üç fiyaskosundan bahsedince hemen tahmin ettim! Elbette Antalya'yı yazacaktı. Çünkü Hıncal'ın bir huyu var: Yalnız kendi doğrularını bilir, başkalarının dediğine katiyen kulak asmaz, uzmanlık denen şeye inanmaz. Her şey ondan sorulacaktır, sanatta da Afife törenlerinden SİYAD gecelerine, Antalya festivalinden Çemişgezek'teki pırasa festivaline, her şey onun dediği gibi olacaktır! Çünkü her şeyin iyisini Hıncal bilir. "Papa knows best!" ("En iyisini babam bilir!") Ne Antalya Festivali ne de dünyanın herhangi bir yerindeki herhangi bir sinema festivali asla ve asla Hıncal'ın dediği gibi olmayacaktır. Bakın, büyük harflerle de yazıyorum: ASLA VE ASLA! Çünkü festivaller sinemayı canlandırmak, yenilemek, gençlerin önünü açmak ve bu sanatı ayakta tutmak için yapılır. Onun dediği ise geçmiş yılın filmlerini değerlendirme olayıdır. Bu zaten her yerde yapılır: Oscar'lar bunu yapar, Fransızların Cesar, İngilizlerin BAFTA, İtalyanların David Donatello ödülleri bunu yapar. Türkiye'de ise bunu Yeşilçam Ödülleri ve SİYAD yapar. Ayrıca seyircinin ilgisi de sürekli yayınlanan (ve hatta artık gündelik gazetelerde de çıkan) boxoffice listeleriyle zaten bellidir. Ayrıca festivale ne gerek var? Festivaller, yineliyorum, filmleri keşfetmek için vardır. Bunun için Cannes'dan San Sebastian'a, Berlin'den Locarno'ya, Venedik'ten Tokyo'ya, Selanik'ten İstanbul'a yeni filmleri arar ve bulmaya çalışır. Antalya da Türk sinemasının birden artan ivmesi ve adeta patlayan üretim temposu içinde olabildiğince bunu yapacaktır. İşin gereği budur. Keşke Hıncal o gece orada olsa veya töreni TV'den izleseydi de her ödülden sonra ayağa fırlayan ve zafer çığlıkları atan o gencecik insanları, onların sevincini görebilseydi... Türk sinemasının geleceği onlarda yatıyor ve Antalya onlara umut veriyor. Hıncal'ın pek bayıldığı Bal ve Semih Kaplanoğlu da o coşkunun içinden çıkıp geldi. Bunları defalarca söyledim, söyledik. Ama Hıncal anlamıyor, anlamak istemiyor. Bu açıdan, sevgili dostum, o yazının tam bir fiyasko olduğunu söylemek zorundayım. Tabii kapanış töreni için yazdıklarını ayırmak koşuluyla... Çünkü o gerçekten kötü bir organizasyondu. Ama işin özü değişmez. Festival, genç sinemanın başarısını en parlak biçimde tescil etmesiyle sinema tarihimize geçecek, hatta geçti bile... Keşke sinemalarda gidip görseydin de, o yazıya ayırdığın yeri Altın Palmiye'li Çoğunluk'un izlenimlerine ayırsaydın... Herkes için daha yararlı olurdu.Atilla Dorsay'ın Sabah gazetesinin ek yayını Cumartesi'de bugün (23 Ekim 2010) yayımlanan yazısı