DSP KİLİDİ AÇAR MI?

DSP KİLİDİ AÇAR MI?

DSP Genel Başkanı Türker, “demokratik açılım” konusunda “Eğer mesele tıkanmışlığı aşmak, açılıma Meclis’te bir yol aldırmak ise alın size 338+21+8 ve demokratikleşme” diyor. Türker, öncelikle siyasi partiler ve seçim yasasında değişiklik yapılması gerektiği görüşünde: “Dokunulmazlıklar sınırlandırılacak, seçim yasasındaki bu baraj komedisine son verilecek...”

DSP Genel Başkanı Masum Türker, Milliyet gazetesinden Devrim Sevimay ile yaptığı söyleşide aslında açılım konusundaki tüm dengeleri değiştirebilecek ciddi bir hamle yapıyor. Hamlenin içeriği çok basit: 338+21+8 ve demokratik anayasa. Bu aritmetik ve anayasa hedefi aynı zamanda bir niyet okuma aracı da. Eğer mesele tıkanmışlığı aşmak, açılıma Meclis’te bir yol aldırmak ise “Alın size 338+21+8 ve demokratikleşme” diyor Türker... Referandumu göze almaya gerek yok, MHP’yle tansiyonu yükseltmeye veya kameralara da gerek yok.

Yeterli bulunur-bulunmaz veya fazla gelir-gelmez, ama işte Masum Türker’in bizlere siyasetin kürsüden hakaret yağdırmaktan ziyade bir satranç olduğunu anımsatan o hamlesi:

'Kameraya gerek yok, tanıklar olur'

Sizce Başbakan Tayyip Erdoğan’la ana muhalefet lideri Deniz Baykal’ın görüşmesinde kamera olmasına gerek var mı?

Hayır, kameraya gerek yok. Onun yerine tanıklar olur. Devlet yönetiminde böyledir. Mesela biz ne yaptık Sayın Beşir Atalay gelirken, sorduk kaç kişiyle ziyaret edeceksiniz diye. Bize isimler bildirildi. Biz o verilen isimlerin muadili olan isimler belirledik. Ve bir fazla koyduk. Çünkü ev sahibi hep bir fazla karşılar. Protokol böyledir.

Sizce Erdoğan’la Baykal teke tek görüşmemeli mi?

Tabii teke tek olmaz. Başbakan’ın yanında en azından hükümet adına İçişleri Bakanı ve bir de madem “partiler arası çözmek istiyoruz” diyor, o zaman partisini de temsilen bir isim olmalı. CHP’den de dört isim bulunmalı. Konuşurlar, sonra birlikte çıkıp bir açıklama yaparlar. Açıklamada yanlışlık yapan olursa birbirlerini düzeltirler. Devlette kullanılan yöntem budur.

'CHP bu konuda samimiyet görse, çözümde rol oynayacak'

Peki bu kadar devlet tecrübesi olmasına karşın Baykal sizce neden kamerada ısrar ediyor; görüşme olmasın diye olabilir mi?

Hayır, bence CHP bu konuda samimiyet görse meselenin çözümünde rol oynayacak. Bu konuda kapıları daha tam kapatmadı. Kapatsa mektuba yanıt vermezdi.

Öyleyse niye kamera?

Başbakan’ın samimiyetine güvenmiyor. Kamera derken ne söyleyeceğini bilerek gel diyor ve aslında karşı tarafın samimiyetini ölçüyor. Çünkü bana göre de kameraya gerek yok, ama Başbakan bu meseleyi çözmekte kararlıysa kamera olsa da gider. Sonuçta Sayın Baykal elini uzatmış durumda. Nasıl sıkacağını kararlaştırma sırası Sayın Başbakan’da.

‘Başbakan'ı samimi bulmuyorum'

Siz Başbakan’ı bu konuda samimi bulmuyor musunuz?

Bulmuyorum. Samimi olsa bir kere ağustos ayında Ahmet Türk’le görüştükten sonra liderlerden İçişleri Bakanı yerine kendisi randevu isterdi. Hepimizden istemesi gerekiyordu. İkincisi daha sonra randevu istemeye karar verdi, ama o zaman da kongreden sonraya bırakmazdı. Üçüncüsü bunu medyanın önünde, mektupla yapmazdı. Grup başkanvekilleri parlamentoda konuşur, ayarlarlardı. Sonuncu olarak da şimdi kamerayı bahane etmez, tam tersine “Bütün kameralar gelsin” derdi.

Ki ben kendisine tavsiye ediyorum. Eğer gerçekten çözüm istiyorsa Baykal’a gitsin ve tüm kameraların önünde desin ki, “Sayın Baykal, Türkiye’nin bu sorununu çözmemiz gerekiyor. Bu sorunu iktidar partisi olarak ben tek başıma çözemem. Bu milli mutabakatı gerektiren bir konudur. Ancak diğer muhalefet partilerinin iknasında bile sizin yardımınıza ihtiyacım var. Eğer siz de uygun görürseniz benim görevlendireceğim arkadaşlarla sizin görevlendireceğiniz arkadaşlar bu projenin ilk adımını birlikte uzlaşacakları ölçüde çözmeye başlasınlar.”

Yani maddeler üzerine konuşmasınlar mı?

Hayır, böyle bir konuşma bu kadar olur, daha fazlası olmaz. Daha fazlası varsa bilin ki o da yine gerçek değildir.

Peki Başbakan sizden hiç randevu talep etti mi?

Henüz böyle bir talep bize ulaşmadı.

Sizce niye?

Şimdi bakın, bize göre Sayın Baykal’la Sayın Başbakan’ın görüşmeleri şart. Ama eğer randevuları gerçekleşmezse, ardından zaten Sayın Bahçeli’ye gitmesi söz konusu olmadığına göre eğer Meclis’te sekiz arkadaşımız olmasına rağmen bize gelmezse, demek ki Başbakan hiçbir şeyi çözmek istemiyor.

‘DSP seçeneği her zaman görüşmeye var’Yani eğer bu görüşmeler olmazsa aslında Başbakan’ın önünde hâlâ bir seçenek var mı?

Var tabii, DSP her zaman var. Kameradan çok rahatsız olmuşsa şu anda bu süreçte açık seçik duruşunu sergilemiş DSP’yi denesin. Denediği anda zaten olay ortaya çıkacak. Olay çıkınca da kamera olup olmamasının bir şeyi değiştirmediğini görecek.

Ne çıkacak ortaya olay dediğiniz?

Gelsin bakalım bize, bir görelim ne istiyor.

Peki siz “Gelin bu açılımı birlikte yapalım” diyor musunuz?

Evet, aslında zaten kendilerinin gelmeyi istemesi gerekiyor.

'Kamera istemiyoruz, kendimize güveniyoruz'Kamera istemeyecek misiniz?

Kamera isteği yok, biz kendimize güveniyoruz. Yanında kaç arkadaş getirecekse biz bir fazlasını bulunduracağız, o kadar.

Yalnız ortada bir aritmetik var, o yüzden şimdi sizin çağrınız kilit bir rol de oynayabilir...

Hangi bakımdan?

İktidar partisi 338. DTP 21. İkisini toplayınca 359 yapıyor. DSP’nin sekiz milletvekili bu toplamı tam 367’ye tamamlıyor ki, bağımsızlardan gelecek destek oyları da cabası. Dolayısıyla sizin bu davetinizin sınırının nereye kadar olduğu önemli. Mesela siz DSP olarak bir anayasa değişikliği paketini destekler misiniz desteklemez misiniz?

Birincisi biz bu olaya 338+21+8 diye bakmayız. Anayasa değişiklikleri konusunda biz partimizde ancak eğilim belirleriz, ama ben sekiz arkadaşımdan hangi arkadaşımın ne oy verip vermeyeceğinin teminatını kimseye veremem. Bizde baskı olmaz. İkincisi biz gerekirse anayasa değişikliği oyunun da açık verilmesini isteriz.

‘Açık oylama yapılsın’

Anayasa değişiklikleri gizli oyla yapılır, nasıl açık olacak?

Biz onu Sayın Ecevit zamanında yaptık. 2000’deki “5 artı 5”te oy kullanırken biz açık oy verdik. Çünkü herkes “DSP vermedi” diyecekti, ama o şekilde vermeyenlerin asıl DYP’lilerin olduğu ortaya çıktı.

Şimdi de açık verilmesini isteriz, çünkü bu çok nazik bir durum. O zaman esas vermeyenin AKP olduğunu göreceksiniz. Koalisyon olan AKP’dir. DSP aynı görüşü taşıyan kişilerden oluşur. Hepimiz demokratik solcuyuz, hepimiz Ecevit’in öğretisinden geçmişiz.

Tamam, ama AKP'lilerde açık oylamayı kabul ederse zaten büyük olasılıkla fire vermezler ki...

O hiç belli olmaz. Hatta ben iddia ediyorum AKP338’i çıkaramaz.

Kaç çıkarır sizce?

Rakam söylersem ayıp ederim, ama kademeli gelecektir. Ya 20, ya 30, ya 40, içeriğe göre değişir. Çünkü burada unutulmaması gereken şöyle bir mesele var: Mart 2008’de Cüneyt Zapsu’nun AKP yönetiminden istifası. İstifanın içeriği başka nedendir, ama o olayda doğan muhalefet unsurları aslında bize AKP'nin kamuoyuna yansıyan bazı açılımları gündeme dahi getiremeyeceğini gösteriyor. Çünkü o olay parti içindeki ulusalcı düşünen güçlerin çok sert ve katı olduklarını ortaya koydu. Bu bir başka söyleşi konusudur, bir gün bunu da konuşuruz, ama şimdilik bu kadar söylemiş olayım.

Peki, o zaman biz yine aynı soruda ısrar edelim: Size bir anayasa değişikliği için gelindiğinde “Evet” der misiniz ya da nasıl bir pakete “Evet” dersiniz?

Bir kere biz iki konuyu tartışmayız bile: 1- Anayasanın tamamının değiştirilmesine artık gerek yok. Zaten çok önemli bazı hükümlerini DSP liderliğinde biz değiştirmişiz. Artık bu anayasa 12 Eylül Anayasası olmaktan çıkmış. Bize göre tamamını değiştirmek yerine demokratikleştirmek gerekiyor. 2- Başlangıç bölümü ve ilk üç maddesine asla dokunmayız.

'Mademki bu açılımın adı demokrasi açılımı...'

Neyi değiştireceksiniz peki?

Madem ki bu açılımın adı “Kürt” değil, “Demokrasi açılımı” o zaman zaten önce siyasi partiler ve seçim yasasında değişiklikler yapılması gerekir. Ankara’da oturan hiçbir lider artık Mardin’de kimin seçileceğine karar verememeli. Bütün partiler usulüne uygun ön seçim yapacak.

Bütün partilerde kadın kolları ve gençlik kolları anayasal teminat altına alınacak. Kadın kollarının belli bir oranda parti yönetiminde yer alması sağlanacak. Dokunulmazlıklar sınırlandırılacak. Yalnız milletvekilleri için değil bürokrasidekiler için de. Seçim yasasındaki bu baraj komedisine son verilecek.

Örgütlenme özgürlüğü

Demokratikleşmenin ikinci ayağı olan örgütlenme özgürlüğü de anayasal teminat altına alınacak. Kamu çalışanlarının toplu sözleşme ve grev hakkının anayasada güvencesi sağlanacak. Sendikacıların siyaset yapma yasağına son verilecek.

Başka özgürlüklere de bakacağız. Mesela biz anayasada mutlaka toprak reformu istiyoruz. Mülkiyet özgürlüğünün yaygınlaşması şart.

Ya 66’ncı madde; “Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür” yerine mesela “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır” gibi bir değişikliği düşünür müsünüz?

Bir değişiklik yapılması gerektiğini düşünmüyorum, çünkü ben oradaki “Türk” kavramını etnik olarak algılamıyorum. Ben o “Türk” kavramı içinde Eti, Sümer, Frigyalıdan bu yana bu topraklardaki herkesin olduğunu biliyorum. Önemli olan insanlara o güveni vermek.

Kaldı ki bu 66’ncı madde şartını tek başına öne getirdiğiniz zaman diğer sorunları çözemiyorsunuz. Önce insanların her sorunu bir çözülsün, o gün gelsin, eğer bu hâlâ rahatsızlık veriyorsa, o kuşak da otursun bunu çözsün. Ama şu anda bizim kuşağımızın çözmesi gereken en önemli sorun ifade ve örgütlenme özgürlüğüdür. Bizim yapmamız gereken ilk şey siyasi partilere demokrasi getirmek ve seçim barajını kaldırmaktır.

İyi de aslında bu söylediğiniz 66’ncı maddeden daha bile “tehlikeli” bulunuyor...

Hayır, daha tehlikeli değil. Neden değil söyleyeyim size. 1965’te hiç baraj yoktu ve milli bakiye usulü vardı. Adalet Partisi tek başına iktidar oldu. 1969’a geldik, milli bakiye usulü kalktı, o seçimlerde Adalet Partisi yine tek başına iktidar oldu. Yani istikrar işin bahanesi. Çünkü vatandaş oyunu nasıl kullanacağını biliyor.

‘Türbanı ancak biz çözebiliriz’

Sizce baraj sıfır olsaydı şu anda Meclis’te kaç DTP’li olurdu?

AKPi’den 20-30 milletvekili alırlardı, ama onların da hepsi DTP’li olmazdı. Başka isimlerdeki Kürt partileri olurdu, siyaset çeşitlenirdi ve o zaman seçimlere şiddet de girmezdi. Derdi ki herkes PKK’ya “Bu şiddeti göstermene gerek yok, ben zaten seçileceğim.” Zaten siz sıfır baraj getirin, hiçbir partinin hiçbir şeye ihtiyacı kalmaz.

Peki ya size “Madem demokrasi diyorsunuz, o zaman türbanın yolunu açan 10 ve 42’yi de değiştirelim” derlerse?

Biliyor musunuz ki artık bunu AKP hiçbir zaman gündeme getirmeyecek. Bunu konuşacak zemin dahi yaratmamış ki şu ana kadar. Ama biz iktidar olduğumuz gün Türkiye’de böyle bir sorun olmayacak. Türkiye bu önemli sorunlarını uzlaşma komisyonlarında tartışacak ve çözecek.

Son olarak bir de şunu soralım: Sizce referandumu dahi ağzına alan iktidar partisinin “338+21+8” seçeneğini hiç düşünmemiş olma ihtimali var mı?

İki ihtimal var: AKP ya matematik bilmiyor ya da dediğim gibi bu konuda samimi değil.

Size gelmektense referanduma gitmeyi tercih edebilir mi?

Referanduma gitmek Türkiye’de ciddi bir kırılmaya neden olur. Kutuplaşma çok sertleşir. Bunu kimse göze alamaz.

Ben nasıl risk alıyorsam DTP de öyle risk alacak

Sizce sırf Kürtler için, özel ne düzenlemeler yapılabilir?

1- Çocuğuna Kürtçe isim koymanın yasal bir düzenlemeye ihtiyacı yok.

Buna “Hayır” diyen nüfus memurlarının şikâyet edileceği her ilde bir ombudsmanlık olsun yeter. Bu ombudsmanlık da kanun gerektirmiyor. Valiler bunu çözer.

2- Yerleşim birimlerine eski isimlerinin verilmesi yerel yönetimlerin alacağı karara bağlıdır. İstenirse yerel düzeylerde referandum yapılır veya iki isim bir arada kullanılır. Burada tek mesele, İçişleri Bakanlığı veto hakkını kullanmasın. Bu konuda da yasal bir düzenlemeye gerek yok.

3- Kürtçe özel televizyon için de yasal düzenlemeye gerek yok, şu anda RTÜK veriyor zaten.

4- Seçmeli olarak Kürtçe öğretim talebi varsa karşılanmalıdır. Ve bu konuda da yine yasal bir düzenlemeye ihtiyaç yok. Yasalar şu an müsait. Güneydoğu Anadolu, Doğu Anadolu’da zaten hiç kimse “Kürtçe öğrenmek istiyorum” demeyecektir, çünkü biliyor. İstek Batı’daki Kürtlerden gelecek.

Sizce DTP bu kadarını kabul eder mi yoksa “Hayır ben daha fazlasını istiyorum” diyerek reddeder mi?

Önce bunlar olsun, DTP bir baksın bakalım. Bu süreçte herkes risk alacak. Ben nasıl alıyorsam DTP de alacak. DTP de dönüp kendi tabanına bir şeyleri izah edecek. Ayrıca zaten bugün Güneydoğu Anadolu’ya ya da Kürt kökenli vatandaşlarımıza verilecek en büyük demokratik açılım seçim barajını kaldırmaktır, önce buna baksın.

Siz risk aldığınızı mı düşünüyorsunuz?

Bakın biz şehit ailelerinin ve gazilerin hassasiyetini asla ihmal etmeyeceğiz çözümde. Ama çözüme giderken çocuğunu askere gönderecek milyonlarca annenin babanın yüreğini de unutmayacağız.

Yani barışın egemen olacağı bir çağda biz çocuklarımızı bile bile savaşan bir yapıya doğru iteleyemeyiz.

Zaten o nedenle sizle bu söyleşiyi yapıyorum ve aslında şu anda ben çok cesur bir şey yapıyorum. Başka liderin de rahatlıkla yapacağını sanmıyorum. Ama Türkiye’nin toplumsal bir sorununun ortadan kalkması için birileri siyaseten kaybedecekse bu kaybı da göze almalılar. Şimdi biz parlamentoda azınlıkta olan bir grup olmamıza rağmen diyoruz ki; bu iş olmalıdır, bir risk alıyoruz.

İkinci olarak da diyoruz ki, bu konuyu uzlaşı içinde çözünüz. Bunun için parlamentoda bulunan her partinin temsil edileceği “anayasa uzlaşma komisyonu” toplayınız. Anayasa uzlaşma komisyonu hiç çözüm üretmezse bile en azından tarafların düşünceleri parlamento çatısı altında tartışılmış olur.

Üç; özellikle ortadan kaybolan samimiyet nedeniyle Cumhurbaşkanı’nın liderlerle yapacağı bir yuvarlak masa toplantısıyla tekrar görüşmeler başlatılabilir.

DTP’lilerin sorununu Adalet Bakanlığı çözmeliydi

Herhangi bir anayasa değişikliği çalışmasında siz “DTP’yle yan yana görünmeyelim” diye bir çekinceye girer misiniz?

Hayır, bizim böyle bir sıkıntımız yok. DTP şu anda Türkiye Cumhuriyeti’nin yasalarına göre bir parti değil mi? Sıkıntı AKP’nin.

Nerede görüyorsunuz o sıkıntıyı?

Mesela DTP’lilerin zorla mahkemeye götürülmesi meselesi neden bu noktaya geldi, biz anlamış değiliz. Şu anda TBMM yönetimi kimde? AKP’de. Adalet Bakanı kimde? AKP’de. DTP’li arkadaşların mahkemeye götürülmesi için önce fezlekelerinin Adalet Bakanlığı’nın kontrolünden geçmesi gerekmez mi? Gerekir. O zaman niye bu konu daha gündeme geldiği anda Adalet Bakanlığı ortaya çıkıp “Bu benden geçer” demedi?

Bu arada siz DTP’lilerin zorla götürülmelerine karşısınız...

Tabii karşıyız. Türkiye’de rahmetli Bülent Ecevit liderimiz, kuramcımız da 1994 yılında DEP’liler parlamentodan götürülürken karşı koymuştu. Merve Hanım için türbanla yemin edemez demişti ama Merve Hanım’ın evini sabah cumhuriyet savcısı bastığı zaman bunu sert bir açıklamayla kınamıştı. Biz böyle bir demokrasi geleneğinden geliyoruz.

‘İşaretler ilkbaharda erken seçim gösteriyor’Ankara’da bir erken seçim havası görüyor musunuz?

Tabii, çünkü şu anda Türkiye ekonomisi yönetilemeyecek noktadadır. Demokratik açılımla ilgili yaşanan gelgitlerin temelinde yatan sebep de budur. Yönetilemeyecek noktaya geldiği içindir ki bir olanak yaratıp erken seçime gitmenin yollarını araştırıyorlar.

Bu bir duyum mu, gözlem mi?

İşaretlere bakarak söylüyorum. Son açıklanan bütçe verileri bile yürünemeyecek hale gelindiğini gösteriyor. Artık IMF’yle bir anlaşma yapılsa bile oradan tek cent gelmeyecek. IMF, Türkiye’yle yaptığı 19 anlaşmada yalnız bir kez nakit para ödedi. O da Kemal Derviş zamanında, 10 milyar dolar. Geri kalan SDR’dir, yani özel çekim hakkı. Bu özel çekim hakkı da sadece ithalatta bolluk yaratır. Dolayısıyla nakit para yok.

Ne zaman olur sizce seçim?

Mayıs-haziranda bir baskın seçim olma olasılığı çok yüksek. Eylül-ekim de olabilir. Ama ben ilkbaharı daha büyük olasılık görüyorum.