Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı, Zaman gazetesine yönelik baskılar olduğunu vurgulayarak, “Daha önce askerî yönetimler tarafından yıllarca akreditasyon adı altında anti demokratik muameleye maruz kalmış ama asla boyun eğmemiş bir gazete, şimdi aynı ilkel ve hukuk dışı uygulamalarla karşı karşıya. Boyun eğecek mi? Tabii ki hayır” dedi.
Ekrem Dumanlı’nın “Zamanı durdurmazsınız” başlığıyla yayımlanan (13 Ekim 2014) yazısı şöyle:
“İçini boşaltın bu gazetenin!” Böyle ferman edildi. İstendi ki yazarları birer birer kopup gitsin gazeteden. Editörler terk etsin Tefekkür Burcu’nu. Muhabirler ardına bakmadan uzaklaşsın çeyrek asrı aşan düşünce merkezinden. Teklifler yapıldı, taltifler sunuldu, teşvikler devreye sokuldu; bu tarz çalışmalar sonuç vermeyince tehditler savruldu, takbihler yapıldı.
Kimi kendini o kadar coşkun bir söyleme râm etmişti ki, canlı yayınlarda, “Bu gazeteden kopuşlar yaşanacak, yakında yazarların Zaman’ı terk etmesini bekliyorum…” mealinde laflar sarf etti. Şahsî bir öngörü gibi paketlenen ve sağından solundan gevelenerek ifade edilen beklenti sıradan bir müneccimlik değil, toplumsal bir mühendislik ifadesiydi. Kapalı kapılar arkasında baş başa veren ve yukarıdan gelen her buyruk karşısında serfurû eden bir ekip, Zaman’ı parçalamak, bölmek, yalnızlaştırmak istiyordu. Daha doğrusu onlara öyle söylenmiş, bazılarına goygoyculuk rolü tevdi edilmişti.
Gerçekleri eğip bükmeden yazan, yazarken de rafine bilgilerle tefekkür namusundan taviz vermeyen bir gazete onları rahatsız ediyor, uykularını kaçırıyordu. Birkaç sarsıntı sonunda yazar-çizerlerin gemiyi terk edeceğini, editör ve muhabirlerin o korkunç fırtınadan endişe duyarak bir bota atlayıp kaçacağını sandılar. El Hak öyle davranan da oldu. Ne var ki bu ülkenin akl-ı selimini, fikr-i selimini, hatta zevk-i selimini temsil eden ve millet vicdanına mal olmuş bir gazetenin bırakacağı boşluğun bir daha doldurulamayacağını aklı olan herkes kavrıyordu. Nitekim öyle de oldu. Fikrin namusuna, düşüncenin şerefine inanan Zaman sevdalıları sabitkadem bir duruş sergiledi ve tarih yazdı…
Ya okurlar?
Gerçek bir kahramanlık destanı yazdı Zaman okuru. Meydanlarda alenen hakarete maruz kaldı gazeteleri. Zabıta eşliğinde abonelerin gazetelerine müdahale edildi, suç işlendi. Ücreti ödenmiş gazetesinin her sabah posta kutusuna bırakılmasını hazmedemeyenler “iletişim özgürlüğüne müdahale” suçu işledi, “Bunu bir daha iş yerine getirirsen…” diye başlayan tehdit cümleleri ile karşı karşıya geldi. Despotluğa boyun eğmedi Zaman okuru. Gazetesini bir şeref nişanı gibi taşıdı yanında. Dükkânını besmeleyle açarken gazetesini masasından eksik etmedi. Hoyratça ve külhanbeyce yapılan baskınları çoğu kez acı bir tebessümle karşıladı; okumaya devam etti. El hak; bu noktada çekinen, baskı karşısında endişe duyan da oldu; ama kahir ekseriyet Zaman’ın gürül gürül haykırması, fikir özgürlüğünün yaşatılmasını istedi; tercihini gazetenin yaygınlaşmasından yana kullandı.
Sonuçta ne Zaman çalışanları boyun eğdi baskıya; ne Zaman okurları. Değer üretmeyen; üretemedikçe de kıymetli hükümleri yiyip bitirmeyi tercih edenler başka bir sinsiliğe başvurdular. Bir yandan elleri altındaki kamu, yarı kamu kuruluşlarının reklam imkânlarını müfterilerin düşünce merkezine akıttı; diğer yandan ülke birliğinin pusulası olan bu gazeteyi reklamsız bırakmak için piyasaya baskı yaptı. Devlet zırhına bürünmüş despotluğu içselleştiren birileri koşar adım o haksızlığa râm oldu. Birileri ise hakkaniyetten ayrılmamak için direndi, direniyor. Neden? Çünkü herkes şahittir ki bu gazete zalimlerin kılıcı olmayı değil, mazlumların zırhı olmayı tercih etti. Bu haliyle demokrasinin, insan haklarının, düşünce ve ifade özgürlüğünün muhkem kalesi haline geldi.
Devlet imkânlarını yanlış istikamette kullanmayı huy haline getirenler ve keyfî yönetimi davranış şekline dönüştürenler her alanda akreditasyon uygulamayı denedi, deniyor. Hiçbir kıymeti yok bunun. Zira bu gazete, dünya standartlarında bir yayın haline gelmeyi ve Türkiye gerçekleri üzerinden evrensel bir değere dönüşmeyi yıllar önce kafasına koymuştu. Hâlâ da o yolda yürüyor. Bu istikamette mesafe alırken kendisine uygulanan sansürlerin, engellemelerin Zaman’a zarar vermesi mümkün değil. Daha önce askerî yönetimler tarafından yıllarca akreditasyon adı altında anti demokratik muameleye maruz kalmış ama asla boyun eğmemiş bir gazete, şimdi aynı ilkel ve hukuk dışı uygulamalarla karşı karşıya. Boyun eğecek mi? Tabii ki hayır. Hiçbir objektif kritere dayanmaksızın yapılan akreditasyon, bu baskıya maruz kalanlar için değil, bu keyfî davranışı sergileyenler için utanç vesilesidir.
Zaman’ı bitirmek, yalnızlaştırmak, ötekileştirmek, marjinalleştirmek isteyenler (her kim olursa olsun), kurdukları tuzağın ağlarına yapışıp kalmaya mahkûmdur. Zira millet vicdanına mal olmuş Zaman’ı durdurmak mümkün değil; tıpkı zamanı durdurmanın imkânsızlığı gibi. Zamanı durdurdum diyen, olsa olsa saatini durdurmuştur. Oysa zaman kişilerin keyfine ve talebine bağlı olarak durmaz; o hep akıp gider. Ve zamanın ruhunu kavrayamayanlar kendi kendini marjinalleştirir; tıpkı Zaman’ın ruhunu anlayamayanlar gibi...