Taraf’ta redaktör olarak çalıştığım yıllar, (Allah selamet versin) müdürümüz Alev Er’e söylediğimde, “İlk kez senden duyuyorum ve bir şey anlamadım” demişti.
Şimdi size söylüyorum; umarım siz anlarsınız.
“Bu gün” ya da “bugün” yazacaksanız şuna dikkat etmeniz gerekiyor: Bu gün (ya da bugün) derken geniş bir zaman dilimini, zamaneyi, çağı vs.’yi mi amaçlıyorsunuz, yoksa tarih olarak mesela 16 Ocak 1994’ü, belli bir günü mü? Eğer ikinciyse ayrı yazacak, ‘işaret’ etmiş olacaksınız. Yok değilse bitişik. “O gün”ler de böyledir.
Başlığa aldığım söz Süleyman Demirel’le ünlendi ve kırk yıl alay edildi. Çünkü (tuhaftır)kendisi dâhil kırk yıl aynı düşüncede kalmış olmakla övünülen bir ülkede yaşıyoruz. Böyle bir şey olabilir mi? Bir adam kırk yıl aynı düşüncede kalırsa ona ne denir (ayıptır söylemesi)?
Bütün bu girizgâhı şahsım için yaptım. Ben kırk yıl aynı düşüncede olmadım, olamam. Benim durumum şu özdeyişteki gibidir: “Mürai (sahtekâr, kendini aldatmış olan) kırk yıl aynı kalıpta kalır; sadık (doğrucu) ise günde kırk kalıba girer.”
Şunu demek istiyorum: Taraf’ta, T24’te, kendi mütevazı sitemiz Vâride’de Sayın Başbakan’ı ve Hükümet’i eleştirdim de yanında da oldum. Bütün sıkıntım bu ortamda budur: Bana “bir dört diyorsun bir dokuz” denmesini istemiyor, söylemek istediklerime geçiyorum.
Sayın Başbakan’ın yanlışlarını, andığım üç yayın organında da söyledim. Bir yanlışı ilgisiyle imza kampanyası yaptım; Ahmet Altan da manşete taşıdı: İşkenceci polis müdürünün terfi ettirilmesi meselesi.
Uludere (Roboski) katliamında Hükümet’ten beklenen atılım hâlâ gerçekleşmemiştir vs.
Hrant Dink, devlet içinde katledildiğinde Muammer Güler valiydi, tuttu onu bakan yaptı Sayın Erdoğan. Bu gibi yanlışları var. Ola ki bugün başına gelenler, bu hatalarının kefareti olsun ve bu kadarla (ruhen felaket sıkıntıda) kalsın.
Murat Belge beni korkutuyor. Bu gün (15 Ocak) T24’te yazan (Başbakan’a hiç de hüsn-ü zannının bulunmadığını sezdiğim) Büyük Elçi’nin söyledikleri de.
Murat Belge beni korkutuyor.
Son bir iki yıldır, şaşkınlık verecek biçimde dünya medyası Türkiye diye bir yeri keşfetti ve bu yerin başındaki adamın ‘diktatör’leştiğinden bahsetmeye başladı. Belki haritada yerini bilmeyecek Batı’lı yazarlar tarafından yazılar döşeniliyor: Amerikan, İngiliz, Fransız, (şimdilerde) Alman medyası tarafından.
Yoktu böyle bir şey ‘50’lerden beri. Haritada yerimizi bilmezlerdi; diplomatları bile. Birden bire ‘diktatör’ümüzün farkına vardılar ve fi sebilillah demokratlaşmamız, bu diktatörden kurtulmamız için ellerinden gelen tavsiye, tehdit, şantajı yaptılar. Şimdi sormayayım mı: Cumhuriyet tarihi boyunca son birkaç yıla kadar (lütfen dikkat edin: son birkaç yıla kadar) bu ülke askeri diktatörlük değil miydi ve siz neredeydiniz?
Öyle sanıyorum ki Başbakan’ı eleştirme zamanı değil; nasihat etme, yol gösterme, tavsiyelerde bulunma zamanı.
Haklıdır: Gülen Hareketi denilen bir ‘gizli örgüt’ marifetiyle ‘hal’ edilmek isteniyor. (Bu arada ben yazdıkça benim argümanlarımı kullanıyor olması ziyadesiyle sevinç kaynağı benim için; son argüman ‘haşhaşilik’ Bkz: T24, Varide: Son Münafık. Umarım bu yazı da ulaşır zat-ı alilerine).
Hal edilmek isteniyorsanız, kimse 55-60 yaşından sonra ömrünün kalanını hapiste geçirmek istemez; savunmaya geçersiniz ve bu arada hedefe giderken masa sandalye de kırarsınız; can derdidir; caizdir. Olup bitenler (yolsuzluklar mesela) oturmuş bir demokraside, oturmuş bir hukuk devletinde olsa ben de CHP gibi konuşurum. Ama Başbakan bir darbe karşısında olduğunu, bir savaşta olduğunu biliyor ve en fazla kendisini yıkmaya çalışanlar kadar kimi yanlış tasarruflarla insiyaken(iç güdüsel) kendini, ülkesini, milletini, iktidarını koruyor; tekrar söylüyorum; caizdir.
Eğer Sayın Başbakan, Kendisi, ülkemiz ve bölgeyi düşünüyorsa, yapacağı şey zor değil. Geri adım da değil, dayatmayı yemek de değil.
Sayın Başbakan benim gibi duygusal. Her şeye, dünyada olup biten her şeye de duygusal yaklaşıyor.
İlkin (daha önce yazmıştım) Libya’da hata yaptı; olayı okuyamadı: “Biz yokuz; kardeşlerimize silah sıkmayız.”
Oysa Fransa ve diğerleri balıklama atlayınca olaya, ancak jetonumuz düştü.
Sonra öteki baharlar, özellikle Mısır: “Mursi kardeşimizdir; yedirtmeyiz.” En önemlisi İsrail kavgası. Suriye: Sünnî müslüman kardeşlerimiz, üstelik Alevi azınlığın Diktatör’ü tarafından katliama tabi tutuluyor.
Bakınız bunların hepsi doğru ama duygusal; politik değil. (Ukalalık olsun) Sayın Başbakan, kafasındaki sonuçlara siyasi akıl ile ulaşabilirdi ve vakit geçmiş değil.
Ortadoğu’da ve ülkemizde olup bitenlerin hepsi olumlu ve akıllı bir siyasi manevrayla çözülebilir. Üstat Rasim Özdenören’in bir siyaset etme tanımı var: “Ne olup bitiyorsa ülkenin yararına ‘imale’ etme becerisi.” Elbet bu Makyavelizm değil; imale sözcüğünden çıkarsanabilmeli.
İran, İslam devrimini yaptığında sevinmiştik. Ama üç gün sonra Humeyni ağzını Batı’ya çevirip Amerika’ya, sonra Doğu’ya çevirip SSCB’ye sövdü. Kısa zamanda başına Saddam belasını sardılar.
Sayın Başbakan’ınki biraz buna benziyor: İsrail’i dövmekle kalmadı Amerika’yı da küstürdü. Niye. Ortadoğu’da benim istediğim politikaları sergilemiyor, kardeşlerimi esirgemiyorsunuz; Mısır’da darbeye göz yumdunuz vs. Hepsi doğru ama izlenen yol politik değil; duygusal. O kadar güçlü, mesela Rusya kadar güçlü değiliz maalesef.
Sayın Başbakan İsrail’e hâlâ Kur’an’daki İsrailoğulları olarak bakıyor sanıyorum . (Bu ayrı konu. Bakınız: Roni Margulies Kimdir?). Oysa salt bir siyasi aktör olarak bakmalıydı.
Tavsiye edeceğim şeyin piyon Fetullah’ın İsrail’ciliğiyle alakası yok. O kendi hesaplarını düşünüyor; antlaşmaları paralelinde İsrailci. Bense İsrail’ci olmak bir yana, herhangi bir devletçi olmaktan Allah’a sığınırım; Milletimi, ülkemi, düşünüyorum: “Olup biteni nasıl lehimize ‘imale’ edebiliriz?”
Sayın Başbakan, Amerika ve İsrail konusunda ılımlı mesajlar verebilir, suçlamalardan siyaseten vazgeçebilir, içinden (önce ülkem) diyerek “Dışarıyla aktif işimiz olmaz’ diyebilir.
Çünkü İsral’in saldırganlığı ve terörünün nedeni de himayesiz yaşayamayan bir devletçik olması, zavallılığı ve korkusundan. (Özdenören’den mülhemdir).
Hatta, Sayın Başbakan, Obama’yla samimi bir görüşme yapabilir. Bu hiçbir zaman geri adım değildir, yenilgiyi kabul değildir. Sadece siyasal ‘imale’ girişimidir. Çünkü dünya artık bir köy ve biz orada sadece bir evde oturuyoruz.
Herhalde işin paralel devlet olmadığı, paralel devletin, aysbergin görünen kısmı olduğu umarım anlaşılmıştır.